Ürdün'ün İsrail'le soğuk barışı: Vadi Arabe

ÜMMÜHAN KEVSER KIPRAMAZ
Abone Ol

Tam 30 yıl önce bugün, 26 Ekim 1994'te, Ürdün ve İsrail arasında Vadi Arabe Barış Anlaşması imzalandı. Anlaşmayla Doğu Kudüs'te Müslümanlara ait dinî mekânların kontrolü Ürdün'e bırakıldı ve Ürdün, Mısır'dan sonra İsrail'i resmen tanıyan ikinci Arap ülkesi oldu.

Ürdün Haşimi Krallığı'nın, Ortadoğu’daki müttefikleri ile 1948 ve 1967'de İsrail'e karşı yürüttüğü savaşlarda oynadığı önemli rol, Amman'ın Arap dünyasında işgal devletine karşı direnişin kalesi olarak konumunu güçlendirmişti. Aynı şekilde 1973 savaşında Ürdün bir kez daha İsrail’in karşı safında yer almıştı.

İsrail sınırındaki askerlerini denetleyen Ürdün Kralı Hüseyin, 1967.

Ürdün ile İsrail arasındaki perde arkası görüşmeler, Kral Hüseyin Bin Talal ve İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres'in 1987'de Amman'ın İsrail işgali altındaki Batı Şeria'nın kontrolünü yeniden ele geçireceği bir barış anlaşması düzenleme girişiminden önce bir süredir devam ediyordu.

“Ürdün-İsrail dostluğu”, İsrail'in içinden gelen engeller nedeniyle hep başarısız olmuştu. Ancak barış anlaşmasına ilişkin tartışmalar, İsrail'in Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve lideri Yaser Arafat ile 1993’te imzaladığı Oslo Anlaşmaları'nın hemen bir yıl sonrasında yeniden gündeme geldi.

Kral Hüseyin'e, barış anlaşması imzalanması halinde Ürdün'ün borçlarının silineceğine dair söz veren dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın ciddi baskısıyla müzakereler başladı.

Ürdün-İsrail arasındaki savaş durumunun sona erdiğini ve BM Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 sayılı kararlarının temel alınacağı adil bir barışçı görüşmenin yapılacağını belirtilen Washington Deklarasyonu imzalanırken.

ABD, Ürdün ve İsrail, 25 Temmuz 1994'te ABD'nin başkentinde Washington Deklarasyonu'nu imzalayarak Amman ile Tel Aviv arasındaki savaş durumunu resmen sona erdirdi ve barış görüşmelerine başlandığını tüm dünyaya ilân etti.

İp üstünde bir hayat: Kral Hüseyin
Mecra

Şimon Peres (solda), Yitzhak Rabin (ortada) ve Ürdün Kralı Hüseyin (sağda), İsrail-Ürdün barış anlaşmasını imzalamadan önce.

  • 3 ay sonra Ürdün Başbakanı Abdusselam el-Mecali ve İsrailli mevkidaşı Yitzhak Rabin, Clinton ve diğer yetkililerin gözleminde 26 Ekim 1994'te 46 yıl süren savaş halini sona erdiren Vadi Arabe Barış Antlaşması'nı imzaladı.

Ürdün-İsrail sınırı yakınında törenin yapıldığı vadinin adını taşıyan Vadi Arabe Anlaşması’yla Ürdün, İsrail'i tanıyan ikinci Arap devleti oldu ve böylece Yahudi devletiyle uzun sınırını resmiyete döktü.


Anlaşmanın şartlarına göre, iki komşu devlet arasında ekonomik bağlar, ticaret, güvenlik, istihbarat paylaşımı ve su tahsisi dahil olmak üzere bir dizi yeni gelişmelere kapı aralayan açık ilişkiler kuruldu.

Ürdün’ün güney sınır kapısı Vadi Arabe’de düzenlenen törenle birlikte, Ürdün, Mısır’dan sonra İsrail’i resmen tanıyan ikinci Arap ülkesi oldu.

İsrail-Ürdün Barış Anlaşması, büyük bir coşkuyla kutlanmıştı.

Anlaşma ve protokolleri, ülkenin resmî web sitesinde "adil, kapsamlı ve kalıcı bir barış için sağlam bir temel oluşturma" çabası olarak takdir edildi. "Ürdün'e işgal altındaki toprakların (yaklaşık 380 kilometre kare) restorasyonunun yanı sıra Yermük ve Ürdün Nehirlerinden adil su paylaşımı garantisi verdi." Anlaşma, ayrıca 1946'daki bağımsızlığından bu yana ilk kez Ürdün'ün batı sınırını da net bir şekilde tanımlayarak İsrail’in, “Ürdün Filistin toprağıdır” iddiasını da kâğıt üzerinde ortadan kaldırmış oldu.

  • ABD Başkanı Bill Clinton'ın himayesinde imzalanan antlaşma, Ürdün'e, Kudüs'teki dinî işleri denetleme hakkını vererek Mescid-i Aksâ ve Kudüs’teki vakıflar, Ürdün Vakıflar, Kutsallar ve İslâmî İşler Bakanlığı’na bağlı Kudüs Vakıflar Dairesi himayesine bırakıldı ve "İsrail'in Ürdün Haşimi Krallığı'nın Kudüs'teki kutsal mekânlardaki mevcut durumuna saygı duyması" kararlaştırıldı.

Akabe'deki kraliyet konutunda Kral Hüseyin, Yitzhak Rabin ile anlaşmayı kutluyor, 26 Ekim 1994.

Anlaşmanın imzalanması, Batı'nın Ürdün'e yönelik işbirliğini ve yardımını, özellikle de ABD'den gelen ekonomik kolaylıkları ve ticarî ve askerî yardımı artırdı.Ürdün hükümeti Washington'un Ortadoğu'daki kilit müttefiklerinden ve ortaklarından biri haline geldi. Batılı istihbarat teşkilatları o zamandan beri Amman'ı bölgede önemli bir merkez olarak kullanmaya devam etmektedir.

Hamas: İslâmî bir izdüşüm
Mecra

Anlaşmanın sonrası…

Batılı ve İsrailli kaynakların anlaşmaya yönelik övgü ve iyimserliklerine rağmen, birçok olumsuz yön ve sonuç ortaya çıktı. 25 Eylül 1997'de İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'ın ajanları, Filistin İslâmî Direniş Hareketi Hamas'ın lideri Hâlid Meşal'e suikast düzenlemek üzere Amman'a gönderildi. İsrailli ajanlar, Ürdün vatandaşı Meşal’in Amman'daki ofisine gittiği sırada kulağına öldürücü bir toksin enjekte etmişlerdi. Zehir, Meşal'in kulağına enjekte edilmişti ama Meşal’in iki koruması saldırıya tanık olmuştu. Ve bir süre göğüs göğüse çatışmanın ardından suikastçılardan ikisini yakalamayı başarmışlardı.

Meşal'e suikast girişimi, Ürdün ile İsrail arasında yeni imzalanan barış anlaşmasını geçersiz kılma tehlikesi yaratan diplomatik bir tartışmayı ateşledi.

Hâlid Meşal'e suikast girişimi
Mecra

Barış anlaşmasının 3 yıl sonrasında Mossad ajanları, Amman’da Hamas lideri Hâlid Meşal’e suikast girişimi gerçekleştirmişti.

Öfkeli Kral Hüseyin, Meşal suikastına izin veren İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'yu panzehiri vermeye zorlamak için Clinton'a kulis yaptı ve panzehrin Meşal'in hayatını kurtarmak için zamanında gelmemesi halinde barış anlaşmasının da onunla birlikte öleceğini ve Özel Kuvvetler ile İsrail Büyükelçiliği'ne saldırmakla tehdit etti. ABD'nin uyguladığı baskı karşısında İsrail'in boyun eğmekten başka seçeneği kalmadı ve Meşal hayata geri döndü.

Suikast girişimi başarısız olmasına rağmen Ürdün ile İsrail arasındaki ilişkileri önemli ölçüde geriletti. Kral Hüseyin'in Tel Aviv'in barışa olan bağlılığına olan güveni kötü bir şekilde etkilendi. Bu olayı, Ürdün ile İsrail arasındaki ilişkilerde çok sayıda hayal kırıklığı izledi: İsrail işgali ve Filistinlilerin haklarının devam eden ihlalleri, işgal altındaki Filistin halkına apartheid rejimi olarak adlandırılan rejimin dayatılması, işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs'te yalnızca Yahudilerin yaşadığı yasa dışı yerleşim birimlerinin kontrolsüz ve yasadışı olarak büyümesi…

Ancak her şeyden önemlisi İsrail, Ürdün'ün Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'nın resmî koruyucusu olma pozisyonuna tamamen saygısız olduğunu gösterdi. Yahudi yerleşimciler, İsrail polisinin ve güvenlik güçlerinin tam desteğiyle Beytü’l-Makdis’te onlarca yıldır sayısız kez silahlı saldırıları gerçekleşti.


Mescid-i Aksâ; Vadi Arabe Barış Anlaşması’na göre Ürdün Vakıflar, İslâmî İşler ve Mukaddesat Bakanlığı’na bağlı Kudüs İslâmî Vakıflar İdaresinin himayesinde bulunmasına rağmen Yahudiler, yıllardır idarenin izni olmadan İsrail'in tek taraflı kararıyla polis eşliğinde kutsal mabede baskın yapıyor.

Amman ve Tel Aviv, özellikle 10 milyar dolarlık doğalgaz tedarik anlaşması ve su paylaşımı konusunda birbirleriyle işbirliği yapmaya devam etse de, Ürdün vatandaşlarının Vadi Arabe Anlaşması’na protestoları devam ediyor.

Kral Abdullah, 2009'da verdiği bir röportajda Haşimi Krallığı ile kendi kendini ilân eden Yahudi devleti arasındaki anlaşmanın "soğuk bir barış olduğunu ve ilişkilerinin giderek soğuduğunu" itiraf ederek bunu en iyi şekilde ortaya koydu.

Vadi Arabe Anlaşması'nın imzalanmasından bu yana neredeyse otuz yıl geçtiyse de iki ülke arasında çok az şey değişti.