Korona hapishanesi: Kapitalist şeytânî düzenin insanlığı köleleştirmesi

YUSUF KAPLAN
Abone Ol

İnsanın özgürleşmesi yolculuğu olarak başlayan modern Batı uygarlığının dünya üzerinde kurduğu zorba ve haksız hegemonyasının, Batılı insanı, önce kilisenin tasallutundan “özgürleştirmesi”, sonra “tanrılaştırması”, sonunda dönüp dolaşıp insanı daha berbat kölelik biçimlerinin eşiğine fırlatması: Modernlikle birlikte araçların kölesine dönüşen, “modernlik hapishanesi” ve “demir kafes” olarak tarif edilen bir çıkmaz sokağa sürüklenerek “özgürlük kaybı” ve “mânâ krizi”ni iliklerine kadar yaşamaya başlayan modern insanın, postmodernlikle birlikte, önce hazlarının, sonra da medyatik ayartıların kölesine dönüşmesi...

Tarihte benzeri görülmemiş bir felâketle karşı karşıya insanlık. Bize, yaşadığımız şeyin, küresel ölçekte yaşanan bir salgın olduğu söyleniyor: İletişim ve ulaşım teknolojisindeki başdöndürücü gelişmelerle ve yanı sıra da her alanda yaşanan küreselleşme süreçleriyle birlikte zaman-mekân mesafesinin ortadan kalkması, tarihte belli coğrafyalarla sınırlı kalan bir salgının günümüzde küre ölçeğinde yaşanmasına yol açtı.

Tarihte benzeri görülmemiş bir felâketle karşı karşıya insanlık. Bize, yaşadığımız şeyin, küresel ölçekte yaşanan bir salgın olduğu söyleniyor: İletişim ve ulaşım

Gerçekte yaşadığımız şey çok daha karmaşık; korona salgınından çok, korona korkusu asıl yaşatılan bize. Yayılan şey elbette bir hastalık. Ama salgından daha hızlı yayılan şeyse, kendisi değil, korkusu!

Koronadan çok, ‘korku endüstrisi’ korkutuyor

Korku endüstrisi ve teknolojisi, sınır tanımayacak kadar gelişkin bir teknoloji ve endüstri. Medya üzerinden üretilmesi ve küresel ölçekte dolaşıma sokulması, insanlığı bir hapishaneye tıkmaya yetti: Korona hapishanesi bu.

Hepimiz korona hapishanesinin çâresiz esirleri gibiyiz!

  • Korona değil, korkusu üzerinden üretilen bir hapishane bu. Hayatı durdurdu. İnsânî teması, iletişimi, ilişki biçimlerini öldürdü. Yumruk sıkarak selamlaşıyor dünya birbiriyle. Ürpertici değil mi?

Kalbini sunmuyor insanlar, yumruk sıkıyor! Sadece bu yumruk sıkma psikolojisi bile, yaşanan hapishane, tıkılma psikolojisini çok iyi izah etmeye yeter!

Ama asıl tehlikeli olan, korku endüstrisinin ve teknolojisinin medya üzerinden üretiliyor ve dolaşıma sokuluyor olması: Olmayan bir şeyi üstelik de büyüterek sunma, büyüleyici, ayartıcı, estetize edici bir dille abartma, medya büyücüsünün yapabildiği en iyi şey!

Korona hapishanesi, medya üzerinden üretilen korku teknolojisiyle dijital bir engizisyona dönüşüyor...

Aklın aşırılıkları üzerinden dünyaya hâkim olan modern Batı uygarlığının, dünyayı postmodern algı imparatorluklarının kölesine dönüştürmesi, algının aklı çarmıha germesi

Çok şey söylenebilir medya endüstrisi ve ürettiği korku teknolojisi konusunda. Ama burada dikkat çekilmesi gereken nokta, insanlığın küresel güç ve çıkar odakları tarafından kolaylıkla güdülebildiği, sürüleştirilebildiği, aptallaştırılabildiği korkunç gerçeği!

Aklın aşırılıkları üzerinden dünyaya hâkim olan modern Batı uygarlığının, dünyayı postmodern algı imparatorluklarının kölesine dönüştürmesi, algının aklı çarmıha germesi.

İnsanın özgürleşmesi yolculuğu olarak başlayan modern Batı uygarlığının dünya üzerinde kurduğu zorba ve haksız hegemonyasının, Batılı insanı, önce kilisenin tasallutundan “özgürleştirmesi”, sonra “tanrılaştırması”, sonunda dönüp dolaşıp insanı daha berbat kölelik biçimlerinin eşiğine fırlatması: Modernlikle birlikte araçların kölesine dönüşen, “modernlik hapishanesi” ve “demir kafes” olarak tarif edilen bir çıkmaz sokağa sürüklenerek “özgürlük kaybı” ve “mânâ krizi”ni iliklerine kadar yaşamaya başlayan modern insanın, postmodernlikle birlikte, önce hazlarının, sonra da medyatik ayartıların kölesine dönüşmesi...

Bütün bu yaşananlar, Batı uygarlığının evrenselliği, sadece Batılı değerlerin evrensel olduğu efsanesinin sorgulanmasına yol açacaktı, açmalı ama açmadı bu çorak ülkede!

Bütün bu yaşananlar, Batı uygarlığının evrenselliği, sadece Batılı değerlerin evrensel olduğu efsanesinin sorgulanmasına yol açacaktı, açmalı ama açmadı bu çorak ülkede!

Bu yazıda özgürlük idealiyle başlayan yolculuğun nasıl olup da insanı korona hapishanesine tıkadığının dramatik ve trajik hikâyesini yazacağım.

Özgür yurttaşlar ve barbar köleler

Batılılar, Greklerden itibaren insana insan olarak bakmasını, değer vermesini öğrenemediler. Kendileri dışındakileri “barbar” olarak gördüler, sitenin / şehir devletinin yurttaşı olarak kabul etmediler.

Yurttaşlık, Greklerde bir dine bağlılık gibi kutsî bir bağdı: Site'nin yurttaşları, sitenin tanıdığı bütün haklardan yararlanabilirdi. Bir sitenin yurttaşı için site / şehir devleti, dünya demekti; hem cennetti, hem de cehennem: Sitenin yurttaşları için cennetti; sitenin yurttaşı olmayan barbarlar içinse hapishane, dolayısıyla bir tür cehennemdi.

Grek olmayanın hiçbir hakkı yoktu. Grek olmayan barbardı, köleydi; Aristo da, Eflatun da kölelikten şikâyet etmemişlerdi. Köleliğin tabiî bir olgu, kölelerin kaderinin köle olmak olduğu önkabulü vardı. Köle, insan değildi. Yurttaş gibi bir insan olamazdı. Yeri ve konumu belliydi; yerini ve konumunu bilmeliydi köle. Kölenin vazifesi, kölelik neyi, neleri gerektiriyorsa onları yapmaktı.

Sekülarizm dînî: Modern Paganizmin zaferi
Gerçek Hayat

Sözün özü: Grek olmayanlar, dolayısıyla köleler, kendileri gibi, Grekler gibi insan değillerdi; yurttaşın sahip olduğu bütün haklardan mahrum, insanaltı, ayrı bir türdü aslında.

Batı ve diğerleri: uygar ve barbarları

Bu narsisizm biçimi, sadece Greklere özgü değildi elbette. Romalılar için de geçerliydi bu, İtalyan şehir devletleri için de, İspanyol, Portekiz ve bütün diğer Avrupalı sömürgeci ülkeler için de: “Batı ve diğerleri” diye ikiye ayrılmıştı insanlık. Daha doğru bir ifadeyle, Batı insandı, diğerlerinin adı bile yoktu, ne olduğu belirsizdi, diğerleri köleydi, barbardı; sözümona “uygarlaştırma misyonu” gerekçesiyle Batılıların her tür tecavüzüne, saldırısına, işgaline müstahaktı.

Eşyanın, maddenin, nefsinin tasallutu altında yaşayan ama yaşadığı şeyin ne olduğunu bile anlayamayan insana, insanı insanlığından eden, araçların, ideolojilerin, paranın, pulun, her tür gücün, medyatik ayartıların, hazların ve ertelenemez arzuların kölesi hâline getiren bu tasallutu anlatamazsak ve kıramazsak, özgürlüğümüze asla kavuşamayız.

O yüzdendir ki, Batılılar, barbar olarak konumlandırdıkları ve tanımladıkları medeniyetlere, kültürlere, toplumlara uygarlık adına en barbar şekillerde, en vahşî yöntemlerle saldırmakta hiçbir sakınca görmediler. “Barbar” olarak, “geri”, “ilkel” olarak yaftaladıkları kültürlerin, toplumların topraklarını, dünyanın bütün kıtalarını işgal etmekten, kültürlerini yağmalamaktan, dünyalarını yıkmaktan, insanlarını biyolojik ve kültürel soykırıma tâbi tutmaktan asla çekinmediler!

Bütün bunları uygarlık adına yaptılar, “uygarlaştırma misyonu” bahanesiyle, modern süreçte.

Postmodern sömürgeciliğin keşif kolu: ‘insan hakları, özgürlükler...’ efsanesi

Postmodern süreçte, sömürgecilik söylem ve eylem biçimlerini değiştirdi ama saldırı, aşağılama ve yıkım ruhunu değiştirmedi.

Bu kez postmodern süreçte dünyaya “insan hakları, demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü” gibi ayartıcı kavramlarla, sloganlarla, içi boş retoriklerle hem tahakküm ettiler, hem de tecâvüz!

  • Postmodern süreçte, “insan hakları, demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü” sömürgeciliğin keşif kolu ve yapılan / yapılacak olan haksızlıkları meşrûlaştırma yolu olarak kullanıldı tepe tepe Batılı emperyalistler tarafından.

Kendisi dışındakileri barbar, böcek, canavar olarak gören bir uygarlık, dünyaya adâlet, hak, hukuk armağan edemezdi. Ama böyle bir uygarlık kendisini evrensel uygarlık olarak sunuyor, tek evrensel uygarlık olarak hatta!

Kendisi dışındaki herkesi barbar olarak gören bir uygarlık, insan hakkında, insanın değeri, yeri, konumu, inançları, davranışları, hakları, hukuku hakkında nasıl evrensel cümleler kurabilir ki?

İnsanı eşref-i mahlûkat olarak gören bir medeniyet...

Oysa benim inancım, hayat-dünyam, medeniyetim, inanan inanmayan ayırım yapmaksızın bütün insanları eşref-i mahlûkât olarak görür, yaratılmışların en üstünü olarak konumlandırır ama azmanlaşmaması için de, üstünlüğün hakikate hakkıyla sarılmakta; varlığa ve insanlığa karşılıksız iyilik yapmakta, hizmet etmekte; yalnızca Allah’a kul olmakta, kula ve dünyaya kul olmamakta, kul olduğunu aslâ aklından ve hayatından çıkarmamakta, Allah'a kulluğunu unuttuğu andan itibaren özgürlüğünü de, üstünlüğünü de yitireceğini aslâ unutmamakta gizli olduğunu söyler ve bütün bunları hayat ölçüleri olarak belirler. Hayat ve hakikat ölçüleri.

Medeniyet nedir, ne değildir?
Gerçek Hayat

İnsana dâir, hayata dâir, Yaratıcı'ya ve Yaratıcı'yla insan arasındaki muazzam özgürleştirici rahmetle sonuçlanan leziz ilişkiye, bağa, bağlanmaya dair, dolayısıyla Yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişkilerin yerli yerine oturtulmasından sonradır ki, adâlete, sulhe, hakka, hukuka, hakkaniyete, merhamete dair en evrensel, en köklü, en aşılamaz cümleleri, ancak Yaratıcı, insan ve kâinat arasındaki ontolojik hiyerarşi üzerinde edeple, özenle duran, titreyen bir inanç ve düşünce sistemi, bir hayat-dünyası, bir medeniyet idraki kurabilir.

Şeytânî küresel düzenin tasallutu: Korona hapishanesi

Kendisi dışındaki insanları ve varlıkları kontrol edilecek barbar, tabiatı ise dize getirilecek, sonuna kadar sömürülecek bir düşman olarak gören bir uygarlığın insanlığı getireceği yer korona hapishanesi olacaktı elbette ki.

  • Bu öylesine iğrenç bir hapishane ki, bütün insanlığı hem sürüleştiriyor, hem de yaşanan felâketi anlama, kavrama, ortaya çıkarma ve dünyaya aktarma girişimlerini sabote ediyor, bütün medya sistemleri ve kurumları güdümünde olduğu için.

Koronoyla insanlığı sürüleştiriyor, medyayla da aptallaştırıyor!

Çifte kuşatma ile karşı karşıya bütün insanlık.

Daha korkuncu, bütün bu operasyonlardan ötürü de, insanlığın önünü görememesi, korona sonrası sürecin nasıl bir süreç olacağını bilememesi!

İnsan, konumunu bilmeli. Başka varlıklara saygı duymasını öğrenmeli. Haddini aşacak işlere girişmemeli.

  • Konumunu bilmeyen, kendisini tanrı konumuna yerleştiren, kendisi dışındakileri barbar, böcek, canavar olarak gören insan, insan değil, şeytandır. Bu tür bir insanın kuracağı düzen, dünyayı cehenneme çevirecek şeytânî zulüm düzeni olacaktı elbette. Sadece saldırarak zulmeden bir zulüm düzeni değil. Daha da korkuncu, ayartarak, insanlığı hız, haz ve ayartının köleleri hâline getirerek, celladına âşık ederek zulmeden, dolayısıyla başta Tanrı fikri olmak üzere her şeyi, insanı da, hakikati de yok eden, hayatı çöle, dünyayı cehenneme çeviren nihilist zulüm düzeni.

İnsanlığın başına gelebilecek en büyük felâket böyle bir felâket olabilirdi: Sadece biyolojik yokoluş değil, epistemolojik ve ontolojik yokoluş felâketi!

Her şey Socrates’le başladı ve bitti aslında!
Gerçek Hayat

Sözün özü: Eşyanın, maddenin, nefsinin tasallutu altında yaşayan ama yaşadığı şeyin ne olduğunu bile anlayamayan insana, insanı insanlığından eden, araçların, ideolojilerin, paranın, pulun, her tür gücün, medyatik ayartıların, hazların ve ertelenemez arzuların kölesi hâline getiren bu tasallutu anlatamazsak ve kıramazsak, özgürlüğümüze asla kavuşamayız.