Yıllardır bitmeyen "Altı Gün"

İSMAİL ÇAĞILCI
Abone Ol

1967 Arap-İsrail Savaşı; tarihî, coğrafî ve sosyolojik açıdan, cephedekinden çok daha fazlasına tesir etti. Savaşın ortaya koyduğu sonuçlar yeni sebeplere, o yeni sebepler de yepyeni sonuçlara yol açtı. Her ne kadar tarihe “Altı Gün Savaşı” olarak geçmiş olsa da, dünü, bugünü ve ileriye dönük emareleriyle birlikte düşünüldüğünde, bu savaşın nihayetlenmediğini ve o altı günün yıllardır bitmediğini söylemek hiç de zor değil.

1967’nin 5 Haziran’ında radyolarının başına geçen Mısırlılar, ordularının İsrail güçlerine karşı muhteşem bir zafer elde ettiğini ve kara birliklerinin Gazze sınırını aşarak, İsrail içlerine doğru ilerlediğini işitmiş ve büyük bir heyecana kapılmışlardı. 1948’deki hezimetten sonra nihayet İsrail’e üstünlük sağlandığını öğrenen yüz binlerce Mısırlı, sokaklara dökülmüştü. Kutlamalara ev sahipliği yapan Kahire sokakları, tüm gün boyunca şarkı ve marşlarla inlemiş, ahali adeta birbirini tebrik etmekten yorgun düşmüştü.

Aslında cephedeki durumla hiç bağdaşmayan ve hatta taban tabana zıt bir görüntü veren bu yorgunluk hali, kara haberlerin tez yayılması ve İsrail’in savaşın gerçek kazananı olduğunun anlaşılmasıyla birlikte tüm coğrafyaya sirayet edecek ve yalnızca altı gün devam eden bir savaş, zaman ve mekândan bağımsız bir yıkıma sebep olacaktı.

İsrail'in bağımsızlık ilan etmesiyle birlikte yüz binlerce Filistinli mülteci konumuna düştüler.

14 Mayıs 1948’de İsrail’in bağımsızlık ilan etmesiyle beraber Mısır, Suriye, Transürdün (Bugünkü Ürdün), Irak ve Suudi Arabistan’ın savaş ilanları birbiri ardına gelmişti. Beş Arap ülkesinin kağıt üzerindeki gücü sahaya yansımamış ve savaşın galibi İsrail olmuştu.

  • 1947’de BM Genel Kurulu’nda kabul edilen toprak paylaşımına nazaran daha geniş sınırlara ulaşan İsrail, adeta krizi fırsata çevirmişti.

1952 yılında Hür Subaylar Hareketi’nin Mısır’da gerçekleştirdiği darbe sonrasında Kral Faruk’u tahttan indirerek ülkede cumhuriyeti ilan etmesi ve devamında Cemal Abdünnâsır’ın cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturması, bölgedeki havayı biraz olsun değiştirmiş ve Arap halklara moral kaynağı olmuştu. Abdünnâsır, sosyalist politikalar izleyen ve Mısır’ı Sovyetler Birliği ile yakınlaştıran bir liderdi. 1956’nın Ekim ayına gelindiğinde Mısır ve batılı devletler arasında Süveyş Krizi patlak verdi. Ticarî ve stratejik açıdan son derece önemli olan Süveyş Kanal’ı, İngiltere-Fransa ortaklığı yönetimindeki “Kanal” adlı şirket tarafından idare ediliyordu. Dolayısıyla buradan elde edilen gelirin büyük kısmı da bu ülkelere aktarılıyordu.

Cemal Abdünnâsır, diğer Arap ülkelerinde de çok sayıda seveni olan bir liderdi.

Panarabizm uğruna: Cemal Abdünnasır
Mecra

Cemal Abdünnâsır’ın Süveyş’i millîleştirme politikası, taraflar arasındaki ilişkilerin gerilmesine ve nihayetinde İsrail’in de sürece dahil olmasıyla birlikte bölgede yeni bir savaşın patlak vermesine sebep oldu. İngiltere ve Fransa tarafından desteklenen İsrail, kısa sürede Sina Yarımadası’nı tamamen kontrol altına almayı başarsa da, Soğuk Savaş sürecinde çok nadir görülen ABD-Sovyetler ortak baskısına karşı koyamayarak bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Abdünnâsır, Süveyş politikası konusunda başarılı olmuş ve kanalı millîleştirmişti. Bu, onu diğer Arap ülkelerinin halkları nezdinde de bir kahraman yapmaya yetecek ve ilerleyen süreçte İsrail’i ortadan kaldırarak Panarabizm’i (Arap Birliği) inşa etme hayaline kapılmasına sebep olacaktı.

Abdünnâsır, kendisine gösterilen ilginin neticesinde Panarabizm hayallerine kapılmıştı.

Bazı tarihçiler, 1967 Savaşı’nın aslında 1956’da başladığını söylerler. Sürece yakından bakanlar için bu durum inkar edilemez bir gerçektir. Cemal Abdünnâsır’ın Süveyş Kanalı konusunda elde ettiği başarı, ona tüm Arapların lideri olma yolunu açmış gibi görünüyordu. Diğer Arap ülkelerinin üst kadro yöneticileri ve generalleri arasında kendisine hayranlık beseleyen bazı isimler olması, ülkelerin krallarını ya da siyasî liderlerini Mısır’ın dümen suyuna girmeye mecbur bırakıyordu adeta. Bunun en önemli örneklerinden birisi de hiç kuşkusuz ki Ürdün’dü. Altı Gün Savaşı’na giden süreçte, Ürdün ordusundaki üst düzey bazı komutanların Cemal Abdünnasır’a olan alakaları, dönemin kralı Hüseyin’i tedirgin etmiş ve genç Hüseyin, kendisine karşı darbe yapılabileceği zannıyla İsrail’e karşı savaşmaya mecbur kalmıştı.

İp üstünde bir hayat: Kral Hüseyin
47 yıllık iktidarı boyunca adeta uçurumdan uçuruma çekilmiş bir ipin üstünde yürüyen ve ülkesini, içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan onca kaostan bir şekilde çıkarmayı başaran Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal'ın gerilimlerle dolu hayat hikâyesi...

Ürdün Kralı Hüseyin, ordudaki Cemal Abdünnâsır yanlısı subayların kendisine karşı bir darbe girişimde bulunacağından korkuyordu.

1956’daki Sina çıkarmasından istediğini alamayan İsrail ise Arap ülkelerine olan sınırlarının Tel Aviv, Netanya, Aşdod gibi şehir merkezlerine yakınlığından endişe duyuyor ve bölgede henüz rahata ermediğini iyi biliyordu.

Özellikle Ürdün kontrolündeki Batı Şeria’dan denize doğru yapılacak bir Arap saldırısı, İsrail’i kolaylıkla ikiye bölebilir ve uzun vadede devleti tamamen ortadan kaldırabilirdi.

1967 Haziran’ında yaşanacaklara çok önceden hazırlanmaya başladılar ve Odak Harekatı denen bir askerî stratejinin çalışmalarına daha o yıllarda giriştiler. Fransa’dan satın alınan savaş uçaklarıyla birlikte Necef çölünde sıkı bir eğitime tabi tutulan İsrailli pilotlar, Mısır’da bulunan hava üslerine benzer hedefler üzerinde onlarca kez atış yaptılar. İsrail Hava Kuvvetleri’nde bulunan hemen her pilotun ve uçağın katılımıyla, düzenlenecek bu olası harekata yıllar boyunca hazırlandılar ve günü geldiğinde bu hazırlığın karşılığını da almasını bildiler.

1948'deki Arap-İsrail Savaşı'nda Genelkurmay Başkanı olan Moşe Dayan, 1967'deki savaştan kısa sürece önce İsrail Savunma Bakanı olarak atandı.

Gökyüzündeki casusluk: Diamond Operasyonu
Mecra

16 Ağustos 1966’da, Iraklı bir pilot, Irak ordusundan kaçırdığı Sovyet yapımı MIG-21 tipi bir savaş uçağıyla birlikte İsrail’e ait bir hava üssüne indi. Bir milyon dolar karşılığında gerçekleşen bu operasyon, İsrail’e belki de paha biçilmez kazanımlar sağlayacaktı; zira Arap ordularının kullandığı uçakların neredeyse tamamı MIG-21’di ve İsrail, artık düşmanının elindeki silahı yakından inceleme şansına sahipti. Nitekim 7 Nisan 1967’de Suriye ve İsrail uçakları arasında, Golan Tepeleri üzerinde başlayan “it dalaşı” adeta bir hava savaşına dönüştü ve bu savaşın sonunda Suriye’ye ait altı MIG-21 düştü. İsrail’in herhangi bir zayiat vermemesinin en önemli sebebi, bir milyon dolar karşılığında satın alınan MIG-21’di ve bu olay, savaşa giden süreci daha da hızlandırmıştı.

Bir milyon dolar karşılığında Irak'tan İsrail'e getirilen MIG-21 tipi savaş uçağı.

Akabinde, İsrail’in Suriye’yi işgale başlayacağı söyleminin yaygınlaşması ve korkunun giderek hissedilmesiyle birlikte Cemal Abdünnâsır da harekete geçti ve İsrail’in 19. kuruluş yıl dönümü olan 14 Mayıs 1967’de Mısır birliklerinin Sina’ya girmesi emrini verdi. İki gün sonra Mısır’dan, Süveyş Krizi’nin ardından bölgeye konuşlanan Birleşmiş Milletler Acil Müdahale Gücü’nün bölgeden tahliye edilmesi talebi geldi. Cumhurbaşkanı Abdünnâsır’ın 22 Mayıs’ta Mısırlı pilotlara bir araya gelmesi ve burada yaptığı konuşmada Tiran Boğazı’nı İsrail gemilerine kapattığını açıklaması, savaşın iyiden iyiye hissedilmesine yetti.

Cemal Abdünnâsır, Mısırlı pilotlarla bir arada.

Kendisine karşı meydana gelen ufak olaylara dahi abartılı tepkiler veren İsrail yönetimi, Mısır’dan gelen son haberleri bir savaş ilanı olarak algılamış ve hazırlıklara başlamıştı. Ürdün Kralı Hüseyin’in, 30 Mayıs’ta Kahire’ye giderek Cemal Abdünnâsır’la bir savunma anlaşması imzalaması ve peşi sıra Irak ve Suriye’nin de Ürdün ve Mısır’a destek vereceklerini açıklamaları, İsrail’i iyiden iyiye savaş psikolojisine sokmuştu. Başbakan Levi Eşkol, bir kısım subaylarca korkaklıkla suçlanıyor ve her tarafta halkı savaşa tahrik edecek yayınlar yapılıyordu. Baskılara dayanamayan birlik hükümeti, çalışmaları 1956 yılında başlayan Odak Harekatı’nın hayata geçirilmesine yeşil ışık yaktı. Artık her şey, savaş için hazırdı…

5 Haziran 1967 sabah 07:40’da, İsrail Hava Kuvvetleri envanterindeki uçakların neredeyse tamamı birden havalandı. 200 savaş uçağı, kendilerini doğudan bekleyecek Mısırlıları şaşırtmak için, önce kuzeye ve sonra batıya uçtuktan sonra, Akdeniz üzerinden hedeflerine ilerlediler. Dakikalar sonra, Mısır’a ait 11 hava üssü birden İsrail uçakları tarafından bombalandı; savaş, resmen başlamıştı.

Odak Harekatı ile henüz yerdeyken imha edilen iki Mısır uçağı.

  • İsrail uçakları tarafından adeta baskına uğrayan Mısır ordusu neredeyse hiçbir karşılık veremedi, yüzlerce Mısır uçağı hiç havalanmadan imha edilmişti bile.

Şansı ve belki biraz da becerisiyle uçağını kaldırabilen birkaç Mısırlı pilot da ne yapacaklarını pek bilemeden oradan oraya uçmaktan ya da İsrail uçakları için kolay hedefler olmaktan öteye geçemediler. Henüz ilk şok dalgası atlatılmadan, saat 10:00 civarında tekrar havalanan İsrail uçakları, ilk saldırıdan geriye kalan ne varsa imha etmek için Mısır’a doğru hareket ettiler. Odak Harekatı’nın ikinci aşaması da tamamlandığında, 5 Haziran 1967 gününün öğlen saatlerine varmadan, Mısır’a ait 320 uçak bombalanmış ve kullanılamaz hale getirilmişti. Bu, savaşın gidişatını epeyce belli eden bir durumdu amma velakin hesapta olmayan birkaç şey daha vardı…

Mısır'a ait savaş uçaklarının büyük çoğunluğu daha havalanmaya fırsat dahi bulamadan imha edildi.

Aynı günün öğleden sonrasında bu kez karadan harekete geçen İsrail birlikleri, Sina Yarımadası’nı kuzey ve merkezden geçmeye başladılar. Hava desteğinden mahrum kalan Mısır ordusu ise güneyde sıkışıp kaldı. Mısır’dan gelen yanıltıcı haberlere itibar ederek uçaklarını kaldıran Ürdün, Suriye ve Irak da, İsrail’e yeni cepheler açma ve buralarda ilerleme fırsatını adeta altın tepside sundular.

  • Üç ülkeden kalkan savaş uçaklarının düzenlediği saldırıların hiçbir etkisi olmadı; zira Mısır Hava Kuvvetleri’ni devreden çıkaran İsrail, bölgenin üstünde tartışmasız bir hakimiyet kurmuştu.

Savaşın kaybedileceğinin anlaşılması üzerine Batı Şeria'da ayrılmaya çalışan Filistinliler.

Hızını alamayan İsrail uçakları, Ürdün, Suriye ve Irak’ın içlerine doğru ilerleyerek bu ülkelerde bulunan toplam altı havalimanını da bombaladı. Bu sıralardaysa Mısır sokakları adeta bayram yeri gibiydi. Radyo yayınlarıyla cuş’a gelen Mısırlılar, savaşın kazanıldığını ve hatta kendi birliklerinin İsrail içlerine doğru ilerlediğini sanıyorlardı. Akşam saat 20:00 sularındaki yayınlarda dahi 100’e yakın İsrail uçağının imha edildiği ve Mısır tanklarının ilerleyişe devam ettiği müjdeleniyordu. Oysa çok geçmeden gerçekle yüzleşeceklerdi…

İsrail ordusu, çok sayıda Mısırlı askeri esir aldı.

Savaşın ikinci gününde Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülhakim Amir, Sina’nın güneyindeki birliklerine bölgeden çıkarak 24 saat içinde Süveyş’in batısına geçmeleri emrini verince Mısır cephesi artık tamamen çökmüş oldu. İsrail askerleri de dönüş yolundaki Mısırlıların peşine düşerek ilerleyişlerini hızlandırdılar ve binlerce Mısırlıyı öldürüp binlercesini de esir aldılar. Her şey hızla devrilip yuvarlanıyordu. ABD ve SSCB’nin ikili görüşmeleri sonrasında toplanan BM Güvenlik Konseyi, acil ateşkes sağlanması için sunulan bir tasarıyı kabul etti. Tabii bunun uygulamaya konması için o kadar da acele edilmedi.

7 Haziran 1967 günü, İsrail kuvvetleri, Ürdün’ün kontrolündeki Batı Şeria’yı da ele geçirmeyi başarmıştı.

İsrail askerileri artık Doğu Kudüs’e geçmiş, eski şehrin surları içine girmiş ve dünya tarihi için son derece önemli bir işgali gerçekleştirmişlerdi. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü kaybeden Ürdün, hemen o gün ateşkesi kabul etmek durumunda kaldı.

İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, Genelkurmay Başkanı Yitzhak Rabin ve Kudüs Cephesi Komutanı Uzi Narkiss, Mescid-i Aksa'nın içinde.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararına rağmen İsrail, Suriye sınırında gerilimi tırmandırmaya devam etti; savaşın 4’üncü gününden bölgeden çok sayıda patlama sesi geliyordu. Aynı günün sonlarına doğru Mısır da ateşkesi kabul etti ve cepheden çekilmek zorunda kaldı.

9 ve 10 Haziran günlerinde Suriye üzerine ilerlemeye devam eden İsrail, Golan Tepeleri’ne hakim de olmayı başardı ve Şam’a 35-40 kilometre kadar yaklaşılması üzerine Suriye de ateşkesi kabul etti. Ürdün, Mısır ve Suriye’nin ateşkesi kabul etmesiyle birlikte savaş sona erdi ve İsrail, yalnızca altı gün devam eden bu savaşın sonunda mutlak bir zafer elde etti.

İşgalin ardından Ağlama Duvarı'na ulaşan ilk İsrail askerleri Zion Karasenti, Yitzhak Yifat ve Haim Oshri (Soldan sağa), tarihin en ikonik pozlarından birini verdiler.

Gazze ve Sina Yarımadası’nı Mısır’dan, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ü Ürdün’den ve Golan Tepeleri’ni de Suriye’den alan İsrail, sınırları sebebiyle hissettiği baskıyı büyük ölçüde üzerinden atmayı başardı. İsrail artık doğal bir takım bariyerlere sahipti: Batıda Süveyş Kanalı, doğuda Ürdün Nehri ve kuzeyde Golan Tepeleri. Yıllardır arzulanan stratejik derinlik sağlanmıştı.

  • Panarabizm hayalleri ve bölge hakimiyeti iddiasıyla gelişen Altı Gün Savaşı süreci, İsrail’in bölgeye iyiden iyiye yerleşmesine ve hatta büyüyüp “semirmesine” vesile olmaktan öteye geçmemişti…

İsrail Doğu Kudüs'ü işgal ettikten sonra ilk iş olarak Mağripliler Mahallesi'ni yıktı ve Ağlama Duvarı'nın önündeki açık alanı oluşturdu.

Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnâsır, yaşadığı hezimetin ardından istifa etti, ancak halktan gelen baskı sebebiyle çok geçmeden görevine geri döndü. Geri kalan vaktinde daha sakin politikalar izleyen Abdünnâsır, 28 Eylül 1970 günü geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Kendisinden sonra yerine gelen Enver Sedat ise İsrail’e karşı oldukça ılımlı politikalar izledi. 1977 yılında Kudüs ve İsrail’i ziyaret eden Sedat, İsrail’in tanınmasına kadar giden yolu açtı ve Mısır, İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi olarak tarihe geçti. Tabii Enver Sedat da bu politikaların bedelini canıyla ödedi…

İsrail ile barışan adam: Enver Sedat
Mecra

Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, ABD Başkanı Jimmy Carter ve İsrail Başbakanı Menachem Begin (Soldan sağa)

Ürdün’ün genç kralı Hüseyin, uzun yıllar daha tahtta oturmaya devam etti. Savaşın ardından çok daha fazla Filistinli mültecinin ülkeye akın etmesiyle birlikte yeni problemler ortaya çıktı. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün faaliyetlerinden rahatsız olan Kral Hüseyin, dönemin Pakistan Cumhurbaşkanı Ziyâülhak’ın da desteğiyle birlikte Filistinlilere karşı bir operasyon başlattı ve iki yıl süren olaylar, 25 bine yakın Filistinlinin ölümünün ardından son buldu. 1994 yılında yürütülen görüşmeler sonrasında Ürdün ve İsrail arasında barış anlaşmasına varıldı. Kral Hüseyin ve dönemin İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in katılımıyla, Beyaz Saray’da imzalanan anlaşmayla Ürdün, İsrail’i tanıyan ikinci Arap ülkesi oldu

Kral Hüseyin, ABD Başkanı Bill Clinton ve İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin (Sağdan sola)

Suriye’de ise savaşta yaşanan hezimetin ardından yeni aktörler sahneye çıktı. Hafız Esed, 1970 yılında gerçekleştirdiği darbeyle ülke yönetimini ele geçirdi ve ölene kadar da bu gücü elinden bırakmadı. Baba Esed’in ölümüyle koltuğuna oturan Beşşar Esed ise ülkeyi bir iç savaşa sürükledi ve 500 binden fazla insanın hayatını kaybetmesine sebep oldu.

1967 Arap-İsrail Savaşı; tarihî, coğrafî ve sosyolojik açıdan, cephedekinden çok daha fazlasına tesir etti. Savaşın ortaya koyduğu sonuçlar yeni sebeplere, o yeni sebepler de yepyeni sonuçlara yol açtı.

Kudüs, bugün hala “Ortadoğu sorununun” odağında.

İçinden çıkılmaz bir sarmal haline gelen Kudüs meselesi, bugün hala “Ortadoğu sorununun” tam ortasında öylece ve hiç olmadığı kadar sahipsiz bir halde duruyor. Her ne kadar tarihe “Altı Gün Savaşı” olarak geçmiş olsa da, dünü, bugünü ve ileriye dönük emareleriyle birlikte düşünüldüğünde, bu savaşın nihayetlenmediğini ve o altı günün yıllardır bitmediğini söylemek hiç de zor değil.