Doğu’nun yurtsuz çocuğu: Edward Said
"Araplığı apaçık belli olan Said soyadına zoraki iliştirilmiş, budalalık derecesindeki İngiliz Edward ismine alışmam 50 yılımı aldı." Said, evde ciddi bir anne ve baba baskısı gören, okulunda öğretmenleri tarafından beğenilmeyen, ait olmadığını düşündüğü bir okul çevresinin içerisinde yer yetişen bir öğrenciydi. Said'in çocukluğundan itibaren başlayan kimlik ve aidiyet mücadelesi...
20. yüzyılın şüphesiz önemli fikir insanlarından biri olan Edward Sid, özellikle 1978 yılında yayınladığı "Oryantalizm" isimli eseriyle büyük ün kazanırken, bu eseri de önemli bir referans kaynağı olarak raflardaki yerini alır.
Gül Eren’in "Edward Sid: Oryantalist Söylem Analizinin Metodolojik Temelleri" başlıklı doktora tezinde ifade ettiği şekliyle bu eser "Doğu eksenli kültürel çalışmalar için zorunlu bir referans haline gelir". Oryantalizm’den başka çeşitli önemli eserler de kaleme alan Sid, bir hatırat da yazmayı ihmal etmez.
Bu eseri yazmaya kanser hastalığına yakalanması dolayısıyla 1994 yılının Mayıs ayında aldığı kemoterapi seansı sonrasındaki nekâhet döneminde başlayan Sid, ismini de ilginç bir biçimde “Out of Place” yani “Yersiz” olarak koyar. Metis Yayınları tarafından Türkçe’ye "Yersiz Yurtsuz" ismiyle kazandırılan eser, Edward Sid’in çocukluk ve ilk gençlik yılları ile sınırlıdır. Oldukça hacimli sayılabilecek bu eserde Sid, çocukluk ve ilk gençlik yıllarının dışındaki dönemlere ait hatıralarına nadiren yer verir. Detaya kaçan şahsi yaşanmışlıkların yanı sıra özellikle o dönem yaşanılan gelgitli yıllara ait gözlemler, Sid’in kaleminden gayriresmî şahsi bir kayıt olması bakımından da oldukça önem arz eder.
Hatırat; II. Dünya Savaşı’nın, Filistin’in kaybedilmesinin, İsrail’in kurulmasının, Mısır’daki krallık döneminin sona ermesinin, Nâsır yıllarının, 1967 Savaşı’nın, Filistin hareketinin doğuşunun ve Lübnan İç Savaşı gibi mevzuların arka planda bulunduğu bir döneme aittir. Sid’in hatıratına bu ismi verme sebebi ise çocukluğundan itibaren başlayan bir kimlik ve idiyet meselesi dolayısıyladır. Sid, kendi ifadesiyle
Araplığı apaçık belli olan Sid soyadına zoraki iliştirilmiş, budalalık derecesindeki İngiliz Edward ismine alışmam 50 yılımı aldı.
Hristiyan bir aileden gelen Sid’e bu isim, doğum yılı olan 1935’te oldukça popüler bir isim olan Galler Prensi Edward anısına verilir.
Sid, her ne kadar Osmanlı’nın yıkılmasının ardından doğmuş olsa da babası bu dönemi idrak eder. Osmanlı, Balkan Savaşı için Filistin topraklarından birlikler toparlamaya başlayınca, Edward Sid’in babası Osmanlı ordusuna katılmak zorunda kalmamak için babasının da telkiniyle buradan ayrılır ve Amerika’ya gider. Vatandaşı olduğu Amerika’da iken sonraki dönemde Kanadalıların Türklerle savaşacaklarını duyarak sınırı geçen baba Sid orduya da yazılır. Fakat bunun gerçek olmadığını anladıktan sonra ordudan da ayrılarak Amerikan ordusuna katılır.
Bunun dışında Türklerle alakalı herhangi bir detayın yer almadığı kitap, o dönemin bir Hristiyan ailesinin Osmanlı’ya karşı duyduğu nefreti göstermesi bakımından ilginç bir detay taşır. Bunun sebebi hakkında yazar tarafından belki de çok üzerinde durulması gerekli görülmediği için atlanan detayın, işin sosyolojik kısmını içeriden görmek bakımından büyük önem taşıyacağında şüphe yoktur.
Edward Sid, 1935 yılında Kudüs’te dünyaya geldiğinde aile aslında Kahire’de yaşamaktadır. Sid’in annesi kendisinden önce Kahire’de doğurduğu bir erkek çocuğun hastanede enfeksiyon kaparak ölmesi sebebiyle benzer bir olayın yaşanmaması için Kudüs’e gider ve doğumunu burada gerçekleştirir. Babasının işi dolayısıyla yerleşilen Kahire’de yaşanılıyor olsa da İsrail’in kurulduğu yıla kadar gidip gelinen Filistin; diğer aile mensuplarının yaşadığı, onlarla kaynaşılan bir yerdir.
Sid için 7 yaşında bir çocuk olduğu 1942 yılında Filistin’e yapılan bir seyahat diğerlerinden biraz daha faklıdır. Zira bu II. Dünya Savaşı'nın Kuzey Afrika Cephesi’nde gerçekleşen el-Alemeyn Savaşı arifesinde gerçekleşir. Apar topar kapatılmış bavulların yığıldığı, farları husûsen kısılmış arabayla Mısır’a hızla yaklaşan Alman ordusundan kaçılır. Kahire’ye ilerleyen İngiliz askerî birlikleri, aksi istikamette ilerleyen, içinde Sid’in de bulunduğu arabanın Süveyş’e varmasının saatlerce sürmesine yol açar.
Sid, "Oryantalizm"ini her ne kadar 40 küsur yaşında kaleme almış olsa da bu eserin yazılmasına yol açan sebebin onun ufak yaşlarından itibaren gönderildiği özellikle İngiliz eğitim kurumlarında yaşadığı tecrübelerle bağlantısı olduğunu ifade etmek abartı olmayacaktır. 1942 yılının Kasım ayında gerçekleşen II. el-Alemeyn Savaşı’nın ardından ailesiyle birlikte Kahire’ye dönen Sid, Cezire Hazırlık Okulu’nda eğitimine devam eder. Sid’e göre burası İngilizler tarafından bir sömürge işi olarak düşünülmüş, kendisini örgütlü bir sistemle tanıştıran ilk deneyimdir. Dersler ve kitaplar fazlasıyla İngiliz'dir. İngiliz tarihine ilişkin ince detaylar bile öğrencilerin kafasına nakşedilmeye çalışılır.
İngiliz öğretmenleri tarafından beğenilmeyen bir öğrenci olarak maruz kaldığı dayak yemeye varıncaya kadarki kötü muamele şüphesiz çocuk Sid’in zihninde yer eder. Sid’in maruz kaldığı sömürgeci tavır üstelik sadece okuluyla da sınırlı değildir. Kahire’de bir İngiliz tarafından durdurulmasını ve Arap olduğu için yediği hakareti de eserinde zikreder.
Sid sonrasında II. Dünya Savaşı akabinde Kahire’nin yabancı azınlıklarına yeni katılmış olan Amerikalıların çocuklarına eğitim vermek amacıyla kurulan Kahire Amerikan Lisesi’ne gönderilir. Kendi ifadesiyle Sid buraya; Amerikalı bir iş adamının, Amerikalılığa dair en ufak bir his taşımayan oğlu olarak başlar.
II. Dünya Savaşı’ndan galip çıkarak İngilizler’in Mısır’daki yerini alan Amerikalılar ile Kahire’nin çehresinde meydana gelen değişiklik eğitim metodunda da kendisini gösterir. Sid, Amerikalıların yaklaşımı ile İngilizlerin yaklaşımını ortaya koyması bakımından misaller verir. Buna göre yerel değerlere aldırış etmeyen İngiliz sömürgeci metoduna karşılık Amerikan metodu, tüm öğrencileri Arapça öğrenmeye teşvik edecek derecede yerel değerlerle barışıktır. Fakat yaşadıkları Sid için burayı da katlanılmaz kılar. O, evde ciddi bir anne ve baba baskısı gören, okulunda öğretmenleri tarafından beğenilmeyen, ait olmadığını düşündüğü bir okul çevresinin içerisinde yer alan biridir.
Filistin topraklarında artık kapıya dayanmış olan krizin belirtileri küçük Sid’in hayatının tam da merkezinde meydana gelir. Ailesiyle birlikte Kudüs’te bulunduğu ve büyükçe kısmını orada geçirdiği 47 yılında şehir İngiliz ordusu tarafından bölgelere ayrılmış, neredeyse her yer polis kontrol noktalarıyla doldurulmuş bir haldedir. Ailesinin yetişkin mensupları herhangi bir bölgeye geçmek için tezkere taşımak zorunda iken o, 12 yaşından küçük olması dolayısıyla buna ihtiyaç duymaz. Sid, yakında meydana gelecek vahim gelişmelerin gergin ortamında serbestçe dolaşır.
Aile mensupları tarafından "Tarihimizdeki en kara gün" olarak tavsîf edilen Balfour Deklarasyonu’nun yayınlandığı tarihin yıl dönümü olan 2 Kasım’dan bir gün önce 12 yaşına girmesiyle artık o da artık yol tezkeresi taşımak zorunda kalır. Dikenli tellerle çevrili barikatlarda dikilen kendi tabiriyle asabi İngiliz askerleri tarafından okul çantasının kontrol edilmesine maruz kalır.
1947 yılının sonunda Filistin topraklarından bir daha dönmemek üzere ayrılınırken, Sid’in sürgüne maruz kalan akrabaları da Filistin’i bir bir terk eder. Kahire’de yerleşik olan Sid’in ailesi her ne kadar hem bu sürgünü yaşamamış hem de Amerikan vatandaşı olmaları dolayısıyla kısmen korunaklı da olsa o dönemde Kahire’ye gelen Filistinli mültecilerle durum onlar için bir hayli üzücü bir hâl alır.
- Bunun dışında Filistin topraklarında mesela 9 Mayıs 1948’de yaşanan İsrail çetelerinin Deyir Yasin köyünü basarak kadın, çocuk ve ihtiyarların içinde olduğu 250’den fazla kişiyi öldürdüğü vahşetler de yaşananlara ayrı birer dram katar.
Sid’in ileriki yıllarda meydana çıkacak olan Filistin davasına olan kenetlenmişliğinin altında halasının şüphesiz büyük tesiri olur.
Nebîha isimli halasının Kahire’ye gelen perişan haldeki Filistinli göçmenler için verdiği uğraş şüphesiz ufak Sid’in zihninde büyük yer eder. Her şeyin başında öncelikle mülteciler arasında büyük bir sağlık sorunu vardır.
Sid’e göre, o dönem Kahire’ye gelen mülteciler sanki vatanlarıyla birlikte sağlıklarını da kaybetmiş gibidirler. Ayrıca hem devrim öncesi hem de devrim sonrası Mısır hükümetleri tarafından İsrail aleyhine Filistin’i destekleyen söylemlerin de içi boştur. Bilakis yaşananlar mültecileri daha da hırpalar.
1948 yılında Filistin’in düşmesiyle Sid ailesinde kimi ailevî sorunlar da meydana gelir. Osmanlı birliklerine katılmamak için çareyi Amerika’ya kaçmakta bulan Sid’in babası 1920 yılında Amerika’dan Filistin’e dönünce burada bir kırtasiye dükkanı kuran kuzeniyle bir miktar para koyarak ortak olur. Fakat Amerika’dan getirdiği yeni fikirlerle cesur adımlar atmak isteyen Sid’in babası için Filistin toprakları küçük olduğundan o da çareyi Mısır’a taşınmakta bulur.
Sid’in ailesinin Mısır’a yerleşme hikayesi de budur. Satışını yaptığı daktilolar, dolma kalemler, mobilyalar, hesap makineleri ile hatırı sayılır bir servet elde eden baba Sid, Orta Doğu’nun da döneminin de en büyük kırtasiye ve ofis malzemeleri satan iş adamı hüviyetini kazanır. Tabi Filistin’in düşmesiyle ailenin diğer mensupları Kahire’ye göçünce bu şirkette hak iddia eder. Bu da aile içi kimi anlaşmazlıklar meydana getirir. Baba Sid’in dizginleri tek patron olarak tekrar ele alması ise birkaç yıl sonra gerçekleşir.
Bu dönemde babasının böbrek ameliyatı için gittikleri Amerika’da bir müddet bulunan Sid, ABD’nin 33. başkanı Harry Truman’ın siyonizme arka çıkan söylemlerinden duyduğu öfkeden bahseder. Sid, onun Filistin’in Siyonistlerin eline altın tepside sunulmasında göz ardı edilemeyecek bir rolü olduğunu ve her zaman ondan nefret ettiğini söyler. Kendisinden önce gelen 32. başkan Franklin Roosevelt’in eşi Eleanor Roosevelt de İsrail’e hararetli bir şekilde arka çıkması dolayısıyla Sid’in nefret ettiği bir diğer isimdir. Onun; öve öve bitirelemeyen, neredeyse reklam malzemesi haline getirilen insancıllığının birazını Filistinli mültecilere gösterememesini asla affedemez.
1967’de İsrail’in kazandığı savaşı coşkuyla karşılayan Martin Luther King de her ne kadar bir dönem takdir etse de Sid’in bağışlayamadığı bir diğer isimdir.
Fakat bunlara karşılık Sid, ABD’nin 34. Başkanı Eisenhower’ın 1956 yılında İsrail’e karşı koyduğu tavırdan duyduğu takdiri ifade etmeyi de ihmal etmez.
Bir süre kalınan Amerika seyahatinin ardından tekrar dönülen Mısır’da Sid, 1949’da Victoria Koleji’ne verilir. Tabi bu tarihte Mısır döneminin bitmesine artık sadece 2 sene kaldığını bilmiyordur. Aslında o dönem her ne kadar gelecek için planlar yapılıyor olsa da Kahire’nin kendileri için bir yuva olamayacağının Sid ailesi farkındadır.
- Suikastlar, kaçırma olayları, Kral’ın ülkeyi sarsan hareketleri, iş görmeyen silah ve beceriksiz generalleri ile skandallar meydana getiren Mısır ordusunun hali Sid ailesine Kahire’de bir gelecek vaad etmez haliyle.
Ayrıca Müslüman Kardeşler’in o dönemdeki ani sivrilişinin de ne Müslüman ne de Mısırlı olan kendileri üzerinde bir tedirginliğe yol açtığını söyler Sid. Aslına bakılırsa bu tedirginlik çok da haksız sayılmaz. Zira 26
Ocak 1952’de babasının dükkanını küle çeviren yangının sonradan Müslüman Kardeşler tarafından çıkarıldığı anlaşılır.
Victoria Koleji’nde sıkıntılı bir öğrencilik hayatı geçiren Sid, sisteme karşı olan bir nevi direncini devam ettirir. Resmî dilinin İngilizce olduğu, bu dil dışında herhangi bir başka dilde konuşanların cezalandırıldığı bu okulda o, bunu İngiliz iktidarının zalim bir simgesi olarak görür. Filistin lehçesi ile karışık Mısır lehçesi onun bir başkaldırı sığınağı olur. Burada olan şey gereksiz bir İngiliz usulüyle heder edilen zamandan başkası değildir ona göre.
Kendi diline, tarihine, kültürüne, coğrafyasına sırt çevirmek, bunlarla alakalı eğitimin atlanması ise gerçek bir kayıptır. İşe yaramaz, gelecek vaat etmeyen bir öğrenci bulunarak yaptığı şeyler dolayısıyla yediği dayaklar ise onun iyice öfkesini arttırır. Onun bir İngiliz öğretmenini punduna getirerek bir yere kitlemesi, öğrencileri buraya toplayarak "İngilizimizi doğal ortamında görün" diye haykırması şüphesiz bu öfkesinin bir neticesidir. İleriki dönemde Victoria Koleji’nden kovulan Sid, her ne kadar bir müddet sonra aynı okula dönse de baba Sid artık oğlunu Amerika’ya göndermeye karar verir. Edward Sid’in bir olay hariç hayatının sonuna kadar, 1956’da Süveyş Savaşı’ndan sonra kamulaştırılan Victoria Koleji ile bir bağlantısı olmaz.
Sid, vereceği bir konferans sebebiyle ailesiyle birlikte Mısır’da bulunduğu 1989 yılında eşine ve çocuklarına bu okulu göstermek ister. Cuma günü olması dolayısıyla kapalı olan okula, kapıcı ikna edilerek girilir. Sid orada eski sınıfını, oturduğu sınıfı ailesine gösterir. Bu sırada okul müdürü olan çok kızgın tesettürlü bir kadın odaya dalarak okuldan gitmelerini söyler. Sid ne derse desin kadını sakinleştiremez ve çareyi okuldan ayrılmakta bulur. Bu hatırasını o, 38 yıl sonra aynı okuldan bir kez daha ama bu sefer de bir Müslüman tarafından kovulduğu şeklinde ifade eder.
1951 yılında eğitimin devam etmek üzere Amerika’ya giden Edward Sid; lise, üniversite ve lisansüstü eğitimlerini tamamladığı 11 yıllık bir süreçten sonra da hayatının sonuna kadar burada yaşar. Amerika’daki onlarca yıllık mazisine rağmen burada kendisini hâlâ iğreti hissettiğini söylemekle beraber burası aslında Edward’ı doğuran da yer olur. Entelektüel keşfi bir daha kapanmamak üzere burada açılır. Kendi tabiriyle yıllar yılı şekilciliğe dayalı bir öğrenim sürecinde, eleştirel yetenekleri ya da yaratıcılığı değil de tamamen ezber gücünü ölçmek üzere tasarlanmış standart bir müfredatı ve kalıplaşmış bir sınav anlayışını tatmin edecek eksiksiz ve doğru cevaplar verilebilsin diye bastırılmış, boğulmuş olan bir şey uyanır.
Yıllar sonra bir edebiyat eleştirmeni olarak isim yaptığında bir sınıf arkadaşının diğerine söylediği, bunun da sonrasında Sid’in kulağına geldiği ifadeler, Sid’in ümitsiz bir isimken nasıl da büyük bir entelektüel haline geldiğini yansıtması bakımından değerlidir:
“Bu Sid bizim Sid mi yahu? Adamın bizden hiçbir farkı yoktu halbuki. Nasıl bu kadar ünlü olabildi, hiç aklım almıyor.”
Sid, Amerika’da eğitim görmeye başladığı dönemde sınıf arkadaşlarının birçoğu üzerinde oldukça başarılı olan Amerikan tektipleştirme ve sürüleştirme harekâtına direnen bir anlayış da geliştirir ve bunda gün geçtikçe daha da başarılı olur. 1952 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Hür Subaylar Devrimi esnasında Amerika’da olan ve liseyi bitirmiş olan Sid bu tarihten bir yıl sonra da hem Harvard hem de Princeton üniversitelerinden kabul alır. Tercihini Princeton’dan yana kullanır.
Altı Gün Savaşı’nın gerçekleştiği 1967 yılı Sid’in de hayatındaki dönüm noktalarından birini meydana getirir.
Bu savaşın neticesi Sid’i bütün kayıpların başladığı noktaya, Filistin mücadelesine götürür. Siyonizme karşı Filistin mücadelesine yıllarca verdiği destek babasının ölümünden sadece birkaç saat önce kendisine verdiğini söylediği şu tavsiyede de kendisini gösterir:
Siyonistlerin sana yapacaklarından korkuyorum. Kendine mukayyet ol.
Bu çalışmaları esnasında yaşadığı kimi sıkıntılarla da karşılaşır şüphesiz. Orta Doğu’dan ayrılışından 40 yıl sonra, 1991 yılında Filistinli entelektüelleri ve aktivistleri Madrid Barış Konferansı öncesinde bir araya getirmeyi hedeflediği bir seminer için Londra’da bulunur. Seminerin gayesi kısaca Filistin meselesinin seyrini hızlandırmak için ortak bir tema kullanılmasıdır.
Avrupa, Amerika, Arap ülkeleri gibi dünyanın çeşitli yerlerinden gelen Filistinlilerin katıldığı program maalesef bir hayal kırıklığından öteye geçemez. Dile dolanan ve sürekli tekrarlanan beylik laflar, kolektif bir hedefe odaklanma yönündeki beceriksizlik, başkalarını dinlemeye gösterilen tahammülsüzlük ona göre aslında Filistin’in Oslo’da alacağı yaranın uğursuz bir provasından başka bir şey değildir.
1991 aynı zamanda Sid’e kanser teşhisinin de konduğu yıldır. Bu teşhisin konmasından kısa bir zaman sonra, annesinin ölümünün üzerinden bir buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen dertleşmek gayesiyle ona mektup yazma teşebbüsünde bulunması, sonrasında yazdığı cümlenin yarısında artık annesinin hayatta olmadığını hatırlaması hakikaten hüzün verici bir detaydır.
2003 yılındaki ölümüne kadar süren meşakkatlerle dolu uzun bir tedavi süreci kendisini yıpratır şüphesiz. Sid’in çocukluğuna ait detaya varacak hikayelerle dolu olan hatıratı da burada bir mana kazanır.
Zira ona göre, yaşanmışlıkların geçmişe dağılmış parçalarına sarılmak hastalığının giderek daha çetin bir halalan seyrine karşı sağlam bir dayanak olur.
Yazdığı denemeler, verdiği konferanslar, üniversitedeki dersler kısmen kendisine bu hastalığının önüne geçme imkanını verse de bu hâtırât tedavi döneminde çektiği fizikî ve zihnî acıların güdümünde yazılır. Bu da şahsım adına haliyle hâtırâta hâkim olan karamsar dili açıklar. Kim bilir, Edward Sid bu hâtırâtını sağlıklı bir döneminde kaleme almış olsaydı, belki de çocukluğunda yaşadığı o zor döneme hiç değinme gereği duymayacaktı.