Kendi dilinden, bir Ortadoğu tarihçisi
Ortadoğu ve İslâm dünyası hakkında yazdıklarıyla Batı’nın Müslümanlara dair fikirlerinin oluşumuna etki eden İngiliz asıllı ABD’li akademisyen Bernard Lewis, bildiği 15 dil, kaleme aldığı 32 kitap, bıraktığı etki ile incelenmeye değer bir isimdir. Bir Yahudi olması, II. Dünya Savaşı esnasında İngiliz istihbaratı için çalışması, İsrail’in kurulmasının ardından bu ülke lehine giriştiği kimi faaliyetler gerçekten de Lewis’in tam olarak ne olduğu, neye hizmet ettiği hakkında kimi sualleri akla getirir.
19 Mayıs 2018 günü hayata veda eden Bernard Lewis gerek çalışmaları gerek faaliyetleriyle kendisinden bahsedilen önemli bir isim olmakla beraber, büyük tartışmaların da merkezinde bir isim olmuştur. Üstelik etrafında dönen tartışmalar hâlâ devam eder. Oryantalizmi Batı emperyalizminin öncü bir kuvveti olarak tavsif eden Edward Said “Oryantalizm” başlığını taşıyan önemli eserinde, bir oryantalist olarak Bernard Lewis’i “20’nci yüzyılın bir numaralı oryantalisti” şeklinde takdim eder. Lewis hakkındaki tartışmaların ana noktasını da burası oluşturur. Bir Yahudi olması, II. Dünya Savaşı esnasında İngiliz istihbaratı için çalışması, İsrail’in kurulmasının ardından bu ülke lehine giriştiği kimi faaliyetler gerçekten de Lewis’in tam olarak ne olduğu, neye hizmet ettiği hakkında kimi sualleri akla getirir.
Bunun yanında özellikle Türkiye’de ilim muhitlerinde tanınan bir isim olan Lewis, Türkiye tarihi üzerine önemli çalışmalara da imza atan bir isim olmuştur. “Modern Türkiye'nin Doğuşu” adlı eseri hâlâ okunur.
- Fransa’da kendisini davalık eden Ermeni Meselesi gibi hassas bir konuda Türkiye’nin tezinden yana bir duruş sergilemesi kendisini burada tanınır yapan bir diğer özelliktir.
Tabi gerek Halil İnalcık’ın gerekse de İlber Ortaylı’nın bu yakın arkadaşları hakkındaki olumlu görüşleri, Lewis’in bizden biri olarak kabul edilmesine giden yolda da etkili olmuştur. Bu listeye Murat Bardakçı’yı da eklemek yerinde olacaktır. Bardakçı, Lewis’in ölümünden iki gün sonra yazdığı “‘Kadîm adam’ Bernard Lewis gitti, toprağı bol olsun!” başlıklı yazısında Lewis’in ölümünden dolayı duyduğu üzüntüyü dile getirmesinden başka, Bernard Lewis ve Edward Said arasındaki kavgaya değinir ve burada açıkça Said’in haksız olduğunu belirtir. Bir yazarı tanımanın en iyi yolunun o kişinin eserlerinden geçtiğine şüphe yoktur.
Konuşulan kişi de böylesine tartışmalı biri olunca bu durum daha da büyük önem arz eder. Türkçe’ye “Tarih Notları - Bir Ortadoğu Tarihçisinin Notları” adıyla çevrilen “Notes on a Century: Reflections of a Middle East Historian” adlı Bernard Lewis’in son eseri olan otobiyografisi tam da böylesi bir durum için okunması gereken bir eserdir. “Kişi kendisi hakkındaki olumsuzu gizler, dolayısıyla bir kişiyi kendi otobiyografisinden tanımaya çalışmak yanıltıcı olabilir” savı her ne kadar kısmen haklı olsa da, unutmamak gerekir ki dikkatli okunması durumunda bir kişiyi yazdıklarından, hatta yazmaya çekindiği şeylerden de tanımak mümkündür. Şahsen ben kendi yazdığı kadarıyla Lewis’i tanıma noktasında bir fikir sahibi olduğumu düşünüyorum.
1916 yılında Yahudi bir aileden İngiltere’de dünyaya gelen Bernard Lewis, ilk yılları hakkında verdiği bilgiler arasında Yahudi kültürüyle olan yakınlığından da bahseder. O da her Yahudi çocuğu gibi, ergenliğe geçişin kutsandığı tören olan Bar-Mitzva törenine katılır. Yahudi kültürüne olan yakınlığı da bu törenin ardından yıllarca devam edecek bir hal alır. Öyle ki kendisine klasik Yahudi metinleri üzerine ders veren Bay Creditor adlı kişi ihtiyarlayıp da emekli olduğunda, yayınladığı kitabından bir nüshayı, Lewis’in ikna etmek için ısrar ettiği anne ve babasına içindeki şu notla gönderir: “Bernard Lewis’in anne ve babasına. O benim öğrencimdi, artık ben onun öğrencisiyim”.
Annesinin doktor, babasının ise avukat olmasını istediği Lewis, bunlardan farklı olarak daha eğitiminin erken dönemlerinde bir Ortadoğu tarihçisi olarak bu alana ilgi duymaya başlar. İlerleyen yıllarda girdiği Londra Üniversitesi’nde hocası olan İskoçyalı ünlü oryantalist Sir Hamilton Gibb (1895-1971), kendisini en çok etkileyen hoca olur. İsmaililer üzerine meşhur eserini hazırlamaya karar verip de Gibb’e başvurduğunda, kendisinin buna danışman olabilecek ehliyete sahip olmadığından minnetle bahseder. Gibb, kendisini Louis Massignon’a yönlendirir. Massignon’un aksi bir kişi olduğundan bahseden Lewis, kendisiyle bir dönem de çalışmak üzere Fransa’da bulunur. Kendisinin bu dönemde tanıştığı hocalardan biri de, en sevdiği hocalarından biri olduğunu söylediği Adnan Adıvar’dır. 1937 yılında Fransa’dan İngiltere’ye dönmesinin ardından Gibb’in destek ve teşvikleriyle dört yıldır üzerinde çalıştığı Ortadoğu’ya ilk seyahatini gerçekleştirir. İlk durak Mısır’dır.
İskenderiye’ye vardığımda, kendimi daha çok düğünden sonra hayatının geri kalanını birlikte geçireceği gelini ilk kez gören bir Müslüman damat gibi hissediyordum.
Burada Arapça dersleri de alan Lewis, 3 ay kaldığı Mısır’ın ardından kendisine Mısır’da katılan anne ve babasıyla birlikte Filistin’e gitmeyi, bir Yahudi olarak kutsal toprakları ziyaret etmeyi de ihmal etmez. Sonra sırasıyla Suriye ve Lübnan’a da gider. Bu dönemde İsmaililer hakkında olan tezi üzerine çalışan Lewis, Suriye’nin Hama şehri yakınlarındaki İsmaili köylerini de ziyaret eder. Eser 1940 yılında “İsmaililiğin Kökenleri” adıyla yayınlanır.
Londra Üniversitesi’ne bağlı School of Oriental and African Studies’e (SOAS) öğretim görevlisi olarak atanan Lewis’in ilk işi de bu olur:
- ...verdiğim ilk ders İslâmî Yakındoğu ve Ortadoğu tarihi üzerine bir deneme dersi oldu. Bir Mısırlı, bir Filistinli Arap, bir Iraklı ve bir İranlı. Babam bunu duyunca şaşırmıştı. “Ortadoğu tarihi mi öğretiyorsun?” “Evet.” Afallamış bir sesle devam etmişti, “Anlamıyorum. Neden Londra Üniversitesi Araplara Arap tarihi öğretmen için sana maaş ödesin ki?"
1939 yılına gelindiğinde Lewis’in hayatı da bambaşka bir alana evrilir. Artık İkinci Dünya Savaşı’nın kaçınılmaz olduğu anlaşılmıştır. Hizmette bulunmak üzere Savaş Bakanlığı’na başvuruda bulunan Lewis, nihaî olarak kendi ifadesiyle 1940 sonu veya 1941 başlarında istihbarat sınıfına alınır. Official Secrets Act (Resmî Sırlar Yasası) ile bağlı olması dolayısıyla ayrıntılı bilgi verme özgürlüğüne sahip olmadığını söyleyen Lewis yine de oldukça önemli konulara değinir. Bir istihbarat elemanı olarak kendisi pek çok önemli olayın içindedir. Mesela savaş esnasında yürütülen faaliyetlerden Mısır Kralı Faruk bir müttefik olarak haberdar olma konusunda ısrarda bulunur. Ona güvenmediklerini söyleyen Lewis, tamamıyla yanlış bir plan hazırlayarak kendisine verildiğini söyler. Kuzey Afrika’da bir İtalyan karargâhı İngilizler tarafından ele geçirildiğinde ise bu planın bir kopyası bulunur. O zamanlar İtalya tabi Almanya’nın müttefikidir.
Sadece şu olay bile bu süreçte kendisinin nasıl da faal olduğunun bir göstergesidir: 1940 yılında Almanya Fransa’yı mağlup ettiğinde, Fransa’nın Vichy kentinde Almanya’ya bağlı bir yapı kurulur. Tabi Fransa mağlup olunca, bu ülkenin Ortadoğu’daki manda idaresi olan Suriye’de de bir dalgalanma olur. Ve Nazi etkisi, Suriye üzerinden Irak’a kadar ulaşır. 1941’in nisan ayında Irak’ta Reşid Ali Geylani idaresinde bir hükümet kurulur. Lewis, bu yapıyla yapılan mücadeleyi anlatırken Reşid Ali’yi düşürmek için yaptıkları askerî harekâtı açıkça dile getirir.
1944 yılının sonlarına gelindiğinde artık Almanya’nın savaşı kaybedeceği anlaşılınca Türkiye de tarafsız duruşuna son verir. 1945 yılının şubat ayında da Almanya’ya karşı savaş ilan ederek 2. Dünya Savaşı içerisinde resmen yer alır. Türkiye’deki gelişmelerin yakından takip edildiğini söyleyen Lewis, istihbarat kabiliyetinin yetersizliği dolayısıyla İngiltere’den bir istihbarat elemanının Türkiye’ye gitmesine karar verildiğini ve bu iş için de kendisinin seçildiğini söyler. Fakat bu görev daha sonra başkasına verilir. Bu durum kendisinde hayal kırıklığına yol açmakla birlikte sonrasında böyle bir görevle gönderilmediğine şükreder:
Eğer Türkiye’ye bu tür bir görevle gitmiş olsaydım, hayatım boyunca bir casus olarak yaftalanacaktım. Bu hiç kuşkusuz Türk dostlarımla ve meslektaşlarımla ilişkilerimi bütünüyle değiştirirdi.
1945 yılı aynı zamanda 2. Dünya Savaşı’nın da bittiği yıldır. Savaşın büyük kısmında Londra’da olan Lewis, aynı yıl Ortadoğu’daki istihbarat faaliyetlerini sonlandırmak için gider. Fakat sahada bizzat görüştüğü bir general bu görevlerin hiçbirinden vazgeçilemeyeceğini, bunların tamamına ihtiyaç duyduklarını söyler. Öyle ya, bundan sadece 3 yıl sonra İsrail kurulacaktır.
Bir tarihçi olarak savaşta bulunmanın kendisine çok katkıda bulunduğunu söyleyen Lewis, savaş sonrasında tekrar işinin başına döner. “The Arabs in History” adlı meşhur eserini de bu dönemde kaleme alır. Türkiye ile olan ilişkilerini de devam ettirir. Yahudi olduğunu belirtmesi durumunda Ortadoğu’daki Arap ülkelerinden vize alınmasının mümkün olmadığını bilen, sadece vize almak için de Yahudi olmadığını söylemesini ahlakî bulmayan Lewis, Ortadoğu ile ilgilenen Yahudi araştırmacılar için açık olan İran, Türkiye ve İsrail’e yönelir.
- Osmanlı arşivlerinde yapmak istediği araştırma için başvurusu kabul edilen Lewis, kendi tabiriyle, kendisini “oyuncak mağazasında kaybolmuş bir çocuk ya da Ali Baba’nın mağarasına giren biri gibi” hisseder.
1950 yılında Londra’ya döndüğünde Chatham House olarak bilinen Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ile Oxford University Press, ilki tarafından desteklenip ikincisi tarafından basılmak üzere modern Türkiye ile alakalı bir kitap yazmasını ister. Lewis “Modern Türkiye’nin Doğuşu” adlı meşhur eserini kaleme alır.
İlginçtir, Adnan Menderes’le alakalı en küçük detayları bile atlamayan Lewis, hayatının 1950’ye ve sonrasına olan yıllarıyla alakalı anlattıkları arasında İsrail’in kurulmasına değinmez. Bu kadar detaya varan bilgiler veriyor olmasına rağmen, mesela “Balfour Deklarasyonu” (2 Kasım 1917) gibi önemli bir gerçeği atlaması, bir tarihçi olarak şüphesiz kendisine olan güveni azaltan bir noktadır.
Özellikle çok sayıda İslâm ülkesine seyahat etme imkânı bulan Lewis, gerek siyasî gerek ilmî hüviyeti bulunan pek çok kişiyle de görüşür. Pakistanlı âlim Ebü’l-A‘lâ Mevdûdî ile son İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, bunlardan sadece ikisidir. Akademik hayatının yanında dış siyasetle ilgilenmeyi de ihmal etmez. Özellikle İsrail ile bir Arap ülkesi arasında imzalanan ilk anlaşma olan 1979 yılındaki Camp David Antlaşması’nda oynadığı rol aşikârdır.
İsrail’in 1967'de işgal ettiği Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası'nı geri almak amacıyla Mısır ve Suriye 1973 yılında, adı tarihe “Yom Kippur Savaşı” olarak geçen saldırıyı başlatır. Her ne kadar savaşın ilk zamanları Mısır ve Suriye lehine gelişme kaydetmiş olsa da, bu kuvvetler saldırıya geçen İsrail karşısında gerçi çekilmeye mecbur kalır. Ateşkes yapılır ve bu tarihten tam 6 yıl sonra, 1979 yılında Mısır’la İsrail arasında bir barış anlaşmasına gidilir. Pek çok kez Mısır’da bulunan Lewis, Mısır ile barış görüşmeleri için artık zamanın geldiğine ve gerekli ortamın oluştuğuna inanmaktadır. İsrail’in dördüncü başbakanı olan Golda Meir başta olmak üzere, pek çok siyasetçi ile görüşür ve onları müzakerelerin başlaması için ikna etmeye çalışır ama bunda başarısız olur. Kendisine sadece 1977 yılında başbakan olan Menachem Begin’in inandığını söyler. Anlaşma da onun başbakan olmasından 2 yıl sonra imzalanmıştır. Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, İsrail Başbakanı Menachem Begin ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Jimmy Carter’ın el ele verdikleri fotoğraf, yakın tarihin en önemli anlarından biridir.
- “Arap ülkelerine yaptığım ziyaretler sırasında hep aynı argüman dizisini duydum. “Zamanımız var, sabrımız var, tarih bizim yanımızda, Haçlılardan kurtulduk, Türklerden kurtulduk, Britanyalılardan kurtulduk. Sırası gelince Yahudilerden de kurtulacağız” Bunu o kadar sık duymuştum ki, sonunda bir grup arkadaşla otururken, sanırım Ürdün’deydi, “Afedersiniz ama yanlış anlamışsınız” dedim. “Ne demek istiyorsunuz? Olan bu” dediler. “Pek de değil. Türkler Haçlılardan kurtuldu, Britanyalılar Türklerden kurtuldu, Yahudiler de Britanyalılardan kurtuldu. Buraya bir sonra gelenin kim olacağını merak ediyorum.”
Ortadoğu’ya ilişkin çalışmaları için bir ömür veren Lewis, aynı zamanda Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington tarafından daha da sistematik bir hale getirilen “Medeniyetler Çatışması” tezinin de sahibidir. The Atlantic’te yazdığı “The Roots of Muslim Rage” başlıklı yazısında kullandığı “medeniyet arasındaki çatışma” ifadesi, 1993 yılında Foreign Affairs’teki Huntington’ın yazısına başlık olur. Huntington da bu başlığı Lewis’ten aldığını belirtir.
Zaten kendisinden bahsedilen bir isim olan Lewis, 11 Eylül sonrasında insanların Orta Doğu’ya artan ilgileri dolayısıyla eserlerine müracaat edilen biri olması yüzünden daha da popüler hale gelir. 11 Eylül saldırısının gerçekleştiği zamana denk gelen bir eseri, “What Went Wrong: Western Impact and Middle Eastern Response” kısa zamanda en çok satılanlar listesine girer. Bunu şu ifadeleriyle kendisi de kabul eder:
Usame bin Ladin beni meşhur etti. Benimle röportajlar yapıldı, bana atıflarda bulunuldu, filme çekildim ve hatta The Wall Street Journal’in baş sayfasına bile çıktım. O zamanlar eğer bin Ladin kitabımı tanıttığı için telif ücretimin bir kısmını talep ederse, bu iddiasında bir haklılık payı olduğunu kabul etmem gerekeceğini söylediğimi hatırlıyorum.
1993 yılında bir vesile ile gittiği Paris’te Le Monde’a bir mülakat verir. Lewis’in sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili bir soruya cevabı, büyük bir tartışma doğurur. Fakat Lewis’in buradaki duruşu Türkiye’nin tezini savunuyor olmaktan çok uzaktır. O, Yahudiler için kullanılan “holokost” kelimesinin Ermeniler için kullanılmasının doğru olmadığını savunur. Ona göre Ermeniler, Britanya ve Rusya ile Osmanlı’ya karşı isyan etmiş, her ne kadar büyük acılar yaşanmış olsa da bir ayaklanma bastırılmıştır. Fakat Yahudiler için herhangi bir isyan söz konusu değildir. Üstelik Almanya’daki Yahudiler devletlerine de sımsıkı bağlıdırlar. Onlara yönelik bu yok etme girişimi sadece ırksal kimlikleri dolayısıyla gerçekleşmişti. Tabi içinde bulunduğu bu sıkıntı, kendisine Türk diplomasisinde “Sözde Ermeni Soykırımında Türkiye’yi savunan Batılı” pâyesini kazandırmıştır.
Akademik hayatının büyükçe bir kısmını ABD - New Jersey'deki Princeton Üniversitesi’nde geçiren Lewis, yerleştiği Amerika’da siyasî çevrelerden de uzak kalmaz. Kendisi, gözünü Ortadoğu’ya diken Amerika için bilgisine başvurulan bir kişi olmuştur. Baba-oğul Bush’ların başkan yardımcılıkları görevinde bulunan Dick Cheney ile yakın temas halindedir. Amerika’nın Ortadoğu siyasetiyle alakalı yaptığı önerilere de kitabında kısmen değinir. Lewis’e göre Irak’ın Kuveyt’i işgali dolayısıyla yaşanan Irak işgali meşru ve zorunluydu. Fakat ikinci işgale hak vermez ve katılmaz. Cheney üzerindeki nüfuzu dolayısıyla bu konuda suçlamaya da maruz kalan Lewis, bu işgale karşı çıktığını da açıkça ifade eder.
Ünlü tarihçi, demokrasi hakkındaki görüşlerini de açıkça ifade eder. Demokrasiyi batılıların yüklediği anlamla Ortadoğu için de düşünmenin felakete yol açabileceğini savunur Lewis. Hamas örneğini verir.
- “HAMAS özgür ve adil bir seçim sonucunda iktidara geldiğinde demokratik bir rejim kurmadı”. Söyledikleri HAMAS’la sınırlı da değildir: “Müslüman Kardeşler çok tehlikeli bir radikal İslâmî hareket. Eğer iktidara gelirse, sonuçları Mısır için felaket olabilir. Müslüman Kardeşler’in ve benzer diğer örgütlerin Arap dünyasının büyük bir kısmında kontrolü ele geçirdikleri bir durumu hayal edebiliyorum. Bunun muhtemel olduğunu söylemiyorum; ama ihtimal dışı da değil. Eğer bu olursa, zamanla bir ortaçağ karanlığına yeniden gömülecekler”
Bildiği 15 dil, kaleme aldığı 32 kitap, bıraktığı etki ile Bernard Lewis incelenmeye değer bir isimdir. Said’in olumsuz anlamda dediği gibi o belki gerçekten de “20. yüzyılın bir numaralısıdır”. Lewis’i tanımak için, daha pek çok önemli anekdot içeren otobiyografisiyle başlamak yerinde bir tercih olacaktır.