Filistin’e Hanzala’yı hediye eden çizer: Naci el-Alî

İBRAHİM REŞİD
Abone Ol

Sadece karakalemle çizilen Hanzala, Naci el-Alî’nin sesini tüm dünyaya duyurmasına yetmişti. Çizgilerin ırkları, dilleri ve kültürleri aşan ifade güzü sayesinde onun karikatürlerini herkes anlayabiliyor ve Filistinli çocukların dramına tanıklık ediyordu. Tüm dünyaya küsen ve arkasını dönen Hanzala’nın sessizliği silahların, sloganların, gösterilerin, uzun uzadıya sürüp giden müzakerelerin yapamadığı etkiyi yapmıştı. Naci el-Alî ise bu başarıyla hayatıyla ödeyecekti.


Hanzala’nın yüzü, çocukluğumun en gizemli taraflarından biriydi. Bir gazete köşesinde mi, bir broşürde mi, yoksa bir televizyonda mı denk geldim, hiç hatırlamıyorum. Fakat karikatürdeki elleri arkasından bağlı, yalın ayaklı, herkese küsmüş o çocuğun yüzünü merak edip araştırmış, bulamamıştım. Biraz zaman geçip büyüdükçe zaten yüzünü niye bilmemem gerektiğini öğrenmiştim; Hanzala’nın niye bir yüzünün olmadığını da… Önce Gazze’de, sığındığı bir varilin arkasında, babasının kollarında öldürülen ve bunu tüm dünyanın seyrettiği Muhammed Durra’nın yüzü Hanzala’nın yüzü olmuştu benim için, sonra toprakları için cesurca tanklara taş atan tüm Filistinli çocuklar...

İnsanlığın Filistin'de yaşananlara sessiz kalmasından ötürü küskünlüğünün ifadesi olarak sırtı dönük, elleri arkasından bağlı, yalın ayaklı, elbisesi yamalı Hanzala, 10 yaşında bir çocuk olarak doğdu ve her zaman da 10 yaşında kalacak.

  • Ömürlerinin en tatlı yıllarında toprağa düşen, kamplarda yaşam mücadelesi veren, dövülen, kaçırılan; yavru kuşlar gibi çaresiz tüm çocuklar, Hanzala’ydı. Bir rengi yoktu, bir milleti yoktu onun. Bir gün Suriye’de bombalanan bir şehirde beliriyor, başka bir gün Afrika’da yaşam mücadelesi veriyordu. İnsanlığın ilk günlerinden itibaren hikâyesi çalınan hangi çocuk varsa onun adına küsüyor, sırtını dönüyordu insanlığa.

Hanzala tüm bunların yanı sıra çizeri Naci el-Alî’nin de Lübnan’daki bir mülteci kampında kaybolmuş çocukluğuydu.

Huzurlu günlerin sonu: Nekbe...

Mülteci kampında geçen kendi çocukluğundan esinlenerek ortaya çıkardığı ''Hanzala'' karakteriyle dünya çapında üne kavuşan Filistinli çizer Naci Selim el-Alî.

Naci Selim el-Alî, ailesiyle beraber Lübnan’daki Aynu’l-Hilve Mülteci Kampı’na geldiğinde, tıpkı Hanzala gibi 10 yaşındaydı. 1938 yılında doğduğu, Filistin’in Celile bölgesinde Şecere köyündeki evini, işgalci Siyonist çeteler zorla tahliye ettirmişlerdi. İşgalci çetelerin zorba istilalarından önce Şecere köyü; Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerin birlikte yaşadıkları, çocukların sokakta birlikte huzur içinde oyun oynayabildikleri şirin bir yerleşim yeriydi.

Ortadoğu tarihinde bir kırılma: Nekbe
Mecra

Arapça büyük felâket günü anlamına gelen “Nekbe” adının verildiği 15 Mayıs 1948 tarihi, yüzlerce Filistin köyü gibi Naci el-Alî’nin Şecere’sinde de huzuru bitirecekti.

“1948’de Filistin’de her şey toprak oldu”

İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben Gurion ve beraberindeki 25 kişinin 14 Mayıs 1948’de Tel Aviv Müzesi’nde açıkladığı İsrail Bağımsızlık Bildirgesi, aynı zamanda yüz binlerce Filistinlinin vatanlarından tehcir edileceğinin de ilânıydı.

  • Bağımsızlık bildirgesinden bir gün sonra gemi azıya alan Siyonist çeteler, Yahudilerin iskânı için önceden belirlenen Filistin köylerini bastı. Bu baskınlarda binlerce kişi öldürüldü. 675 köy ve kasaba yok edildi. 957 bin kişi zorla doğdukları topraklardan göç ettirildi. Filistin’in tarihî ve kültürel dokusu katledildi.

Akranları gibi Naci el-Alî’nin trajedisi de burada başladı.


14 Mayıs 1948'de İsrail'in resmî bir devlet ilân edilmesiyle başlayan yüzbinlerce Filistinlinin tehcir edildiği Nekbe süreci, bugün hâlâ tüm canlılığıyla devam eden bir mülteci krizini doğurmuştur.

1948 kışının başlangıcında gasp edilmiş topraklarını geride bırakan küçük Naci ve ailesi, ellerindeki her şeyi kaybetmiş bir şekilde Lübnan’ın güneyindeki Sayda şehrine sığındılar. Burada yerleştikleri Aynu’l-Hilve kampında, zorlu kış şartlarında bir çadırda hayata tutunmaya çalıştılar. Onların hikâyeleri Suriye’ye, Ürdün’e ve Lübnan’ın diğer şehirlerine sığınan hemşehrilerinden çok da farklı değildi. Yurtlarını kaybetmişler, sığındıkları ülkelerde de ikinci sınıf insan muamelesi görmüşlerdi. Yine de Naci el-Alî kaldığı kampı seviyordu. Burayı ikinci vatanı olarak görüyordu. Büyüyünce ressam olmak istiyordu. Bu nedenle ilk resimlerini de kaldığı kampın duvarlarına çizmeye başladı. Eğitimini kamplarda kurulan derme çatma okullarda aldı. Resme olan yatkınlığını da ilk burada geliştirdi.

Nekbe'den evvel Filistin köyleri
Mecra

“Filistinli mülteciler için Aynu’l-Hilve”

İşgale ve tehcire çizgiyle isyan...

Küçük yaşlarından itibaren gördükleri, genç Naci'yi derinden etkilemişti. Bu etkileşim, çizimlerinde kendini gösteriyordu.

Naci, hayatının bu şekilde devam etmeyeceğini biliyordu. 1957 yılında bir fırsatını bularak çalışmak için Suudi Arabistan’a gitti. Burada iki sene araba tamirciliği yaptı. Bu, onun ilk iş deneyimiydi. İki senelik çalışma hayatının ardından Lübnan’a dönen el-Alî, Beyrut Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim dersleri aldı. Resim kabiliyeti akademide iyiden iyiye kendini gösterdi. Küçük yaşlarından itibaren gördükleri, kendisini derinden etkilemişti. Bu etkileşim çizimlerinde de kendini gösteriyordu. Ayrıca yaşadığı savrulmaların etkisiyle milliyetçi Arap akımlara da ilgi duyuyordu. Bu ilgi zaman zaman hapisle sonlanacak çizimleri ve eylemleri de beraberinde getiriyordu.

Filistin Kurtuluş Örgütü'nün serüveni
Mecra

  • Kısa zamanda Filistin temalı çizimleriyle ismini duyurmaya başlayan Naci el-Alî’yi ilk kez gerçek anlamda keşfeden Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin önemli isimlerinden gazeteci Gassan Kanafani’ydi. Kanafani, çizimlerini beğendiği Naci el-Alî’ye el-Hürriye gazetesinin kapılarını açmıştı.


“Düşünüyorum, öyleyse varım”

1963’te vatandaşlık alamadığı Lübnan’dan Kuveyt’e karikatürist ve editör olmak üzere taşınan Naci el-Alî, bu günlerde bir arkadaşının kız kardeşi olan -aynı kampta yaşadıkları- Vidad Hanım’la evlendi. Hayatı her anlamda başka bir güzergâha girmişti. Kuveyt’te yaşamaya başladıktan sonra Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nde de faaliyet gösteren el-Alî, Filistin merkezli çizimlere yoğunlaştı. Özellikle 1967 yılında gerçekleşen ve İsrail’in kesin galibiyeti ile sonuçlanan Altı Gün Savaşları, Filistin’in gurbetteki kaleminin öfkesini Arap liderlerine yöneltti. Arap liderlerin beceriksizliklerini, başarısızlıklarını ve aralarındaki anlaşmazlıkları çizimlerinde sık sık ele aldı ve eleştirdi.

Yıllardır bitmeyen "Altı Gün"
Mecra

Sağdan sola: Allah’ın seçilmiş halkı, Allah'ın kafası karışık halkı ve Allah'ın düzenbaz halkı.

Sesi her yerden duyulan sessiz çocuk: Hanzala...

Naci el-Alî’nin, dünya çapında bir üne kavuşmasını sağlayacak kahramanı Hanzala, ilk kez Kuveyt’te es-Siyâse gazetesinin 13 Temmuz 1969 tarihli nüshasında yayınlandı.

  • Hanzala; sırtı dönük, elleri arkasından bağlı, yalın ayaklı, elbisesi yamalı bir çocuktu. el-Alî onu 10 yaşında bir çocuk olarak çizmişti. Tıpkı kendisinin doğduğu topraklardan sürülerek bir mülteci kampında yaşamaya mahkûm edildiği yaşta...

Hanzala’nın babasının adı önemli değildi, annesinin adı ise Nekbe’ydi. Hep yalın ayak dolaştığı için ayakkabı numarası bilinmiyordu. Filistin’in işgaliyle beraber zaman onun için donmuş gibiydi. Filistinliler vatanlarına geri dönene kadar büyümeyecekti. Sırtını dönerek; işgali, tehciri, kendilerine reva görülen hangi zulüm varsa hepsini protesto ediyordu. İkiyüzlü Batılı devletlere küstü, beceriksiz Arap liderleriyle konuşmuyordu. Bir taraftan da Filistin için ufuklara bakıyor, gelecek güzel günlerin hayalini kuruyordu.

Vefat eden kardeşine kefen yapmak için elindeki beyaz kumaşı sıkıca tutan Filistinli kadın ve ona yardım eden Hanzala, “beyaz bayrak” yapacakları gerekçesiyle kumaşı çekiştiren kalabalığa karşı.

Karakalemle çizilen Hanzala, Naci el-Alî’nin sesini herkese duyurmasına yetmişti. Çizgilerin dilleri aşan imgelemi sayesinde onun karikatürlerini her milletten ve her yaştan insan anlayabiliyor, verilen mesajı hissedebiliyorlardı. Kısa sürede önce Arap dünyasında tanınan Hanzala, daha sonra sessizliğini ve küskünlüğünü tüm dünyada duyurdu.

Naci el-Alî silahların, sloganların, gösterilerin, uzun uzadıya sürüp giden müzakerelerin yapamadığını bir çocuk çizimiyle yapmıştı.

Devrimin susmayan vicdanı...

Naci el-Alî, Filistinliler tarafından “devrimin vicdanı” olarak isimlendirilmişti. Çünkü kalemini yalnızca Filistinlilerin daha iyi şartlarda yaşamaları için oynatıyordu. 1974’ten itibaren çalışmaya başladığı, Ortadoğu’nun meşhur dergilerinden Sefir’de de muhalif tavrını hiç bozmamıştı. 26 Mart 1979’da imzalanan ve Mısır’ın İsrail’i tanıyan ilk Arap devleti olduğu Camp David Anlaşması’naşiddetle karşı çıktı, bu anlaşmayı bir felaket olarak görüyordu. Yine Yaser Arafat’ın İsrail ve Amerika’nın himayesinde yürüttüğü Oslo Barış Müzakereleri’ne giden süreci de bir aldatmaca olarak değerlendiriyordu. Zaman onu tahminlerinde haklı çıkaracaktı.

İmkânsız dostluk
Mecra

Mısır ve İsrail arasında imzalan Camp David Anlaşması’yla Mısır ordusu İsrail için artık tehlike olmaktan çıkmış ve böylece İsrail’in Filistin’i işgal süreci hız kazanmıştı.

Lübnan iç savaşının devam ettiği 16 Aralık 1982’de, Hristiyan Falanjistlerin, İsrail ordusu gözetiminde Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında gerçekleştirdiği ve yakın dönemin en büyük katliamlarından biri olan kıyım, Naci el-Alî’yi de derinden etkiledi. Üç gün süren ve üç bin savunmasız mültecinin katledildiği bu saldırı, BM tarafından resmen soykırım olarak tanınsa da faillerine hiçbir yaptırım uygulanmadı. Yaşananların yasını tutmak Hanzala’yla Naci el-Alî’ye kaldı.

Acı hâlâ taze
Mecra

“Sabra ve Şatilla Katliamı’nın yıl dönümü” – “Rahatsız etmeyin”

  • İsrail’in Naci el-Alî’den duyduğu hoşnutsuzluk, çizdiği her karikatürde biraz daha artmaktaydı. Çünkü Hanzala’nın mucidi, Filistin mücadelesi için daha hayattayken bir sembol olmuş, başka coğrafyalardaki Müslümanlardan da yoğun bir ilgi görmüştü. Onun her çizgisi, İsrail aleyhine tarihe karanlık bir not olarak düşüyordu.

''Son”

Kuveyt yönetimi baskılara daha fazla dayanamayarak Naci el-Alî’yi ülkeden uzaklaştırmak zorunda kaldı. 1980’lerin başında eşi ve dört çocuğuyla birlikle Londra’ya yerleşen Naci el-Alî’nin doğduğu topraklarla arasına giren mesafe artmış ve özlemi perçinlenmişti. Londra’da Kuveyt merkezli uluslararası Gabes gazetesinde çalışmaya başladı.

22 Temmuz 1987’de Gabes’in ofisine gitmek için evinden ayrıldıktan sonra bir daha evine dönemedi; 10 yaşında sürüldüğü asıl evi Filistin’e de… Henüz aydınlatılamamış bir silahlı saldırıyla ağır şekilde yaralanan Naci Selim el-Alî, yaklaşık beş hafta boyunca yoğun bakımda kaldıktan sonra 29 Ağustos 1987’de Hanzala’nın bedeninde sonsuza kadar yaşamak üzere hayata gözlerini yumdu.

Gözden çıkarılabilir bir Hristiyan: Şirin Ebû Akle
Mecra

Sadece karakalemle çizilen Hanzala, Naci el-Alî’nin sesini ölümünden yıllar sonra dünyaya duyurmaya yetmişti.

Ölümünden sonra Dünya Gazeteler Birliği’nin “Özgürlüğün Altın Kalemi” ödülünü verdiği Naci el-Alî’nin katlinin olağan şüphelisi İsrail gizli servisiydi. Ne var ki boynundan giren kurşunlar, 52 yaşında vatanından sonra hayatı da elinden çalınan el-Alî’nin sesini kesmeye yetmeyecekti. Çünkü Hanzala hâlâ yaşıyordu ve karikatür bir çocuğu kimse öldüremezdi. Tam da çizerinin söylediği gibi:

"Hanzala, 10 yaşında bir çocuk olarak doğdu ve her zaman da 10 yaşında kalacak. Tam da, benim vatanımı terk etmek durumunda kaldığım yaşta. Ne zaman vatanımıza dönebilirsek, Hanzala da o zaman normale dönecek ve büyümeye başlayacak. Tabiatın kanunları şu anda ona işlemiyor, çünkü o sıra dışı. Ama zaten, ufacık bir çocuğun vatansız kalması da tabiatın kanunlarına aykırı değil mi? Hanzala, çağın hiç ölmeyecek bir tanığı. Dünyaya aniden geldi ve onu hiç terk etmeyecek. Bu karakter, hayatta kalmak için doğdu. Ben de, öldükten sonra bile onun içinde yaşamaya devam edeceğim..."