Baas'ın Irak'taki son yumruğu
Baas Partisi içinde bir darbeyle iktidarı ele geçirdiği 1979'dan 2003'e kadar Irak'ı demir yumrukla yöneten Saddam Hüseyin; 1 milyonun üzerinde kişinin öldüğü Irak-İran Savaşı, kimyasal silahların kullanıldığı Halepçe Katliamı ve Kuveyt'in işgali gibi hadiselerle hafızalara kazınmıştır. 30 Aralık 2003'te, Kurban Bayramı'nın ilk gününde, kelime-i şehadeti tamamlamasına müsaade edilmeden idam edilene kadar tartışmalı pek çok karara imza atan Irak devrik lideri Saddam Hüseyin'in hazin, karmaşık ve oldukça ilginç yaşam öyküsü.
Amerikan askerlerinin Bağdat’a girdiğini duyan motosiklet tamircisi Hasan el-Jaburi, eline aldığı balyozuyla Firdevs Meydanı’ndaki Saddam Hüseyin heykelini yıkmaya doğru koştuğunda takvimler 9 Nisan 2003’ü gösteriyordu. Baas Partisi’nin Irak’taki son temsilcisi artık tarihe karışmak üzereydi.
Saddam Hüseyin, 28 Nisan 1937 tarihinde, Dicle Nehri kıyısında Salahaddîn Eyyûbî burada doğduğu için Salahaddîn olarak da isimlendirilen Tikrit kasabasında dünyaya geldi. Babasını henüz doğmadan önce kaybeden Saddam, çocukluğunu ve ilk gençliğini annesinden uzak, İngilizlere karşı Raşid Ali İsyanı’na katılan ve bundan dolayı hapiste de yatmış olan amcasının yanında geçirdi. Annesinin yeniden evlenmesinin ardından onun yanına geri dönen Saddam, üvey babasından sık sık şiddet gördüğü için annesinden ayrılarak amcasının yanına tekrar gidecek ve orada kalmaya devam edecekti.
18 yaşına kadar eğitimine Tikrit’te devam eden Saddam, lise eğitimi için doğduğu şehirden ayrılarak başkent Bağdat’ın yolunu tuttu. Bağdat’ta İngiltere destekli monarşi yönetimine karşı bir takım siyasî faaliyetlere girişen Hüseyin, bu nedenle öğrenimini tamamlayamadı. O, henüz gençlik çağında, amacı Ortadoğu’da tek bir Arap Devleti kurmak olan Baas Hareketi’ne katıldı. Baas’ın 1956’daki başarısız darbe girişimiyle üstü çizilen Saddam, Başbakan Abdülkerim Hasan’ı öldürmek için kurulan bir suikast örgütüyle de adı anılınca ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Kahire’ye yerleşen ve lise öğrenimini burada tamamlayan Hüseyin, Baas Partisi’nin Irak’ta iktidarı eline alacağı tarih olan 1963’e kadar, Kahire ve Şam’da yaşamaya devam etti. 1963’te Irak’a geçen Saddam’ın özgürlüğü Baas’ın iktidarına bağlı olarak pek uzun soluklu olmadı. Rejim birkaç ay sonra devrilince Saddam’a da hapishane yolu göründü. İki yıl hapiste kaldıktan sonra kaçmayı başaran Saddam, parti adına çalışmalarına kaldığı yerden devam etti.
Yasaklanmış bir muhalefet partisi durumuna düşen Baas, Ahmet Hasan el-Bekir liderliğinde yeniden örgütlenerek, Irak’taki çalışmalarını gizli bir şekilde yürütmeye başladı. Bu yeniden örgütlenme çerçevesinde el-Bekir, kuzeni Saddam’ı Baas’ın genel sekreter vekilliğine getirdi. Tecrübelerini bu dönemde partisine aktaran Saddam, böylece yavaş yavaş ikbal merdivenlerini tırmanmaya başladı.
Dört senelik gizli örgütlenmenin ardından Irak’ta 35 yıllık Baas Partisi iktidarı artık başlamak üzereydi. 1968 yılının Temmuz ayında, Baas ve müttefikleri darbe yaparak Cumhurbaşkanı Abdurrahman Arif ile Başbakan Tahir Yahya’yı görevden uzaklaştırdı. El-Bekir kurduğu yeni hükümette, hem devlet başkanlığı hem de Devrim Komuta Konseyi (DKK) liderliğini üstlendi. Saddam’ı en yakın adamı olarak gören el-Bekir, onu DKK’nın başkan yardımcılığına getirdi. Çevresindeki iktidar ortaklarından kuşkulanma ve onlara güvenmeme eğilimi baş gösteren Baas, gücü eline alır almaz vakit kaybetmeden sert adımlar atmaya başladı.
- Irak’taki kontrolünü pekiştirmek isteyen Baas yönetimi ilk adım olarak subay ve yüksek bürokratlar arasında temizlik yaparak sosyalist Arap milliyetçisi kişileri bu mevkilere getirdi.
Bu dönemde Tikrit doğumlu olanlar Baas’ta önemli bir yer tutuyordu. 1973 yılında dokuz DKK üyesinden dördü Tikrit doğumlu olan kişilerdi. Sadakatinden şüphelendiği kişilere acımasızca davranan rejim yüzlerce kişiyi hapsetti. Rejime karşı durmak isteyenlere kendilerini neyin beklediğini göstermek de ısrarcı olan Baas, daha da ileri giderek Bağdat meydanlarında halka açık idam törenleri düzenledi. Öyle ki ‘’Siyonist ajan’’ yaftasıyla 1970 yılına kadar ‘’resmî belgelere’’ göre 90 Iraklı rejim tarafından idam edilmişti.
Parti içerisinde el-Bekir ve genç Saddam oldukça uyumlu bir şekilde çalıştılar. Baas rejimi, önemli ekonomik ve sosyal reformlar gerçekleştirerek halkın refah seviyesini gözle görünür bir şekilde yükseltti. Bu durum, Baas’ı Arap dünyası içerisinde önemli bir konuma getirdi. Belki de bu reformlardan en önemlisi, İngilizlere ait olan Iraq Petroleum Company’nin (Irak Petrol Şirketi) millîleştirilmesiydi.
- 1972’de İngiliz petrol şirketinin millîleştirilmesi ve bir sene sonra OPEC ülkelerinin ambargo koyması ile yaşanan petrol krizi Irak’ın gelirini önemli miktarda arttırdı.
Irak’ın petrol geliri 1968’de 476 milyon dolarken 1980’de bu rakam 26 milyar dolar olmuştu. Baas elde ettiği bu gelir ile alt yapıya yatırım yaptı ve Irak vatandaşlarının hayat kalitelerine önemli bir katkıda bulundu. Aynı zamanda Irak’ta modern bir sanayiye ve güçlü bir orduya geçişin tohumları da atılmış oldu. Ekonomik gelişmeyi yakından takip eden Amerika, İngiltere ve Fransa bu kârlı pazara girmek için rekabet halindeydi. Fransa, Irak’tan Mirage uçakları ve 200 tank siparişi alırken; İtalya’da Irak’a gelişmiş tekneler satacaktı.
El-Bekir, hiçbir askerî geçmişi olmayan Saddam Hüseyin’e 1976 yılında Kara Kuvvetleri’nde korgenerallik rütbesi verdi. Verdiği bu karar, eski bir subay olan el-Bekir’in otoritesini azaltmıştı. El-Bekir, 1979 yılında Saddam Hüseyin’in baskısı ve sağlık problemleri bahanesiyle yerini ona bıraktı. 24 yıllık Saddam Hüseyin iktidarı bu şekilde başladı.
Saddam Hüseyin; Cumhurbaşkanı, Baas Partisi genel sekreteri, DKK’nin başkanı ve silahlı kuvvetlerin yöneticisi olarak el-Bekir’in yerine geçti. Korgeneral rütbesine sahip olan Saddam artık mareşal olmuştu. Vakit kaybetmeden 1968’deki Baas Darbesinden sonra yapılan temizliğin ikinci dalgasını başlattı. Bu dalganın hedefinde sadakatlerinden şüphelenilen Baasçı yetkililer ve subaylar vardı. Saddam, ilmek ilmek ördüğü istihbarat ağıyla kendisine rakip olarak gördüğü Baasçıları tek tek tasfiye etti. Bu tasfiyeler genellikle idam, ‘kaza’ sonucu ölüm, hapis ve sürgün şekillerinde oluyordu. Hüseyin’in attığı bu adımlar onu tam 24 sene iktidarda tutacaktı.
Tarih 1980’e geldiğinde idareyi tekelinde bulunduran Saddam, en çok konuşulacak icraatlarından birini yaptı; İran’a saldırdı. Onun İran’a saldırmasının en önemli sebebi İran’da meydana gelen sözde İslâm Devrimi'ydi. Ayetullah Humeyni, iktidara gelmeden önce Saddam Hüseyin’i ve onun partisini, ‘İslâmiyet’in baş düşmanı kâfir Baas Partisi’ şeklinde nitelendirmişti. İran şahının devrilmesinden sonra, İran’da artan militan Şii görüntü Saddam için büyük bir tehlike yaratır olmuştu. %65 Şii nüfusa sahip olan Irak’ta Ayetullah Muhammed Bakır Sadr’ın İran Devrimi’nden övgüyle bahsetmesi, ülkede hararetli günlerin yaşanmasına sebep oldu. Artan hararetin birçok şehre yayılması neticesinde Irak’ta devrim lehine protestolar başladı. Ancak Saddam, bu protestoları bastırmakta kararlıydı.
Sadr’ın destekçilerinden ve Irak’taki Şiîleri temsil eden İslâmî Davet Partisi’nden yüzlerce kişi tutuklandı, bunların bir kısmı da idam edildi. Sadr da tutuklananlar arasındaydı. Ancak serbest bırakılması için yapılan baskılar neticesinde hapishaneden çıktı. Saddam yönetiminin bütün anlaşma çabalarına rağmen Sadr geri adım atmayarak İran Devrimi’nin arkasında durmaya devam etti. Bunun üzerine Baas rejimi, İslâmî Davet Partisi’nin bütün üyeleri ve aynı amaca hizmet eden kişiler hakkında idam cezası kararı çıkardı. Kısa bir süre sonra Sadr tutuklanıp hapishanede öldürüldü. Humeynî, gelişen bu olaylar üzerine ‘Irak halkı ve ordusu, Baas rejimine sırt çevirip devirmelidir’ dedi yine aynı konuşmasında o, Saddam’ı ‘İslâm’a ve Kur’ân’a saldırmak’ ile suçladı.
İran’daki devrim ortamının getirdiği kargaşadan Kürtler de yararlanmıştı. Kürtler, Irak’ın kuzeyinde bir takım ayaklanmalar başlattı. Saddam, İran hükümetinin Kürt isyanına yardım ederek ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemeye çalıştığını görüyordu. O da, Humeynî’nin iktidarını pekiştirmeye fırsat vermeden, Humeynî hükümetini devirmeye karar verdi.
Hüseyin, bir savaş olasılığına karşı tedbirlerini almıştı, savaşa hazırdı. Bunun ilk adımı olarak 1975 yılında ŞattulArab meselesini çözüme kavuşturan Cezayir Antlaşması'nı feshettiğini, 1937’de olduğu gibi ŞattulArab suyolunun, Irak’ın egemenliği altında olduğunu açıkladı. Sözünü vurgulamak için belgenin resmî nüshasını törenle yırttı. Beş gün sonra Irak birlikleri, kısa bir askerî harekât olacağını umarak girdikleri İran’da sekiz sene sürecek yıpratıcı bir mücadeleye başladılar.
22 Eylül 1980 tarihinde Irak jetleri, İran havaalanlarını ve askerî tesislerini bombardımana tuttu. Savaşın ilk ayında Irak, kuzeyden güneye 600 kilometrelik bir cephede İran topraklarının 26 bin kilometre karelik bir bölümünü işgal etti. Kasım ayının ortalarına gelindiğinde ise Saddam, Hürrem şehrini ele geçirmişti. Bu gelişmeler Saddam için zafere giden yolun habercisi gibiydi.
Savaşta İran’ın en büyük avantajı, Irak’tan çok daha büyük bir nüfusa ve kara toprağına sahip olmaktı. Saddam işgalin İran içerisinde bir iç karışıklığa sebebiyet vereceğini düşünmüştü. Ancak düşündüğü şey gerçekleşmedi. Halk, Humeynî rejiminin aleyhine davranmak yerine arkasında durmayı tercih ederek ona sadakatini gösterdi. İranlılar ilk yenilgilerini atlatıp Humeyni’nin arkasında yeniden toparlandılar. Toparlanmanın ardından, Irak birlikleri ve Basra Limanı İran tarafından bombardımana tutuldu. 1981-1982 yılları arasında Irak birlikleri İran sınırının ötesine atıldılar ve kendi ülkelerini savunmak zorunda kaldılar.
Irak jetlerinin halkın moralini bozmak amacıyla bazı kentlere bomba saldırıları düzenlemesi üzerine İran, Irak'ın en önemli gelir kaynağı olan petrol limanlarını ve kuyularını hedef aldı. Basra Liman tesisleri, güney petrol kuyuları ve kuzeydeki önemli petrol kuyuları, bu hava operasyonları neticesinde kullanılmaz hale geldi. Bundan dolayı Irak’ın petrol sanayisi iyice sekteye uğradı ve savaş içerisindeki ülkenin ekonomik gelirleri ciddi şekilde gerilemeye başladı.
- 1982’den 1988’e kadar cephedeki durum sıkıcı bir misilleme savaşı halini aldı.
Savaşın sonlarında doğru İran birlikleri son bir saldırıyla Irak’ın Halepçe bölgesini ele geçirdi. İran’ın bu saldırısına karşı Saddam, zalimce bir misillemeyle karşılık verdi. Irak Hava Kuvvetleri kente kimyasal bombalar atarak yaklaşık 5000 kişinin ölmesine sebep oldu. Bu misillemeyle Saddam, adeta Humeyni’ye ne kadar acımasız olabileceğini göstermişti. Sekiz yıl süren bu yıpratıcı savaşa devam edemeyeceklerini anlayan taraflar, BMGK’nin 598 sayılı Kararı’nı kabul ederek savaşı sonlandırdılar. Anlaşma neticesinde her iki ülke de savaş öncesi sınırlarına dönmeyi kabul etti.
Saddam Hüseyin, İran ile yapılan savaşın sonunda ekonomik yönden oldukça kötü bir haldeydi. Yaklaşık 80 milyar dolar olarak tahmin edilen bir borcun altına girmişti ve bu borcun yarısı Körfez Ülkelerinden alınmıştı. Özellikle, Saddam gibi, İran’ı kendi rejimine tehdit olarak algılayan dönemin Kuveyt Emiri Şeyh Cabir es-Sabah, bu savaşta Irak rejimine oldukça bonkör davranmıştı. İran savaşında petrol tesislerinin çoğunun kullanılmaz hale gelmesi bu borcu ödemeyi daha da zor bir hale getiriyordu. Bunun üzerine Saddam Kuveyt Emiri’nden kabul edilmesi zor bir istekte bulundu. Emir’e tüm Sünniler adına bu savaşı verdiğini söyleyerek borcu silmesini istedi. Bu isteği kabul etmeyen Emir, kendisini bir savaşın ortasında bulacaktı.
- 1961’de, yine Irak tarafından ilhak edilen Kuveyt için İran senaryosu aynen tekrarlanacaktı.
Milyarlarca dolar borcu ödemek istemeyen ve daha önce de, Irak ile Kuveyt’in birleşmesi gerektiğini ifade eden Saddam, Kuveyt’e Irak toprakları üzerine inşa edilen bir İngiliz devleti gözüyle bakmaktaydı. Ayrıca Kuveyt’in, Rumeyla bölgesinde bulunan Irak petrollerinden yararlanması, Saddam’ın Kuveyt’e olan düşmanlığını daha da körüklemişti. Yeni savaştan çıkmasına rağmen, askerî olarak hâlâ iyi durumda olan Saddam, Scut füzeleri başta olmak üzere güçlü silahlar üretecek bir sanayiye sahipti. Ayrıca silahlı kuvvetlerdeki görevli asker sayısı, savaşın etkisiyle 190 binden 1 milyona kadar çıkmıştı. Saddam himayesindeki Irak, bölge için büyük bir askerî güçtü.
Takvimler 2 Mart 1990’nı gösterdiğinde Saddam Hüseyin beklenileni yaparak Kuveyt’i işgal etti. Kuveyt’ten katbekat fazla askerî güce sahip olan Saddam, iki uçtan saldırı başlatarak çok kısa sürede zaferi elde etti. Irak kuvvetleri karşısında tutunamayan Kuveyt, artık düşmüştü. Emir ve ailesi ile ülkenin ileri gelenleri Kuveyt’i terk ederek kara yoluyla Suudi Arabistan’a kaçtılar. Irak'ın net zaferiyle sonuçlanan bu işgal girişiminden sonra Saddam, 8 Ağustos’ta "Özgür Kuveyt Geçici Hükümeti" adıyla yeni bir hükümet kurdu. Kuzeni Ali Hasan el-Mecid'i Kuveyt valisi olarak atadı. 28 Ağustos’ta ise Kuveyt’i, Irak’ın 19. Vilayeti olarak ilan edip Kuveyt-Irak sınırını kaldırdı.
Saddam’ın Kuveyt’i işgali, dengeleri ciddi manada değiştirmişti. Önemli petrol yataklarını ele geçiren Saddam, Basra Körfezi’nde dünya petrol rezervlerinin %20’si ve 1990 dünya petrol üretiminin ise %7’den fazlasına el koymuş oluyordu.
İşgalin üzerinden çok geçmeden BM ile Arap birliği Saddam’ı kınayarak bu işgalden vazgeçmesini istediler. Arap Birliği ülkelerinden sadece Sudan ve Libya Saddam’ın işgal girişimine karşı sessiz kalırken, Ürdün ise yabancı ülkelerin müdahalesine karşı olduklarını belirtti.
İşgal ettiği topraklardan çekilme niyeti olmayan Saddam Hüseyin, BM’den bir takım isteklerde bulunduktan sonra Kuveyt meselesinin ele alınabileceğini söylüyordu. Onun istekleri şunlardı; İsrail’in, işgal ettiği Suriye ve Lübnan topraklarından çekilmesi, Suudi Arabistan’ın ülkede Amerika askerlerinin yerine Arap Birliği güçlerini bulundurması ve son olarak, Irak'a karşı her türlü boykot ve ablukanın derhal dondurulmasıydı. Ancak yapılan görüşmeler neticesinde hiçbir sonuç alınamadı.
Saddam’ın bir sonraki hedefinin kendilerinin olacağını düşünen Suudi Arabistan Kralı Fahd, ABD Başkanı Bush’tan yardım istemişti. Bu yardım çağrısından sonra Saddam, Irak resmî televizyonu ve radyosundan Mekke ve Medine'nin yabancı güçlerin gölgesinde inlediklerini belirterek cihat çağrısında bulundu.
ABD başta olmak üzere batılı devletlerin ekonomik çıkarları ve petrolün güvenliği Saddam’ın elinde büyük bir tehlike içerisindeydi. BMGK, 29 Kasım 1990 tarihinde aldığı kararla, Irak'a 15 Ocak 1991 tarihine kadar Kuveyt'i boşaltmaması halinde kendisine karşı zorlama önlemlerinin uygulanacağı, yani kuvvet kullanılacağı bildirdi.
Artık Saddam’a verilen süre dolmuştu. Başkan Bush, Irak'ın Suudi Arabistan'ı işgal edebileceği gerekçesiyle "tamamen bu ülkeyi korumak amacıyla" Çöl Kalkanı Harekâtı’nın başlatılacağını açıkladı. Suudi Arabistan’a yaklaşık 200 bin Amerikan askeri konuşlandırılmış, ayrıca BM tarafından da Saddam’a karşı bir koalisyon oluşturulmaya başlanmıştı. 40’tan fazla ülke, bu koalisyona destek verirken yaklaşık 30 ülke de asker gönderdi. Irak’ın karşısında farklı milletlerden 956 bin kişiden oluşan bir askerî güç vardı.
BMGK tarafından verilen sürenin dolması üzerine 16 Ağustos’ta ABD Hava Kuvvetleri Çöl Fırtınası Operasyonu’nu başlattı. Bu hava operasyonları neticesinde, Irak’a tam 90 bin ton bomba atıldı. Saddam, ise bu hava harekâtına karşılığı Scud füzeleriyle verdi. Hava saldırılarının gerçekleştiği iki ay boyunca 88 tane Scud füzesi ateşlendi. Bu füzelerden nasibini İsrail başta olmak üzere koalisyona destek veren Arap ülkeleri aldı. Füze atışları neticesinde İsrail’de yaklaşık 74 kişi ölürken 250 kişi de yaralandı. Onun Arap ülkelerine karşı hafızalara kazınan şu sözü Körfez Savaşı’nda söylenmişti:
Ben İsrail’e 39 tane fırlattım, içinizde adam olan varsa kırkıncı füzeyi fırlatsın.
Hava harekâtının ardından 24 Şubat’ta bir kara harekâtı başlatıldı. 100 saat süren bu kara harekâtında önemli bir direnişle karşılaşmayan koalisyon güçleri, Irak birliklerini mağlup ederek savaşı bitirdi. Böylece kendisine Arap devletlerinin yardım edeceğini düşünen Saddam, hayal kırıklığını uğramış oldu.
- Şüphesiz Saddam’ın sert ve acımasız politikalarından en çok etkilenenlerin başında Irak halkı gelmekteydi. Savaşın bitmesiyle 11 yıl sürecek olan ambargo başladı. Bu zaman diliminde Irak halkı en temel gıda maddelerine ve ilaçlara ulaşmakta dahi sıkıntı çekiyordu.
Koltuk hırsı bitmeyen Saddam Hüseyin ise ilginç ve bir o kadar da gülünç bir şekilde, 15 Ekim 1995 tarihinde yaptığı halk referandumu ile oyların %99’unu alarak yedi seneliğine yeniden başkan seçildi. Halkının düştüğü yoksulluğa rağmen o, ülkesini silahlandırmaya devam ediyordu. Saddam’ın bu tutumuna karşı bir takım tepkilerde gelişti. Öyle ki 1998 senesinde oğlu Uday’a bir suikast girişimi oldu, ancak yaralı kurtuldu. Her zaman farklı kimliğiyle öne çıkan Saddam Hüseyin oğlunun bu saldırıdan yaralı olarak kurtulmasının şükrünü çok farklı bir şekilde ifa etti. O, şükür ifadesi olarak kendi kanıyla bir Kur'ân-ı Kerîm yazılmasını istedi. Belli aralıklarla kanını tüplere koyup gönderdiği hattat, yaklaşık iki senede bu Kur'ân-ı Kerîm’i yazdı.
Çöl Fırtınası Harekâtı’nın üzerinden yedi sene geçmişti. Saddam Hüseyin’in bu zaman diliminde silahlanmaya devam etmesi, Amerika ve İngiltere’yi oldukça rahatsız ediyordu. BM’nin silah kontrolüne yanaşmayan Irak, 16 Aralık’ta başlayan ve yaklaşık üç gün sürecek olan yeni bir harekât ile bombalanacaktı. Amerika ve İngiltere’nin başlattığı bu harekâtın adı ‘‘Çöl Tilkisi Harekâtıydı’’.
Tüm bu yaşanılanların ardından Saddam’ın geleceğini belirleyen önemli bir olay yaşandı. El-Kide’ye bağlı kişilerce kaçırılan uçaklar ile Dünya Ticaret Merkezi’ne yaklaşık 3 bin kişinin öldüğü büyük bir saldırı yapıldı. Saldırı sonrasında herkes bakışlarını Amerikan başkanına çevirmiş, onun ağzından dökülecek kelimeleri bekliyordu. Yapılan bu saldırılara bir mesul arayan Bush için hedef belliydi; Saddam Hüseyin.
Bush, 2002 yılının sonbaharında kendisine hedef olarak Saddam Hüseyin’i seçmişti. Ona göre Saddam, kitle imha silahlarını saklamakta ve nükleer silah üretmekteydi. 2002’nin Ekim ayında Bush, Irak’a karşı askerî güç kullanmak için hem Temsilciler Meclisinden hem de Senatodan onay aldı. BM’den ise istediği onayı alamamıştı.
- 2003 yılına gelindiğinde dönemin ABD Dış İşleri Bakan’ı Powell, BMGK’yı ikna etmek için sahte olacağı daha sonra anlaşılacak olan bir takım delilleri belgeleri ile ortaya koydu.
17 Mart 2003’te Saddam’dan ve oğlundan ülkeyi terk etmesini isteyen Bush, BM’nin izni olmadan 20 Mart’ta Saddam rejimini ortadan kaldırmak için İngiltere'nin desteği ile birlikte savaşı başlattı. Saddam, saldırılar karşında çok fazla direnemedi. Çünkü Irak halkından beklediği desteği alamamıştı. Saddam Hüseyin’in iktidar süresince halkına uyguladığı ağır baskılar, onu bu yalnızlığa sürükledi. Hatta bir kısım Iraklının, Saddam’ı devirmek için yapılan bu işgal girişimine destek verdiği dahi görüldü.
Nisan 2003 senesinde iktidarı bırakmak zorunda kalan Saddam, hikâyesinin başladığı yer olan ve aynı zamanda da sonu olacak olan Tikrit’e kaçtı. 8 ay Tikrit’te saklanan Saddam, tek kurşun atılmadan yakalandı. Onun yakalanırken ağzından dökülen ilk sözleri ‘Ateş etmeyin! Ateş etmeyin! Ben Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin!’ oldu.
Verdiği görüntüler ile daima karizmatik ve sert duruşuyla hatırlanan Saddam Hüseyin’in yakalanma görüntüsü oldukça içler acısıydı. Daha öce hiç kimsenin şahit olmadığı şekilde olan donuk ve dalgın bakışları kameralar tarafından kaydedildi.
2006 senesinde yapılan mahkemede insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle hakkında idam cezası verildi. Son nefesine kadar düşündüğünü söylemekten sakınmayan Saddam, asılmadan önce ‘Cehenneme git’ diyen celladına ‘Erkek olun erkek!’ karşılığında bulunmuştu. 30 Aralık tarihinde, kurban bayramının ilk gününde, kelime-i şehadeti tamamlamasına müsaade edilmeden idam edildi. O böylece bir kurban bayramı sabahı kendi kararlarının, halkının ve acımasız dünya siyasetinin kurbanı oldu.