Yıkıcı kendilik
Bir müstahdemin bir kurumda kariyer basamağının en altında bulunmasına rağmen kurduğu iktidar alanı pek çok makam sahibininkinden fazla olabilir. Foucault'nun "iktidar her yerde" ifadesiyle şekillendirdiği iktidar alanı, her söylemin bir kendilik ve iktidar çabası olduğuna da işarettir.
Kendini merkeze koyanların cehenneme çevirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Her medeniyetin, her güçlü kişiliğin hatta ruhi sorunu bulunan insanların bile kendiliği güçlüdür. Muhtemelen ruh hastalarının tamamının hatta sinmiş gibi gözükenlerin, özgüven sorunu yaşayanların bile güçlü bir kendilikleri var. Bu tip insanların aşamadığı temel sıkıntı kendilerini başkasının üzerinde konunlandırırken bunu muhatabına kabul ettirememesidir. Öyle kuvvetli benlik örgüleriyle karşı karşıyayız ki insanın derinliğinin nereye kadar gittiğini ölçebilecek enstrümanlara sahip değiliz. "Kendini bil", "kendini bul", "kendini aş", "kendini tut", "kendini bırak" gibi ifadeler özgüven kaybı yaşayan bir toplum için geçerli olsa da insan gerçekliği karşısında ciddi tehlikeler de içerir.
Dünya varoluşu boyunca "kendini ispatla"maya çalışanların açtığı gediklerle kaplı. Öyle derin yaralar bıraktılar ki güç istenci peşine düşen "ezik"ler, kendilerini göstermek, kendilerini ispatlamak, zayıf varoluşlarını bastırmak için başkasını ateşe vermekten çekinmediler. Yalnız siyasal alandaki kendilik facialarından bahsetmiyorum, küçük dünyası içinde etrafını huzursuzluğa boğan muhterislerin zayıf kendiliklerinin başarıya aç bıraktığı benliklerini kavgaya ayarlamaları dehşetengiz suç, ahlaksızlık örnekleri geliştirmiştir. Rousseau'nun toplumsallığa açık kendiliğe karşı ilişkileri kadük bırakan benlik göstergelerini zikretmesi kendini merkeze alan bireyin facialarını anlatır.
BİRİCİKLİĞİN GÖLGESİNDE VAR OLMAK
Varlığını, karakter özelliklerini varoluşa dayatmak, güç istencinin sonuçlarındandır. Belki bundan daha ilerisi kendi varlık şartlarını genelleştirme, başkasını buna çağırma hatta icbar etme, varoluşunu merkeze alıp oluşu tanımlamaya, belirlemeye çalışmaktır. "Kendini bil" çağrısı kendini dayatmanın ötesine geçmediğinde kaos belirginleşir. Kendini bilmek, kendi biricikliğini tahkim edip başkalarının sunduğunun gölgesinde yaşamadan hayatiyetini devam ettirmektir esasında. Özgürlük kendi kendine yetebilmektir. İnsan kendinde varlık olmadığı hâlde, ilişki biçimini kendine yeterliğe göre ayarlayabilecek araçlarla donanmıştır. İnsan ilişkilerle var olur, başkasından mutlak ayrışma mümkün olmadığı hâlde ezmeden ezilmeden, sömürmeden sömürülmeden, tahakküm kurmadan ve tahakküm altında kalmadan yaşayabilecek kendiliğe sahiptir. Kendi biricikliğini, başkasına dayatmadan, ispatlama çabasının felaketlerini açık etmeden gösterebilir kişioğlu. Kendilik tam da kendi biricikliğini özgürlük denklemleri içerisinde belirginleştirmektir. Biricikliğini başkasına dayatmadan yaşayabilmek de kendiliğe dâhildir.
Belki de en zor olanı güç istencinden ziyade insan-ı kâmil'e açık tarafı dayatma, icbar etme tutumlarının dışında varoluşunu ayan edebilmektir. Biricikliğini yaşayabilen aslında özgürlüğünü de özgünlüğünü de kendiliğini de göstermiş demektir. Biriciklik sahici yaşamın sonucudur. Heidegger'in dasein'ı varlığın çobanı veya efendisi kılma kaygısı da bir yönüyle otantik kendilik dayatmasının sonucu. Kendilik vurgusundaki tuhaf aşırılık eninde sonunda başkasının alanını çevrelemeye götürür. Başka'sı, kendi'nin bu hegemonik tutumuna sessiz kalamayacak kadar kendi ise ortaya ciddi bir savaşım çıkar. Çünkü kendilik biraz da iktidar arayışıdır. Bir müstahdemin bir kurumda kariyer basamağının en altında bulunmasına rağmen kurduğu iktidar alanı pek çok makam sahibininkinden fazla olabilir. Foucault'nun "iktidar her yerde" ifadesiyle şekillendirdiği kendiliği yani iktidar alanı her söylemin bir kendilik ve iktidar çabası olduğuna da işarettir. Freud'un insanın esasında kendi inancına göre yaşamaya inanmadığı kanaati, kendilik kavgalarının görünenin arkasındaki en büyük azmettirici olmasından ileri gelir. Çatışanlar kendiliklerdir. Fütuhat'ta İbn Arabi'nin "ortada sadece tamamen silikleşmiş boş gölgeler var" yargısı kendiliği özde belirlemeye matuftur.
SAF, SADE, MÜNZEVİ
Günümüzde kendilik üzerine yapılan vurguların aksine kişinin kendiliğini bulması -geliştirmesi-işlemesi ve biricikliğinden bir inşaya girişmesi çok da kolay değil. Kendilik için ilkin bir sade-lik, saf-lık, yalın-lık, kendi başına var olma iştiyakı, kalabalıktaki münzeviliği tercih etmek gerekir. Zihni doygunluk, benlikte sadelik, varoluşunda tutarlılık geliştirmek ve çağımızın insanı... Hele ki kalabalıkta münzevi kalabilme yeteneği en azından dijital mahallelerde aktif olan özne için neredeyse imkânsız. Yalnızlık ve otantiklikle ilgili "hafta sonu bir yerlere, mesela göl kenarı oteline kaçma", üç saatliğine kamp ateşine kara çaydanlık atma algısına sahip zihin; yalını, sadeyi, safı değil indirgenmiş yalnızlık gösterisini yaşar. Saflık arayışı eylemden önce düşüncededir; kurucu bir nazarla otantisiteye bakarak veyahut dönerek yeniden kuruluşu gerektirir.
Eylemsiz, kaygısız, tutkusuz, düşüncesiz kendilik olmaz. Münzevi yalın-lık zamanın ruhunun akışı içinde kalarak onu aşabilecek bir kendine yeterliliği öngörür. Bu da ister istemez Nietzsche'nin "kendini kurmak için yıkmalı" deyişini belki gün içinde bir kaç kez uygulayabilecek şekilde, simgesel düzen kapsamında her günkü "kirlenmişliği" arındırma eylemleriyle imkân sahasına girer. Münzevi bakış gündelik ilişkilerin, başkasıyla var olmanın getirdiği kirlenmeler karşısında saflığı, ilk hâli hatırlayabilme iradesi ve şuurudur. Fakat kabul etmek gerekir ki egoizme düşmeden, sömürü ilişkilerine girmeden kendi yolunda yürümek çok zor; öyle bir dünyada yaşıyoruz ki sömürmeyi hakikat gibi gösteren insan gerçekliği, hakikat arayıcılarında bile önde. Kendilik diye gösterilen esasında insanın kurduğu özerk alandır; bilir ki orada ne otantisite ne hakikat ne saf iyi var, olmasına da gerek yok... Özerk alanı yaşadığı sürece onu hakikat ve ideal gösterme, savunma her zaman mümkün çünkü!
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki sömürmeyi hakikat gibi gösteren insan gerçekliği, hakikat arayıcılarında bile önde.
İNSAN ÇEVRESİNİ BELİRLER!
Yaşamak insanın çevresini değiştirmesi, geliştirmesi, yenilemesi, organize etmesidir. İnsan yalnız bugünle var olamaz, hafıza, tarih, kimlik, geçmişin yükü ve birikimi ile geleceğin sorumluluğu kişiyi belirler. İnsanı hayvandan ayıran sorumluluk, etrafını şekillendirme, "kendi dünyası"nı kurma iştiyakıdır. Alman idealistlerinin ve fenomenolojinin çokça savunduğu gibi nesneler dizgesinin insan dışında var olamayacağı, şekillenemeyeceği, anlam kazanamayacağı vurgusunun inşa etmedeki önceliği, kendilik bilgisinden başlayıp çevreyi düzenlemeye, bir dünya kurmaya yönelmeye kadar varabilir. İnsanın anlam dünyası içinde patron "bulunduğu mekân"da anlam kazanır, oradaki güç gösterisi bireyin kendi dünyasında anlamsız hatta komik bile kaçabilir. Kendi hayatını kurmada yer sahibi olmayan pek çok gündelik, yaşamımızın içinde yaygındır. Her yaygın olan belirleyici, tesir edici manasına gelmez. Başka dünyalar içinde kimse kendi olmak zorunda değildir; simgesel düzen kendinin merkezde yer almasını kabullenemez.
Her özne kendiliği ile var olmaya kalktığında herkes herkesle çatışır, oysa dünya, toplum, gündelik hayat uyumu, ahengi, kendiliği bastırmayı zorunlu kılar. Fakat bilkuvve değiştirme azmi bakidir. Kendiliğini güçlendiren çevresini dönüştüremezse onu değiştirir... Kendi etrafında dönen "başkalar" bulamaz ve onları etkileyemezse, kendi merkezine bağlanacak özneleri belirlemeye başlar. Bu yolda yetkinleşmek için "her yolu dener." Kendilik arayışı, kötüye açılan, başkalarına zarar verecek erdemler geliştirmektir aynı zamanda. Hayvan tarih dışıdır, hayvan- lık varoluşun başından bugüne aynı davranışlarla mücessemken insan-lık, akli, ruhi, davranış çeşitliliği ile maruftur. Çoğu zaman kendiliğimizi gösteremediğimizde bunu kabullenmeyiz, pasif suskunlukla içte biriktirir veya refleksler geliştiririz. İnşa dediğimiz pek çok olgu aslında insanın anında tepki göstermesinden ve bunu bilinçli ve iradeli eylem kılıfına yerleştirmesinden ileri gelir. Kendilik refleksleri yıkıcıdır... Başkasını hesaba katmaz, kendiliğe de bağlayıcı olduğundan zarar verir.
Değiştirmek, daha da önemlisi etrafına etki etmek insan olmanın getirdiği yetilerden biri. İz bırakmak ister kişi, çevresini düzenleme gayreti de kendi düzenini merkeze yerleştirme kadar aslında kalıcı varoluş gösterisidir. Herakleitos var olanı değiştir, Platon var olanı haklı çıkar, der. Var olanla sorunludur felsefe ve insanoğlu. Tasavvuf aslen hâldir; sürekli yeni bir durum yani, değişmek, başkalaşmak... Kendilik yalnızca etrafını düzenleme değil kendini de yenilemedir. Yalnızca donmuş bir öz benliğiyle kendini başkalarının üstüne çıkarma eğilimi en çok kendiliği bitirir. Tasarlanan dünya, zihinlerde kurduğumuz gerçeklik, Kant'ın fenomenal dünyası başkaları gözetilmeden, dünyanın gerçekliği göz ardı edilerek düzenlenemez. Tasarım ilişkilere dâhildir, Alman idealizminin yeni dünya inşası gibi farklı gerçeklik alanlarını kendi'liğe katma hedefi, başka'sının kendi'yi teslim almasıyla sonuçlanır. Rasyonel tutum, kontrolü elde tutma adına kendi'ye kapasite ötesi değer, erdem, amaç ve tutku yüklememeyi gerektirir. Merkezi ihata ederken oraya kendi'nin de kaldıramayacağı erdemleri yığma, arzular icat edip tutkuları kalgıtacak eylemeler sonunda kendiliğin başka'laşmasına neden olur. Kendi, kendini merkeze alarak başka'larını belirlemeye, kontrol etmeye çalışırken kendi'nden de olur!