Mesih’in dönüşünü kamerayla beklemek: Amerikan Kolonisi

İSMAİL ÇAĞILCI
Abone Ol

Amerikan Kolonisi, 1881'de Kudüs'te Anna ve Horatio Spafford liderliğindeki Hristiyan ütopik bir cemiyetin üyeleri tarafından kurulan bir koloniydi. Kökenleri 1871 Şikago yangınından sağ kurtulan ve çocuklarının ölümünden sonra Kudüs'e taşınan Spafford ailesine dayanan bu koloni, başlangıçta başka başka inançlara sahip nice insanı kendine çeken Kudüs’ün artık Şikagolu Evanjelik muhâcirlerinden müteşekkildi. Hayır hasenat niyetiyle başlatılan koloni ailenin ölümüyle kızları Bertha Spafford Vester'in vesayetine kalmış, zamanla nüfus olarak büyümüş ve faaliyet alanları çeşitlilik göstermişti. Hesapta olmayan bir şekilde ortaya çıkan yetimhane ve fotoğraf stüdyosuyla varlığını 1950'lere değin sürdüren Amerikan Kolonisi’nin Kudüs sergüzeşti, Türk Hükümdarlığının son günlerini, II. Cihan Harbi'ni, İngiliz Mandası'nı, İsrail'in doğuşunu ve Altı Gün Savaşları'nı dönemin fotoğraflarıyla canlı bir şekilde tasvir etmektedir.

24 Aralık 1925, Perşembe. Kudüs El Sanatları ve Terzilik Okulu’nda, her yılın bugününde olduğu gibi tatlı bir telaş yaşanıyor; öğrenciler ve davetliler çeşit çeşit pasta, çörek ve şekerlemeyle bezeli mükellef bir sofranın etrafında toplanıyordu. Yafa’nın köylerinde Monet tablosuna benzer manzaralar sunan portakal bahçelerinin tazecik mahsulleri ve bugünlerin olmazsa olmazı çam ağacı da salondaki yerini almıştı. Okul boydan boya süslenmiş, herkes özenle giyinip kuşanmış, yüzlere de bu anlamlı çay partisine yaraşır cinsten tebessümler kondurulmuştu. Biraz sonra çocuk korosunun söylediği şarkılarla kutlamalar başladı; ikramlıklar sohbetlere katık edildi, hızla boşalan çay bardakları aynı hızla dolduruldu, danslar edildi, oyunlar oynandı… Okulun hâmisi Amerikan Kolonisi’nin o günlerdeki lideri Bertha Spafford Vester, bu Noel arefesinden öncekilere nazaran çok daha fazla keyif alıyor ve bunu da yüzündeki ifade vesilesiyle etrafındakilerle paylaşıyordu. Birkaç saat devam eden parti sona erdiğinde, eğlencenin tadı ev sahibinin damağında kalmıştı. Kararan havaya aldırmayan Bertha, Genç Hristiyan Erkekler Birliği yöneticisi dostları Dr. A.C. Harte’ın davetiyle, Beytullahim yolu üzerinde bir merada bulunan eşine katılmak üzere okuldan ayrıldı. Şüphesiz ki bu icâbet kararında güzel havanın da payı vardı. Normalde yılın bugünleri soğuk ve belki de yağışlı geçerdi; ancak o akşam “ılık” denebilecek bir hava vardı ve bunu fırsat bilen gökyüzü de yıldızlı bir elbise kuşanmış, yakasına da parlaklığıyla göz alan, değirmi bir broş kondurmuştu.

Bertha, okulun hemen önünden aşağılara uzanan yol boyunca, biraz evvel eşlik ettiği şarkıları mırıldanarak yürümeye koyuldu. Şahitlik ettiği istisnaî manzara, ona bu gecenin gerçekten kutsandığını düşündürmüş ve neşesini iyiden iyiye artırmıştı. Bir süre sakince yürüdükten sonra, yokuşun dibinde belli belirsiz hareket eden karaltılara takıldı gözü. Her adımda biraz daha büyüyen gölgeler, biraz sonra daha net seçilir oldu; kucağında bohça taşıyan yaşlıca bir kadın, yorgunluğu gençliğine galebe çalmış bir diğeri, yine gençten sayılabilecek bir adam ve yanlarında bir eşek... Bertha, merakla yanlarına sokuldu ve genç kadının yorgundan ziyade hastalıklı olduğunu fark etti. Nereye gidiyorsunuz böyle, diye sordu heyecanla. Adam, Bertha’nın yüzüne bakmadan cevapladı: Allahuâlem! Genç kadının durumu ve ihtiyarın kucağındaki bohçadan gelen “bu âlemde çok yeniyim” ciyaklaması, Bertha’yı telaşlandırmıştı.

Yahudilerin başarısız denemeleri: Kurulamayan devletler
Mecra

Bertha Spafford.

-Hanımefendi çok hasta görünüyor!

-Farkındayım. Altı saat eşek sırtında yol tepip karımı ve bebeğimi hastaneye getirdik; ancak hasta kabul etmediklerini söyleyip, bizi geri çevirdiler. Bugün sizin bayramınızmış!

Bertha’nın biraz evvelki neşeli hâlinden eser kalmamıştı. Yüzünün ay ışığıyla aydınlanan yanında telaş, gölgede kalanındaysa hayret vardı şimdi. Telaşının sebebi malûmdu, hayretininkini izah etmekse çok güçtü. Gizlice doğum yapmak zorunda kalan bir anne ve ahırda dünyaya gelen oğlunu yâd eden ilâhiler söylemeye gittiği sırada, en fazla birkaç günlük bir lohusa ve bebeğiyle karşılaşmıştı. Karşımda rustik bir Madonna var, diye fısıldadı kendi kendine. Bir anlık dalgınlıktan sıyrıldığında, etrafta toplanan insanları fark etti ve içlerinde evvelden tanıdığı bir kadına dönerek, anneyi bir süre misafir etmesini rica etti. Bertha, devlet hastanesinin kadın komitesindeydi ve bu vesileyle hastayı oraya yatırabileceğini düşünmüştü. Hastaneye vardığında, adamın sitemkâr sözlerinde ne kadar haklı olduğunu gözleriyle gördü; İngiliz hemşirelerin hiçbiri ortada yoktu. Kendi çabasıyla bir sedye ve onu taşıyacak iki hamal bulmayı başardı ve neredeyse bir saat geçmeden hasta anneyi ve bebeğini hastaneye ulaştırdı. Bununla da yetinmeyip, annenin rahat bir yere yerleşmesine ve bebeğin yıkanıp yedirilmesine de yardım eden Bertha; bir süre daha onlarla kaldıktan sonra, gecenin ilerleyen saatlerinde hastaneden ayrıldı ve evin yolunu tuttu.

Noel sabahı, daha şimdiden baharın haberciliğini üstlenen bir güne uyandı şehir. Güneşin parlak ve sıcak saçıntıları camlardan odalara taşıyor, kuş cıvıltıları kulaklardan içeri hücûm ediyordu. Eşi ve çocuklarıyla birlikte oturduğu kahvaltı masasında bu güzel bayram sabahının maddî ve manevî tadını çıkaran Bertha, dışarıdan gelen sesle dün gece yaşananları hatırladı birden; heyecanlı bir el, olanca gücüyle kapıya inip kalkıyordu. Kapıya vardığında, dün hastaneye yatırdığı genç kadının eşini buldu karşısında. Adamcağız, kucağında bebeğiyle beraber, ağlamaklı bir hâldeydi. Karısının öldüğünü ve bebekle birlikte ortada kaldığını, birbirini tekrar eden cümlelerle anlattı Bertha’ya. Biraz sakinleştikten sonra da asıl gelme amacını açık etti nihayet; bebeği, Amerikan Kolonisi’ne emanet etmek istiyordu!

-Oğlumu o mağaraya getiremem, annesi yanında olmadan orada perişan olur. Lütfen ona sahip çıkın.

Bertha’nın evinin de bulunduğu Amerikan Kolonisi yerleşkesinden bir görünüm.

Bertha, kocasının tüm ikazlarına rağmen, dün gece şahit olduğu manzaranın da tesiriyle, bebeği kabul etti. Okulda ardiye olarak kullanılan odalardan birini bebek için düzenledi ve hemşirelerden birini de adını Noel koyduğu bebeğin bakımıyla görevlendirdi. Hadisenin duyulması, beklenmedik gelişmeleri de beraberinde getirdi. Olayın üstünden bir hafta geçmeden, okula iki bebek daha bırakıldı. Bebek bakmak, maliyetli bir işti ve Bertha’nın üç bebeğin masrafını karşılayacak gücü yoktu. Nüfuzunu kullanarak tâ Amerika Birleşik Devletleri’nde bir fon oluşturulmasını sağladı ve buradan gelen yardımlarla okul binasını tamamen yetim çocukların bakımına tahsis etti. Kısa süre içinde 60 kişi kapasiteli, cerrahî müdahalelere dahi elverişli bir bebek bakımevi ortaya çıktı.

Bertha, bu hesapsızca ortaya çıkan müesseseye Amerikan Kolonisi’nin kurucularından annesinin adını verdi: Anna Spafford Yetimhanesi!

Uzun yıllar boyu faaliyetlerini sürdürecek olan yetimhane, yeni doğan bir bebek vesilesiyle işte böyle kuruldu; ancak Spaffordların ve Amerikan Kolonisi’nin Kudüs sergüzeşti, bu hadiseden onlarca yıl evvel, beş çocuğun talihsiz ölümüyle başlamıştı.

***

8 Ekim 1871, Illinois, Amerika Birleşik Devletleri. Eyaletin en büyük şehri Şikago’nun kalabalık mahallelerinden birinde ailesiyle birlikte yaşayan Catherine O’Leary, mutat işlerinin sonuncusunu da yerine getirmek üzere, bir elinde gaz lambası ve diğerinde kovayla birlikte ahıra geçmişti. Her akşam olduğu gibi, ilkin şöyle bir etrafı kolaçan eden Catherine, her şeyin yolundalığından emin olduktan sonra da hayvanlarının mümbit memelerine sokulmuştu. Tazyikle kovaya dolan sütün sesi eşliğinde sakince devam eden bu eylem, hayvanlardan birinin irkilmesiyle son buldu. Cüssesinden de büyük bir hareketle ayağını savuran hayvancağız, sahibinin gaz lambasını ahırın bir köşesine savurdu ve parçalanan gaz lambasından dışarı sızan alev, ahırda istifli otları tutuşturdu. Her şey saniyeler içinde olup bitmişti ve Catherine’in kendisini dışarı atmak dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Önce O’Leary ailesinin ahırı tutuştu, ardından evleri... Şehrin çok büyük bir bölümü ahşap yapılı binalardan oluşuyordu; yangın, komşu evlere sıçramakta zorlanmadı. Akşamın sakinliğine sığınan mahalleli, ne olduğunu anlayana kadar bütün bir mahalle alevler içinde kaldı. Öğlenden beri devam eden rüzgârın da etkisiyle, birkaç saat içinde civar semtlere ulaşan yangın, sonraki gün boyunca da büyümeye devam etti. Nihayet 9 Ekim’in geç saatlerinde başlayan yağmurun da yardımıyla hızı kesildi ve 10 Ekim’in akşamına doğru artık tamamen kontrol altına alınabildi. Alevler sinmiş, yerlerini ise bütün bir Şikago’dan yükselen dumanlar almıştı. 17 binden fazla bina yanmış; 100 binden fazla insan evini, yüzlercesiyse hayatını kaybetmişti. Koca bir şehir, adeta kül olmuştu.

1948 öncesi Filistin halksız bir vatan mıydı?
Mecra

Büyük Şikago Yangını’nı tasvir eden bir çizim.

“Büyük Şikago Yangını”nın maddî yaraları kısa süre içinde sarılsa da ahalinin ruh hâli üzerindeki tahribatını gidermek hiç de kolay değildi. Şehrin üçte biri evinden olmuş, on binlerce hayat da temelinden sarsılmıştı. Bu, kimileri için bir iki yılda atlatılabilecek bir şok değildi. İşte Anna Spafford da bu şoku bir türlü atlatamayan Şikagolulardan biriydi. Avukat kocası Horatio ve dört kızıyla birlikte yangından canlarını kurtarmışlardı; ancak evleri tamamen yanmıştı. Her ne kadar birkaç ayda en azından başlarını sokacak yeni bir eve kavuşsalar da Anna, bir türlü eski hayatına dönmeyi başaramadı. Bu duruma yakinen şahitlik eden ve eşine yardımcı olmanın yollarını arayan Horatio; ailesini bir Avrupa seyahatine çıkarmaya karar verdi. Takvimler 15 Kasım 1873’ü gösterdiğinde, Anna ve dört kızı, Fransa’nın Le Havre şehrine gitmek üzere New York’tan hareket eden SS Ville du Havre adlı gemiye bindiler. Horatio ise katılması gereken sürpriz bir dava nedeniyle geride kaldı.

Keyifle başlayan yolculuğun birinci haftası henüz dolduğunda, Spaffordlar, yeni bir felâkete daha uğradı. SS Ville du Havre, İngiliz Kanalı’nın girişinde Glasgow’dan hareketle Avustralya’ya yol alan Loch Earn adlı yük gemisiyle çarpıştı. Neredeyse hiçbir kaçınma olmadan, tam yol seyir hâlinde yaşanan çarpışmanın şiddetiyle ikiye bölünen gemi, çeyrek saatte Kelt Denizi’nin soğuk sularına gömüldü. 313 yolcu ve mürettebattan yalnızca 87’si hayatta kalmayı başarabilmişti. Anna Spafford, Büyük Şikago Yangını’nın ardından, bir faciadan daha sâlimen çıkmıştı; ancak dört kızı, bu kez onun kadar şanslı değildi. Kazadan dokuz gün sonra ancak karaya ayak basabilen talihsiz kadın, derhâl bir telgrafla kocasına haber verdi: “Bi’ tek ben kurtuldum. Ne yapacağım?..” Horatio Spafford, haberi alır almaz bir başka gemiyle yola çıktı ve karısını da yanına alıp, Şikago’ya döndü. Anna’nın rûhen toparlanabilmesi umuduyla çıkılan seyahatten geriye, uyanmakla bitmeyen bir kâbus kalmıştı. Genç kadının içine düştüğü buhran, birkaç yıl sonra, 1878’in ilkbaharında Bertha’nın doğumuyla biraz olsun sona ermiş; ancak iki yıl sonra dünyaya gelen oğulları Horatio Jr.’ın ölümü, aileyi bir kez daha yıkıma uğratmıştı. Horatio ve Anna, Kalvinist Presbiteryen Kilisesi’ne müntesip, dindar kimselerdi. Ancak bir kez daha evlat acısı yaşayan çift, tüm bunların ardından, bağlı oldukları kiliseyi ve inançlarını da sorgular hâle gelmişti.

  • Presbiteryenler, çocukların cennete giremeyeceğine inanıyordu ve bunu düşünmek bile Anna için katlanılmazdı artık. Spaffordlar, hissettikleri ve düşündükleri şeyleri cemaatleriyle paylaştıklarında, çok da sürpriz olmayan bir karşılık aldılar ve kendilerine destek olan az sayıdaki arkadaşlarıyla birlikte aforoz edildiler!

Anna, Bertha ve Grace Spafford.

Artık bir başka yerde yeni bir düzen kurmanın mecburiyetine inanan Horatio; ailesiyle birlikte daha mütedeyyin bir hayat yaşamak umudu ve belki Mesih’in dönüşüne şahit olmak iştiyâkıyla, bu kez çok daha uzak bir coğrafyanın yolunu tuttu: Kudüs!Anna, Horatio, Bertha ve yılın ilk günlerinde doğan ikinci kızları Grace, beraberlerindeki 16 “muhacir”le birlikte kadîm beldeye vardığında, takvimler Eylül 1881’i gösteriyordu. Şehre dair hiçbir hazırlığı ve planı olmayan bu yirmi kişilik grup, ilk haftalarda El Halîl Kapısı yakınlarında bulunan Akdeniz Oteli’nde kaldı. Otel günleri sırasında hem şehri yakından tanımak hem de grubun tamamının ihtiyacını karşılayacak bir ev bulabilmek için sık sık Kudüs sokaklarını adımlayan Horatio; aradığı evi tam altı hafta sonra, surların hemen dışında, Şam ve Sahîra Kapılarını manzara eden tepede buldu. Daha sonraları albaylığa kadar terfi ederek “Yusuf Bey” namıyla anılacak genç bir Osmanlı subayına ait olan ev, kırk Fransız altını karşılığında, bir yıllığına kiralandı.

Asırlardır dünyanın dört bir yanından, başka başka inançlara sahip nice insanı kendine çeken Kudüs’ün artık Şikagolu Evanjelik muhâcirleri de vardı. “Amerikan Kolonisi”, her biri diğerine sebep olan onlarca sebebin ardından böylece peyda oldu. Şüphesiz ki bu nevzuhûr oluşum da bir şeylere sebep olacaktı…

***

Spaffordların öncülüğünde Kudüs’e yerleşen Amerikalılar, kısa sürede bir hayır-hasenat sistemi tesis etmeyi başardı. Dil ve din merkezli eğitimlerle başlayan süreç, bilhassa kadınlar ve çocuklarla ilgili tertiplenen faaliyetlerle yeni bir veçhe kazandı ve ahali arasında namlarının yürümesini sağladı. O dönem bölgede baş gösteren kuraklık ve beraberinde getirdiği kıtlık da şehrin bu yeni mûkimlerinin Kudüs sosyal hayatına nüfûz etmesini kolaylaştırdı. Spaffordlar, binlerce kilometre öteden getirdikleri tüm imkânları, yoklukla mücadele eden Kudüslüler lehine kullandı ve şehirde yaşayan hemen her kesimin güvenini kazandı. Cemiyeti şehirle sınırlamak istemeyen Horatio Spafford, 1882 sonbaharında, ailesiyle birlikte Ürdün Nehri’nin doğusuna geçti ve bölgenin önde gelen kabilelerine misafir oldu. Genişleyen etki alanı ve Horatio’nun gayretleriyle kurulan bağlantılar, ilgi ve desteği de artırdı. Müstansırlar, üyeler, aynî ve nakdî yardımlar ve faaliyetler günden güne çoğaldı. Şikagolu muhâcirleri mûkime tahvil eden “Amerikan Kolonisi” ismi de işte yine bugünlerde ortaya çıktı. Birkaç yıl içinde hayal edilenin ötesine geçen Amerikan Kolonisi, ilk büyük sınavını, kurucusunun ölümünün ardından verdi; tutulduğu sıtmadan bir türlü kurtulamayan Horatio Spafford, 25 Eylül 1888 günü hayatını kaybetti.

İsrail sömürgeciliğinin bir sınırı yok mu?
Mecra

Horatio Spafford.

Horatio’nun ölümü, devam eden tüm işlerin ve Koloni çatısı altında yaşayanların sorumluluğunu Anna Spafford’un omuzlarına yükledi. Artık 50’li yaşlarına yaklaşan Anna ise böylesi bir sorumluluğu üstlenmeye pek hazır görünmüyordu. İlk zamanlar hız kaybeden faaliyetler, birkaç yıl içinde epeyce geriledi. Yeni kaynaklar bulmak ümidiyle uzun bir aranın ardından Amerika yollarına düşen Anna’nın bu seyahati, Amerikan Kolonisi’nin sergüzeştinde yeni bir kapıyı araladı.

1894 yılının ortalarında Şikago’ya gelen Anna, buradaki İsveç Evanjelik Kilisesi’nin lideri Olaf Henrik Larsson ile temasa geçti. İsveç’in Göteborg şehri yakınlarındaki Grundsund’da doğup büyüyen Larsson, memleketindeki kilisenin önde gelenleriyle yaşadığı anlaşmazlıkların ardından, henüz birkaç yıl evvel Şikago’ya gelmişti. Kendisi gibi yine İsveç’ten göçüp gelen Matilda Johanna Persdotter ile ikinci evliliğini yapan Larsson; kilisesinde küçük bir cemaat oluşturmayı başarsa da arzu ettiği hayata kavuşamamıştı. Tam da yeni bir yol aradığı günlerde Anna Spafford ile tanışan bu heyecanlı vaiz, Anna’nın Kudüs’e ve oradaki yaşantıya dair anlatılarından epeyce etkilendi. Bu tanışıklıktan birkaç hafta sonra bir kez daha yola düşen Larsson, eşi Matilda’nın memleketi Dalarna’nın Nas köyüne yerleşti ve kafasındaki planı gerçekleştirmek için hazırlıklara başladı. Hâli, tavrı ve belâgatiyle kısa sürede köy halkı üzerinde büyük bir etki uyandırmayı başardı. İki yıla yakın devam eden Nas macerasının ardından, 38 yetişkin ve 17 çocuktan müteşekkil, “Mesih’in dönüşünü beklemeye” namzet bir grupla birlikte köyden ayrılan Larsson; 1896 Temmuz’unda kutsal topraklara ayak bastı.

Olaf Henrik Larsson ve Matilda Johanna Persdotter.


Larsson ve cemaatinin katılımı, Amerikan Kolonisi için bir dönüm noktası oldu. Mevcudunu bir anda ikiye katlayan ve yaklaşık 150 kişiye ulaşan Koloni, buradan sonra fiziksel alanını da genişletti.

Horatio’nun sağlığında satın aldıkları ve hâlihazırda yaşadıkları evin etrafındaki başka araziler de Amerikan Kolonisi bünyesine katıldı; mevcutların yanına misafirhane, mandıra, fırın, marangozhane, demirci gibi yeni birimler ihdas edildi. Müslüman kız çocuklarına yönelik eğitimler verecek olan Kudüs El Sanatları ve Terzilik Okulu, yine bu dönemde hayata geçirildi. Koloni, artık hayatın hemen her alanında çalışmalar yürütüyor ve bu hâliyle de Kudüs’teki ağırlığını hissettiriyordu. Şehrin kontrolünü elinde bulunduran Osmanlı yöneticileriyle de iyi ilişkiler kuran cemaat, Alman İmparatoru İkinci Wilhelm ve İmparatoriçe Augusta Victoria’nın şehri teşriflerinde kendisine ön saflarda yer buldu.

  • Dönemin Kudüs Belediye Başkanı Yasin el-Hâlidî’den gelen rica üzerine, bu önemli ziyareti kayıt altına almak için Koloni envanterine bir fotoğraf makinası dahil edildi. Diğer faaliyetlerin yanında çok da göze gelmeyen bu yeniliğin, Koloni’nin en büyük mirasının temelini oluşturacağından kimsenin haberi yoktu elbette.

Amerikan Kolonisi’nin mevcudu, İsveçlilerin de katılımıyla bir anda ikiye katladı.

Hristiyanlığı benimsemiş bir Yahudi olan ve 1890’ların başında Hindistan’dan Kudüs’e göçerek Koloni’ye katılan Elijah Mejers; Hint Alt Kıtası ve İngiltere tecrübeleri sırasında fotoğrafla tanışmış, bu genç sanata dair epeyce bilgi edinmişti. Wilhelm’in ziyaretini yakından takip etmek ve insanoğlunun görsel hafızasına katkı sunmak işi için, Meyers’ten başkası düşünülemezdi. Ziyaret öncesinde hazırlıklara girişen Meyers, Kudüs’ün benzersiz dinî mekânlarını ve şehirdeki sosyal hayatı fotoğraflayarak işe başladı: Kıble Mescidi, Kubbetu’s-Sahra, Dâvûd Kulesi, Getsemani, Ağlama Duvarı, Kıyâme Kilisesi, İsâ’nın geçtiği yollardan geçen adsızlar, sokak satıcıları, dilenciler, tedirgin çocuklar, yorgun ihtiyarlar; beyaz uhlanı ve miğferine kondurduğu kartalıyla, yağız atının üzerinde Kadîm Kudüs’e girmekte olan bir İmparator… Zamanla devasa bir arşive dönüşecek olan Amerikan Kolonisi fotoğraf koleksiyonun ilk negatifleri, işte bu manzaralarla pozitife alındı. Ziyaret günü, Mejers fotoğraflarla uğraşırken, Koloni’nin diğer birçok üyesi ise Wilhelm için tertiplenen organizasyonlarda görevliydi. Spaffordların artık 20’li yaşlarına adım atan büyük kızı Bertha da “Koloni’nin müstakbel yöneticisi” unvanıyla, ziyareti yakinen takip ediyordu. Wilhelm ve maiyetindekilerin, kendileri için hassaten açılan kapıdan geçmek üzere sur içine ilerleyişini evlerinin önünden izleyen Bertha Spafford, kortejin bir aralık duraklamasına ve Kayzer’in Türk yetkililerle ayaküstü konuşmasına yine buradan şahitlik etmişti. Bertha, o gün yalnızca görmekle yetindiği sohbetin detaylarını bilâhare başkalarından öğrenecekti. Wilhelm, yolun darlığından ve peşi sıra gelen topların manevra yapmasının güçlüğünden şikâyet etmişti. Alman toplarını çeken başka araçların aynı yoldan rahatça geçeceği günler, Bertha’nın da artık fiilen Koloni’nin yöneticisi olduğu döneme denk gelecekti.


Amerikan Kolonisi Koleksiyonu’nun ilk parçalarından biri; Kayzer Wilhelm ve maiyeti, Alman Lüteriyen Kilisesi’nden ayrılırken…

***

Amerikan Kolonisi, 20. asrın başlarında da faaliyetlerine tüm hızıyla devam ediyordu. Bertha Spafford, Koloni üyelerinden Frederick Vester ile 1904 yılında evlenmişti. Vester, cemaatin malî yapısını sağlam temeller üzerine oturtma çalışmalarında Bertha’nın en büyük destekçisi olmuş; kiralama acentesi ve hediyelik eşya dükkânı gibi yeni işletmelerin kurulmasına öncülük etmişti. Bu yeni dönemde Koloni adına yapılan önemli yatırımların başında, Elijah Meyers’in himâyesinde sürdürülen fotoğraf uğraşı vardı. Bir yandan Kudüs’ün sosyal hayatına dair detayları ölümsüzleştirirken bir yandan da cemaat bünyesindeki fotoğraf heveslilerini yetiştirmekle meşgul olan Meyers’in koleksiyonu, Koloni için yeni bir gelir kapısı olabilirdi zira.


Hikâyeleri ve tarihleriyle Kudüs'ün kapıları
Mecra

Bertha Spafford, cemaat üyelerinden Frederick Vester ile 1904 Mart’ında evlendi.

Bir süredir Meyers’ten fotoğrafçılık eğitimi alan Lewis Larsson, Eric Lind, Lars Lind, Furman Baldwin ve Gastgifvar Eric Matson da işe dahil edildi. El Halîl Kapısı’nın yakınlarında bir dükkân kiralandı ve “Amerikan Kolonisi Fotoğraf Stüdyosu” fikri burada tecessüm etti.

Bu gayretkeş ekip; fotoğraflar, tematik albümler, kartpostallar, stereograflar, büyülü fener için cam baskılar üretmek ve bunları Stüdyo üzerinden maddî kaynağa çevirmekten mesûldü. İşler beklenenden çok daha hızlı büyüdü ve Stüdyo, kısa sürede Koloni’nin göz bebeği departmanlardan biri hâline geldi. Kadrajlar daha geniş bir coğrafyaya çevrildi; bölgede yaşanan hemen her şey, Stüdyo ekibi vesilesiyle tarihin akışında bir yerlere sabitlendi.

  • El Halîl, Nablus, Mekke, Medine, Amman, Beyrut, Kahire, Filâî, Şam ve hatta İstanbul’dan manzaralar, Osmanlı topraklarındaki önemli mekânlar ve bölge insanın gündelik yaşantısına dair detaylar da Amerikan Kolonisi Fotoğraf Stüdyosu’nun koleksiyonu arasında kendisine yer buldu.

Kudüs'e göçüp, Amerikan Kolonisi'ne katılan G. Eric Matson (ayakta, en solda) ve ailesi.


Stüdyo ekibinden Lewis Larsson (sağda), çalışanlar Cemil ve Necîb Albina kardeşlerle birlikte.

Yeni asrın ilk dekadı tüm dünyayı etkisi altına alacak bir savaşın ayak sesleri eşliğinde geçip giderken, Filistin coğrafyası da dört bir yanında yankılanan rap raplarla ritim tutmakta zorlanmadı. Siyonist Kongre’den itibaren artarak devam eden Yahudi göçü, Şerif Hüseyin ve mahdumları öncülüğünde patlak veren Osmanlı’ya isyan hareketi, İmparatorluğun günbegün dağılmaya biraz daha yaklaştığı malûmu; nicedir birbirini kollayan bakışların, asırlar sonra bir kez daha bu mukaddes belde üzerinde kesişmesine sebep oldu. Balkanlardan Trablus’a, Mısır’dan Avrupa içlerine değin gümbürdeyen top sesleri Kadîm Kudüs’ün surlarına gelip dayandığında, şehrin diğer tüm sakinleri için olduğu gibi Amerikan Kolonisi için de yeni bir dönem başladı. Bilhassa İttihat ve Terakkî’nin önde gelen isimlerinden Cemal Paşa’nın “Dördüncü Ordu Kumandanı” unvanıyla bölgeye ayak basması, Koloni’ye beklenmedik bir alan açtı. Paşa’nın Şam’daki vazifesi sırasında bölgede yaşananlardan doğan menfî şöhreti, kendisinden çok daha evvel Zeytindağı eteklerine varmıştı.

Ahaliye göre Cemal Paşa, “dengesiz” biriydi; öğlen birlikte yemek yediği birini, akşamüstü idam ettirebilirdi.

Bertha Spafford Vester, dağın eteklerinden yukarıya, tepedeki Osmanlı karargâhına çıkarken, Paşa hakkında duydukları zihninde dönüp duruyordu. Niyeti, civar cephelerde yaşanan çatışmalarda yaralanıp, bir şekilde Kudüs’e getirilen askerlerin tedavisi için Cemal Paşa’dan müsaade almaktı. Tam da o günlerde Osmanlı İmparatorluğu ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesi sebebiyle gergin başlayan görüşme, beklenenin aksine olumlu sonuçlandı. Bertha, dost ya da düşman olmaya çalışmadıklarını, yalnızca insanlara hizmet etmek istediklerini ve ülkeler arasındaki ilişkilerin bu isteklerini değiştirmeyeceğini izah etti. Cemal Paşa, daha evvel hastane olarak kullanılmak üzere el koyduğu The Grand New Hotel binasını böylece Amerikan Kolonisi’ne tahsis etti. Burayı hızla çekip çeviren Bertha, bilhassa daha çok İngiliz askerinin tedavisi ve salimen ülkelerine dönüşünü temini için, bu kez taraflar arasında “takas istasyonu” olarak kullanılan binaya talip oldu. Genç kadının bu isteği de Türk tarafınca büyük bir memnuniyetle kabul gördü.

Zeytindağı’nda, epeyce soğuk bir atmosferde başlayan tanışıklık, ilerleyen günlerde Paşa’nın Bertha ve ailesini evlerinde ziyaretine değin vardı ve Amerikan Kolonisi’ne yeni kapılar açtı.

Cemal Paşa, kucağında Bertha’nın küçük kızı Louise ile birlikte, Amerikan Kolonisi’nde.

Takip eden günlerde üç hastane daha Koloni himâyesine geçti. Buralardaki müspet çalışmalar, Hürrem Sultan tarafından 1552’de tesis ettirilen Haseki Sultan İmareti’nin de Koloni’ye tahsis edilmesini sağladı. Savaşla birlikte gelirleri epeyce düşen vakfın finanse etmekte güçlük çektiği aşevi, Koloni tarafından ihyâ edildi ve yüzlerce yıldır devam eden çorba dağıtımı da akâmete uğramaktan kurtarıldı. Şüphesiz ki bu mekânın devri, Amerikan Kolonisi’ne duyulan güvenin en mühim alâmetlerinden biri olarak tarihe not düşüldü.

1917’nin nevbaharından itibaren harbin şiddeti ve şehirdeki gözle görünür etkisi iyiden iyiye arttı. Yazın ortalarına doğru gelindiğinde, İngiliz tarafında üst düzey bir değişiklik yaşandı ve bölgedeki ordunun komutası Archibald Murray’den alınıp, Edmund Allenby’ye verildi. İngilizler, Kudüs’ü ele geçirmek ve Osmanlıları mânen çökertmek konusunda kararlıydı. Masa başında yaşanan değişimler, kısa sürede cepheye de yansıdı ve Kudüs, aynı yılın sonbaharında, İngilizler tarafından kuşatıldı. Kudüs’ün kısa süre içinde el değiştireceği artık aşikâr olmuş, bir devrin sonu gelmişti. Aralık ayının başından itibaren Cemal Paşa kumandasındaki Osmanlılar ve Alman müttefikleri, çekilme sürecini başlattı.

  • Takvim yaprakları 9 Aralık’ı gösterdiğinde, Kudüs’te tam 401 yıldır devam eden Osmanlı hâkimiyeti sona erdi. İngiliz komutan Edmund Allenby 11 Aralık 1917 günü, El Halîl Kapısı’ndan yürüyerek Kadîm Kudüs’e girdi ve hem şehir hem de Amerikan Kolonisi cemaati için yeni bir dönemin daha başladığı malûmu, Dâvûd Kulesi’nin altında ahaliye okunan bir bildiriyle ilâm edildi.

İngiliz Komutan Edmund Allenby’nin El Halîl Kapısı’ndan Kudüs’e girişi sırasında, Amerikan Kolonisi Fotoğraf Stüdyosu ekibi de oradaydı.

Tüm bunlar yaşanırken, olup biteni fotoğraf makinesinin ardından takip eden birileri de vardı elbette: Amerikan Kolonisi Fotoğraf Stüdyosu.

Kudüs’teki İngiliz yönetimi, artık faaliyetlerine kaynak bulmakta zorlanan Amerikan Kolonisi’nin tabiri caizse velinimeti oldu. Bertha ve Frederick’e destekte bulunan İngilizler, Koloni’nin şehre ve insanlarına dair bilgi ve tecrübelerinden istifade etti. Edmund Allenby, Thomas Edward (Arabistanlı) Lawrence ve şehrin ilk askerî valisi Ronald Storss ile kurulan iyi ilişkiler, cemaatin mevcut yapısını korumasını ve çalışmalarını sürdürmesini sağladı. Anna Spafford’un 1923 Nisan’ındaki ölümünün ardından resmî olarak da Koloni’nin başına geçen Bertha, “Kudüs’ün taçsız kraliçesi” olarak anılıyordu artık.

Ne var ki her muktedir gibi Bertha’nın da başı bir isyan hareketiyle derde girdi.

Anna Spafford (Ortada, siyah elbiseli), Edmund Allenby (Ortada, üniformalı) ve maiyetini Amerikan Kolonisi’nde ağırlıyor.


Cemaatin İsveç kanadının lideri Olaf Henrik Larsson’un ölümü, içeride birtakım huzursuzluğu beraberinde getirdi ve üyeler arasında bir dizi anlaşmazlık doğurdu. Neredeyse yarım asrı geride bırakmaya hazırlanan cemaat için bir “anayasa” hazırlamak isteyen Bertha, eşi Frederick ile birlikte tüzük yazma çalışmalarına başladı. Tamamen gönüllülük üzerine büyüyüp genişleyen ve o güne kadar hiçbir yazılı kuralı olmayan Koloni’nin faaliyet ve varlıkları, somut ve kalıcı olarak teminat altına alınmalıydı. Ne var ki çiftin bu çalışmaları, beklenmedik tazyikte bir muhalefetle karşılık buldu.

Maddî manevî sorunların üstesinden gelip, cemaatini ayakta tutmaya çalışan Bertha’nın, 1925’in Noel arefesinde karşılaştığı bir aile, çok da hesapta olmayan yeni bir birimin kuruluşunu sağladı: Anna Spafford Yetimhanesi!

Kısa süre sonra, Kudüs Terzilik ve El Sanatları Okulu’nun binası tamamıyla Yetimhane’ye devredildi. 60 yataklı ve ameliyathaneli bu yeni birim, Koloni kaynaklarının büyük kısmını kullanır oldu. Bertha’nın da vaktini ve enerjisini iyiden iyiye buraya hasretmesi, cemaat içinde yaşanan sorunları günbegün artırdı. Taraflar arasındaki gerilim, 30’lu yıllarda önü alınamaz şekilde büyüdü ve cemaatin İsveç kanadı, 1934 yılında Amerikan Kolonisi’nden ayrıldı. Bu gelişmeden en çok etkilenen departmanlardan biri de Stüdyo oldu. İsveç asıllı fotoğrafçı Gastgifvar Eric Matson, Stüdyo’nun koleksiyonunu ve tüm haklarını Koloni’den aldı. Yine El Halîl Kapısı yakınlarında bir başka dükkâna taşınan Stüdyo, “Matson Fotoğraf Servisi” adıyla hizmet vermeye başladı. Amerikan Kolonisi’nin etkisi kendisinden sonra da devam edecek iki biriminden biri, diğeri için adeta sonun başlangıcı olmuştu.

Matson Fotoğraf Servisi, El Halîl Kapısı yakınlarındaki bir otelin altında hizmet veriyordu.

***

Amerikan Kolonisi, kriz ve ayrılıklara rağmen, 20’li ve 30’lu yıllar boyunca da kapılarını açık tuttu ve Bertha Spafford Vester’in deyimiyle çocukları eğitti, evsizleri barındırdı, açları doyurdu, hastaları tedavi etti. Birinci Cihan Harbi’nin yaraları sarılmaya çalışılırken de yüzlerce yıllık Osmanlı hâkimiyetinin ardından taze yaralar açılırken de Koloni oradaydı. Filistin, Balfour Deklarasyonu’yla bir kez daha Arz-ı Mev’ûd ilân edilirken de 2 bin yıl sonra bölgeyi yöneten ilk Yahudi olan İngiliz Yüksek Komiseri Herbert Samuel şehre gelirken de Koloni oradaydı. Avrupa’da içten içe ısınıp kaynamaya dönen yeni harp suları binlerce Yahudi’yi Filistin sahillerine vururken de bu yeni göçmenlerden kimileri Araplara karşı silahlı eylemlerekalkışırken de Koloni oradaydı. İngilizler attıkları her adımla bölgedeki kaos ateşini biraz daha harlarken de Filistin, BM planıyla Araplar ve Yahudiler arasında taksim edilirken de Koloni oradaydı. Hagana ve İrgun gibi Fransızların sütre gerisinden destek verdiği terör örgütleri palazlanırken de Deyr Yâsîn’de 100’den fazla Arap cânice katledilirken de Koloni oradaydı.

Ne var ki 40’lı yıllar, şehre dair her şeyi olduğu gibi Koloni’yi de epeyce yıprattı. İkinci Cihan Harbi’nin bitmesiyle gemi azıya alan Yahudi çeteleri, Kudüs’ü de bir cehenneme çevirmekte beis görmedi. Sokak çatışmaları, mahalle ve köy baskınları, bombalı saldırılar, suikastlar birbirini izledi. Amerikan Kolonisi’nin sahip olduğu pek çok bina, mermi ve şarapnel isabetleri sonucu kullanılamaz hâle gelmiş; personelin ve gönüllülerin birçoğu da buralarda görev almaktan korkar olmuştu. Cemal Paşa’nın oluruyla devralınan hastaneler, artık hizmet verilemediği gerekçesiyle Kızıl Haç’a terk edilmiş; aşevlerinin ocakları söndürülmüş, misafirhanelerin kapılarına kilit vurulmuştu. Artık Matson Fotoğraf Servisi olarak bilinen Stüdyo ise tüm bu gerilim karşısında çoktan kepenk indirmiş; G. Eric Matson, ailesini ve fotoğraf arşivinin bir kısmını da yanına alarak, Kaliforniya’nın yolunu tutmuştu. 14 Mayıs 1948 günü, İsrail’in kuruluşu ilân edilirken de nevzuhûr devlet lehine sonuçlanan Arap-İsrail Savaşı’yla şehir ikiye bölünürken de Koloni hâlâ Kudüs’teydi; ancak eskisinden çok daha küçük ve etkisiz bir yapı olarak...


Deyr Yâsin’i yeniden düşünmek…
Mecra


Gastgifvar Eric Matson.

Amerikan Kolonisi, nice sergüzeştin ardından, 1950’li yılların henüz başında, öylece dağıldı. Çatışmaların Kudüs surlarına gelip dayandığı bu dağılma günlerinde ailesinin ve cemaatinin hikâyesini kaleme alan Bertha, Our Jerusalem (Bizim Kudüs’ümüz)adlı kitabını şu satırlarla bitirdi:


''Bizim Kudüsümüz: Kutsal Şehirde Bir Amerikan Ailesi 1881-1949'', Bertha Spafford Vester'ın 1871 Chicago yangınından sağ kurtulan ve birkaç çocuğunun ölümünden sonra Kudüs'e taşınan ve 1881'de Amerikan Kolonisi'ni kuran ebeveynleri, kendi ve bu ütopik cemaatin hikâyesini anlattığı eseri.

“Bu kitabın çoğu, duvarlarına keskin nişancı mermileri isabet eden bir odada yazılmıştır. Amerikan Kolonisi neredeyse yetmiş yıl boyunca Kudüs'e hizmet etti. Gelen herkese kapılarını açık tuttu; evsizleri barındırdı, açları doyurdu, hastalara baktı. Siyâsi ve dinî konularda hiçbir zaman taraf tutmadı. Başlangıcından beri Hristiyan, Müslüman ve Yahudilerin buluşma yeri ve sığınağı oldu. Onu ortaya çıkaran inancın devamına hizmet edeceğine inanıyorum. Amerikan Kolonisi’ni hoşgörüsüzlük ve umutsuzluğa karşı, şahsî manevî ihtiyaçları için inşa eden babamın ve annemin geleneğini sürdürdüm. Ben bunları yazarken, Kudüs hâlâ düzensiz bir çatışma içinde. Kızıl Haç bayrağı altındaki hastanemiz, surların üzerinde duruyor. İleride, Şam Yolu üzerinde, bombalarla harap olmuş Amerikan Kolonisi binaları ise Koloni'nin geri kalan üyelerini barındırıyor. Türk İmparatorluğu, İngiliz askerî işgali, İngiliz Mandası ve şimdi de iç savaş altında Kudüs'ün yaklaşık yetmiş yıllık yaşamına yayılan Amerikan Kolonisi’nin, barış ve anlayışa giden yolu korumaya hâlâ aracı olabilmesi en içten temennîmdir.”

Artık ihtiyarlık günlerini süren Bertha’nın iyi dilekleri, Kudüs’ün akıbetinde pek etkili olmasa da ailesiyle birlikte Kudüs’te yaşamaktan ve Yetimhane çatısı altındaki çocuklarla ilgilenmekten vazgeçmedi.

  • 1963 yılında, dönemin Ürdün Kralı Hüseyin bin Talâl tarafından “övgüye değer nitelikleri” sebebiyle Ürdün Yıldızı Nişanı’yla ödüllendirilen yaşlı kadın, Kudüs’ün Haziran 1967’de İsrail tarafından tamamen işgal edilişini hasta yatağından takip edebildi.

27 Haziran 1968 günü hayatını kaybeden Bertha Spafford Vester, ailesinin yanına, sur dışındaki Amerikan Kolonisi Mezarlığı’na defnedildi. Fiilen çoktan sona eren Amerikan Kolonisi de Bertha’nın vefatıyla birlikte tarihin tozlu sayfalarındaki yerini böylece almış oldu. Anna Spafford Yetimhanesi, Bertha’nın ölümünden kısa bir süre sonra Spafford Çocuk Merkezi adını aldı ve koruyucu hekimlik faaliyetlerine ağırlık vererek daha uzun yıllar ayakta kalmayı başardı. Koloni’den geriye kalan yapılar, ailenin varislerince tadil edildi ve Koloni’nin ismini günümüze değin yaşatacak bir tabelayla, Kudüs’e yol düşürenleri ağırlamaya devam etti: The American Colony Hotel.

1927 Eriha Depremi
Mecra

Anna Spafford Yetimhanesi, Spafford Çocuk Merkezi adını aldı ve hizmete devam etti.

1881 yılından itibaren şehirdeki şartların ve dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle ortaya çıkan bu ütopik cemaatten geriye kalan belki de en kıymetli mirassa fotoğraf arşivi oldu. G. Eric Matson tarafından satın alınan ve Kudüs’ün işgalinden seneler evvel ABD’ye nakledilen koleksiyon, önceleri yalnızca ailenin geçim kaynağıydı. Matson, eşi Edith ile birlikte Kudüs’ten getirdikleri fotoğrafları çoğaltıp satıyor ve maişeti kurtarıyordu. Ancak Edith Matson’ın 1966’daki vefatı ve bir yıl sonra Kadîm Kudüs’ün İsrail tarafından işgal edilmesi, Eric’in fotoğraflara bakışını değiştirdi. Artık 70’li yaşlarına merdiven dayayan fotoğrafçı, şehrin, şahitlerinin hafızalarında dahi fluya düşen manzaralarını netleyen fotoğrafları güvenilir birilerine emanet etmeye karar verdi. Bir süre devam eden araştırma ve yazışmalar neticesinde, G. Eric Matson, Amerikan Kolonisi Fotoğraf Koleksiyonu’nu Washington’daki Kongre Kütüphanesi’ne bağışladı ve kendisi de sürece refakat edip, fotoğrafların doğru şekilde tasnif edilmesini sağladı. Matson’ın Kaliforniya’ya göçü sırasında geride bırakmak zorunda kaldığı cam negatifler ise Kütüphane’nin de devreye girmesiyle, 1970 yılında Kudüs’ten çıkarıldı ve başkente getirildi. Matson, 1977 yılında hayatını kaybetti; ancak onun fotoğrafa olan tutkusu, Kudüs ve çevresinin bir dönemini belgeleyen binlerce ölümsüz ânın, “G. Eric ve Edith Matson Fotoğraf Koleksiyonu” etiketiyle Kongre Kütüphanesi envanterine dahil olmasını sağladı. Gelişen teknolojiyle birlikte dijital ortama aktarılan ve Kongre Kütüphanesi’nin web sitesinden ücretsiz olarak erişilebilen 22 bin 60 parçalık bu devasa koleksiyon; hem Amerikan Kolonisi’nin hatırasını diri tutuyor hem de meraklılarını Kudüs’ün sokakları, mekânları ve yüzleri arasında uzayıp kıvrılan bir zaman yolculuğuna davet ediyor.

Amerikan Kolonisi Fotoğraf Stüdyosu ve G. Eric & Edith Matson Fotoğraf Koleksiyonu’ndan bazı kareler:


Cemal Paşa, Lût Gölü kıyısında, 1917.




Gözleri görmeyen babasına rehberlik eden minik kız 1930’lar.

Bağdat’ta bir öğlen vakti, 1932.


Dâvûd Kulesi manzarasında, ağaç altında serinleyen bir Kudüslü, 1900’lerin başı.

İngiliz askerler, El Halîl Kapısı’nda, 1920.




Petra’da, bir öğleden sonra, 1920’ler.

Zeytindağı’nda bir kervan, 1918.


Kudüs’te sıcak ekmek ikramı, 1900’ler.


Medine Muhafızı Hasan Basri Paşa ve şehrin önde gelenleri cihat çağrısı yaparken, 1914.


Karlı bir günde Aksâ, 1921.


Karın keyfini çıkaran Kudüslü çocuklar, 1921.


Doğuş Kilisesi’nde Noel ayini, 1936.


Karnabahar satan köylü kadın, 1930’lar.


Avrupa’dan Kudüs’e göçen bir Yahudi aile, 1900.


Kutlama yapan çocuklar, 1938.


Kıyâme Kilisesi içinde yer alan şapel, 1898.


G. Eric ve Edith Matson çiftinin düğünü, 1924.


Yeni elbiseleriyle poz veren kadınlar, 1930’lar.



Çekirge istilası, 1915.

Bedevî savaşçılar, 1900’ler.


Kudüs, İngilizlere teslim edilirken, 9 Aralık 1917.


Ağlama Duvarı önünde kadın ve çocuklar, 1900’ler.


İskederiye manzarası, 1930’lar.


Bedevî kadın, 1900’ler.


Yahudi çetelerin saldırısı sonucu yakınlarını kaybeden bir genç, 1938.


Mescid-i Aksâ manzarası eşliğinde, el işi yapan kadınlar, 1930.


Herbert Samuel (Ayakta, solda), Transürdün ziyaretinde, Emir Abdullah (Ortada oturan) ile birlikte, 1921.


Türk pilotlar Salim ve Kemal beyler, Kudüs’te,1914.


Suud bin Abdülaziz (Solda oturan), Transürdün Emiri Abdullah’ın oğlu Talâl’le (Sağda oturan) birlikte, 1935.


Baalbek Antik Kenti’nden bir görünüm, 1898.


Kıyâme Kilisesi avlusunda kalabalık, 1900’ler.


Değirmen çeviren Müslüman anne kız, 1898.


Kubbetu’s-Sahra’nın içerisi, 1898.


Musul Ulu Camii, 1932.


Beyrut Amerikan Üniversitesi talebeleri, 1898.


Aslanlı Kapı yakınında nöbet tutan İngiliz askerleri, 1920.


Via Dolorosa (Çile Yolu), Yedinci Durak, 1898.


Enver ve Cemal paşalar, Mescid-i Aksâ’da, 1916.


Kûfe’de bir köprüden geçen kervan, 1932.


Piramitler eşliğinde bir Kahire manzarası, 1934.


Eriha depreminin ardından, kurtarma çalışması yürüten insanlar, 1927.


Bîru’s-Saba yakınlarında, Bedevî kadın ve çocukları, 1938.


İhtiyar bir Yahudi, 1930’lar.


Nebî Mûsâ Şenlikleri’nden bir sokak görünümü, 1937.


Kıble Mescidi’nin içi. Salahaddîn Eyyûbî tarafından hediye edilen minber henüz yanmamışken, 1930’lar.