Teknoloji ilerledikçe dünyadaki anlamını yitiren insan ve Türkiye'de sonu gelmeyen linç kültürü
İnsan bir yere kadar teknolojiyi kendisiyle birlikte geliştiriyordu, şimdi teknolojiyi geliştirirken bir yandan da aptallaşıyor. Dolayısıyla bir yerden sonra gerçekten ben insanın çok geride kalacağını ve hatta o dediğimiz filmlerdeki gibi.
Aykut: (İsmail Bey’e) bir video gönderdim ben, izledin mi videoyu?
İsmail: Ya robot videosu göndermişsin. Onu dedeler torunlarına falan gönderiyor. Ya da torunlar dedelerine gösteriyor… Takla atan robot o. Biz yaşıtız bana niye robot videosu atıyorsun abi?
Aykut: 50 yıl sonra başımıza gelecekleri düşünmedin mi hiç onu izlerken?
İsmail: Yoo, hiç düşünmedim abi.
Evrimci antropolog bakışı üzerinden de baksan ilk insanların Hz. Âdem ve Hz. Havva olduğu temel imanı kidesi üzerinden de baksan şurada kesiniz abi: İnsan teknolojiyi kendisiyle birlikte geliştiriyor.
Aykut: Dedelerin torunlarına gönderdiği Eminönü’nde satılan oyuncak robotlar, o başka. (gülüşmeler)
Furkan: Ya bu şey, köpek, hacdan getirirlerdi böyle. Benim oğluma dedesi getirmiş abi, bi’ tane balık var; “lebbeyk allahümme lebbeyk” diye… (gülüşmeler) Baya robot yani abi koyuyorsun masanın üstüne dolanıyor.
İsmail: Yok ben daha köklü bakayım da. Mesela evrimci antropolog bakışı üzerinden de baksan ilk insanların Hz. Âdem ve Hz. Havva olduğu temel imanı kidesi üzerinden de baksan şurada kesiniz abi: İnsan teknolojiyi kendisiyle birlikte geliştiriyor. Mesela ben bugün Sibel’in hatırlatmasıyla Cüneyt Arkın ve Fatma Girik’in oynadığı Köroğlu filmini -rahmetli Ayşe Şasa yazmış üstelik- izledim tekrar.
Furkan: Çok severim ben o filmi.
İsmail: Muazzam film, muazzam. Orada, malum “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” diye bir sahne var. Bolu Beyi, Köroğlu’nun yakın arkadaşı Hoylu Bey’i tüfekle öldürüyor. Ve gerçekten büyük bir şaşkınlık vesilesi tüfeği görmek; çünkü adam o ana kadar mancınık görmüş, … Top görmüş, efendime söyleyeyim kılıç görmüş kalkan görmüş mızrak görmüş… Kargı görmüş. Ama hiç tüfek görmemiş. Adam için yepyeni bir deneyim. Şimdi, robot meselesi de öyle. “50 yıl sonra robotlar dünyayı…” bana ne abi ne yapacaksa yapsın. İnsan kendi teknolojisini kendi oluşturan geri zekâlı bir tür.
Aykut: İnsan teknolojiyi kendisiyle birlikte geliştiriyor, dedin ya abi. Öyle değil mevzu. İnsan bir yere kadar teknolojiyi kendisiyle birlikte geliştiriyordu, şimdi teknolojiyi geliştirirken bir yandan da aptallaşıyor. Dolayısıyla bir yerden sonra gerçekten ben insanın çok geride kalacağını ve hatta o dediğimiz filmlerdeki gibi.
Furkan: Black Mirror’daki köpekler gibi mi?
Aykut: İnsanın bu dünyaya zarar veren bir tür olduğuna karar veren yapay zekaların çıkacağından korkmaya başladım.
İsmail: Bu kurban olduğum kıyamet bir gün kopacak. Niye korkuyorsun ?
Aykut: Tamam buradan da kopabilir işte. Böyle de kopabilir.
İsmail: Tamam kopsun. Yani zaten dünyanın sonunu tırnak içinde “vesile bakımından” insan hazırlamayacak mı?
Aykut: Ohoo… O zaman konuşmanın âlemi yok ki.
İsmail: Yok yok başka bir yere geleceğim. Geri zekâlı bir tür olarak insan kendisini kendi eliyle yaptığı bir şey üzerinden mahvedecek zaten. Yani mesela benim “Cinnet Modern” şiirinin girişi: bir kırlangıcın kanı var ön camımızda. Sanayi devrimi çünkü kuşların ölümüdür. Daha önce kırlangıçları araba öldürmüyordu abi hiç. Yani kırlangıçlar doğal sebeplerle ölüyorlardı. Ama araba çıktıktan sonra kırlangıçların kanları ön camlarımıza yapışır oldu. Bu biraz böyle bir şey.
- İnsan kendisini androidlerle yok etmek isteyen gerizekâlı bir türse onu bilemem. Ama şu mu, belki de gerçekten çok faydalı olacak robot devrimi. Hiçbirimiz çalışmak zorunda kalmayacağız, onlar üretecekler, biz bu dünyanın keyfini süreceğiz. Niye distopik bakıyoruz meseleye?
Furkan: Peki bir şey daha sorayım, insanoğlu kendinden daha korkunç bir şey üretebilir mi?
Aykut: İnsanın en mahir olduğu konu o abi.
İsmail: İnsanoğlu kendinden daha korkunç bir şey üretemez çünkü insanın korkunçluğunun bir sınırı yok abi.
İnsanoğlu kendinden daha korkunç bir şey üretemez; çünkü insanın korkunçluğunun bir sınırı yok.
Furkan: Mesela yapay zekâlı robot köpekler falan olacak değil mi abi? Aynı o Black Mirror’daki gibi.
Aykut: Şu anda büyük ihtimalle Amerika’nın -eğer anlatılanlar doğruysa ve açıklanandan çok daha ilerideyse diyelim Pentagon askerî teknolojisi- bir robot birliği vardır veya kurulmak üzeredir. Çünkü robot bile pekâla, eski bir asker olarak söylüyorum, diyelim meskun mahallerde Suriye’de, Orta Doğu’da falan rahatlıkla kullanabileceği bir şey. Koy sırtına patlayıcıyı, sağına soluna sensör tak, gönder.
İsmail: Zaten onu yapmıyor mu abi İHA’yla?
Aykut: Daha ilerisi de var işte…
Furkan: Benim sormak istediğim şey şu: Irak’ta bir buçuk milyon sivil öldü dimi savaş başladığından beri? Bir buçuk milyon. Bunları robotlar öldürmedi. Mesela Blackwater askerlerinden daha kötü bir şey mi olacak robot? Hani biz zaten gelecekte olmasından korktuğumuz şeyi bugün yaşamıyor muyuz?
İsmail: Yaşıyoruz.
Furkan: Bugünkü korkuyu bir nevi ileri atıyoruz.
Aykut: İkinci Dünya Savaşı’nda da yaşandı.
Furkan: Yani aslında bir tekerrür durumu var, alet edevat değişik bana kalırsa.
Aykut: Tabii.
Furkan: Yoksa değişen bir şey olmayacak. Şimdi Irak dediğin yer bundan 20 yıl önce milletin hacca giderken içinden geçtiği, hurma aldığı bir yerken; bugün bir buçuk milyon insanın öldüğü, korkmadan hiçbirimizin gidemeyeceği bir yer. Robotlarla daha nasıl bir şey olabilir?
Aykut: Olaya şöyle bakıyorsunuz abi: Bu bize ne olur, bu bize ne yapar, bizi nasıl öldürür.
Furkan: Müslümansan olaya böyle bakmalısın, bu bizi nasıl öldürür, genelde bizi öldürüyorlar biliyorsun.
Aykut: Yani bu teknoloji sadece buna mı sebep oldu? “Bu bizi öldürür hacı”
İsmail: Bak temel salaklık şurada abi, ben demin dedim ki “Belki de her şeyi bizim adımıza robotlar üretecek, biz de sadece entelektüel üretimler yapan insanlara dönüşeceğiz. Mesela para ortadan kalkacak robotların üretmesi sonucu falan.” dedim. Burada sorun şu: Pentagon denilen gerçeklik biçiminin bize önerdiği robot asker. Adam mesela “İnsanlığın hayatını kurtaracak ve diyelim sıfır hatayla mısır toplayacak bir mısır toplama robotu elde ettim.” demiyor ki sana. İnsan öldürecek bir robot elde ettim, diyor. Dolayısıyla distopik düşünmek zorunda kalıyorsun. Diyorsun ki “Bu gerizekâlı Amerikalılar insan öldürmek üzerinde bir zekâ geliştiriyorlar. Buldukları köpek de öyledir.”
Furkan: Niye kırlangıç yapmıyor?
İsmail: Ha İşte niye robot kırlangıç yapmıyor?
Aykut: Var abi işte… Kelebek yapmış ya.
Furkan: Kelebek mi yapmış?
Aykut: Kelebek var, kuş var. Şunu da söyleyeyim, ben yine karamsar tarafa çekmiş olacağım ama. Şöyle bir şey var abi, makineleşme hiç insanın hayrına bitmedi ki.
İsmail: Yani, hiçbir zaman.
Aykut: Fabrikalar çıktığında da “Oo o zaman işleri makinalar yapar, işçiler kazanır.” Olmadı. İşçiler işsiz kaldı.
İsmail: Tabii.
Aykut: İnsanın gittikçe gereksiz kaldığı bir evren. Sonuçta yine bir distopyaya dönüyor.
İsmail: Ama dünyanın bir distopyaya döneceği kıyametin kopacak olmasından belli ya zaten. Şöyle, dünyanın zaten distopik bir sonla sonlanacağı bize haber veriliyor. Kıyamet kopacak yani. Dolayısıyla bunu insandan başka da kimse başaramaz doğrusu. İnsan bunu yapar abi. İnsan bunu yapar.
Furkan: Yapar yapar. Yapar.
İsmail: Korkunç yani.
Aykut: Battlestar Galactica’yı izleyen var mı aranızda?
Furkan: Hayır ama o kadar dinledim ki, biliyorum yani.
Aykut: O dizide yapay zekâlar tam da az önce söylediğim gibi insanın kainata zarar veren gereksiz bir tür olduğuna karar verip insanı yok etmeye başlıyorlar. Daha enteresanı insanlar o hayali gelecekte çok tanrılı bir dine inanırken onlar tek tanrılı bir dine inanıyorlar.
- İsmail: Benim sık sık konferanslarda, konuşmalarda örnek verdiğim bir şey var abi, meseleyi ciddileştireyim. Dünyada ilk robotu kim yaptı? Cezerî diye bir adam. Adı üzerinde Cezerî. Yani şurda Şırnak, Cizre, Hakkâri Diyarbakır hattında yaşamış biri. Cezerî’nin yaptığı ilk robot ne abi? Abdest aldırma robotu. Niye böyle abi bu? Çünkü bir Müslüman robot bulacak olsa abdest aldırma robotu olur. Ne olacaktı yani? İnsan öldürme robotu bulabilir mi bir Müslüman?
Furkan: Abi o zaman burada bakış açısına geliyoruz.
İsmail: Bu biraz dünyaya nasıl baktığınla alakalı bir şey. Yani robotu Amerikalılar yapıyorsa mutlaka birini öldürmek üzere yaparlar.
Aykut: Ya ama mesela hangi Şahi’yi biz bulduk filan. Ya silah teknolojisinde Müslümanlar sıfır mıydı bugüne kadar? Öyle değil ki abi.
İsmail: Ya da şöyle söyleyeyim bir “Angara” delikanlısı robot bulsa onun bulduğu robot fidayda oynar abi. Yani biraz yapan insanın zihnine benzeyecek. Ha biz ne öngörüyoruz? Yapan insanın zihnini de açacak çünkü yapay zekâ aynı zamanda “upgrade” olacak.
Furkan: Dediğin doğru fakat bu bakış açısı da önemli mesela Eren Safi abdest alıyor bir yerde abi, kışın giyilen çok bağcıklı botlar var ya öyle bir bot giymiş. Bayağı uğraştı o botu çıkarmak için. Botu çıkardı sonra eline aldı ve dedi ki “Bunu bir Müslüman tasarlamış olamaz.”
İsmail: Olamaz.
Furkan: Çünkü bir Müslüman tasarlasa bu botun abdest almayı bu kadar zorlaştırmasını hesaba katar. Müslüman zihniyle düşünen birisi diyelim daha doğrusu. Çünkü o İslami günlük pratiğin ürettiğin nesnede de mutlaka karşılığının olmasını sağlarsın.
Aykut: Ya o ayrı bir başlık. Rasim Özdenören İslam sanatıyla ilgili konuşurken şeyi örnek veriyor; hiçbir Müslüman müteahhit evin tuvaletini kıbleye doğru koymaz. Tamam eyvallah. Bu gündelik hayatın planlanmasıyla ilgili kısmına eyvallah; ama Müslüman komple savaşın da karşısındaymış gibi bir şey çıkar ki o dediğinden o yüzden diyorum. Barışçı Hippi bir kültür değil ki bu.
İsmail: Bu arada “barışçı kültür” dediğin şeyi de bir ara belki uzun uzun konuşmak lazım. Saf anlamda “barışçı kültür” diye bir kültür yok abi. Yani yok. Bu biraz insan doğasıyla ilgili bir şey galiba. Yani Budistleri mesela bize “barışsever insanlar” olarak kakaladılar 60’lar 70’ler ve 80’ler boyunca. Fakat Mynmar’da gördük ki Budist dediğin insan tipinin içinden korkunç bir canavar çıkabiliyor.
Furkan: Tabii. Abi şeyi izlediniz dimi, meşhur filmdir. Tibet’te 7 yıl. Dalai Lama’yı anlatır. Film “Dünyada böyle bir millet ve böyle bir topluluk olamaz.” dedirtiyor. Yani barışçıl, saygılı, yaşama o kadar tutkuyla bağlı ki. Ana karakterlerden biri harita ölçümü yapacak. Bir yeri kazdıracak. Kazmıyorlar. Çünkü içinde solucanlar var. Onlar ölür diye tek tek solucanları topluyorlar. Sonradan meseleyi biraz araştırınca –ben filmden sonra çok merak ettim- abi o tapınaklar neymiş biliyor musunuz? Tapınaklar bir derebeyi şatosuymuş. Ve bir tapınağın olduğu bir köy o tapınağın kölesiymiş. Doğru düzgün yaşam hakları bile yok. Mesela bir kadın dul kaldığı zaman hayvandan daha aşağı oluyor Tibet’te. Tekrar ediyorum hayvandan daha aşağı oluyor. Ve o manastır rahiplerinin isteklerini gerçekleştirmekten başka hiçbir şeçenekleri yok o köylülerin. Ellerinde avuçlarında ne varsa veriyorlar, Orta Çağ ya bildiğin. Onu bize Hollywood Dalai Lama kültüyle nasıl güzel sattı abi. Bütün dünyaya sattı yani.
İsmail: Slumdog Millionaire filminde Hinduların Müslümanları katlettiği meşhur sahne büyük olay olmuştu, böyle şeyler oldu mu falan diye. Oldu kardeşim yani. Olmaz mı? Dolayısıyla o barışçıl kültür falan onlar zaten boş beleş. Ben sadece zihinsel bir çıkma olarak bunu söylüyorum ve önemsiyorum.
İsmail: Mesela Türkiye’deki yayıncılığın sefaletini konuşmak isterim.
Furkan: Robottan elektronik kitaba… (gülüşmeler) kitap robotlar abi. Düşünsene İsmail’in son romanı robot olacak.
İsmail: Interstellar’da bir robot vardı yapay zekâ, Tars. Alaycılık ya da mizah düzeyini %90dan %70e indirebiliyordu. %70’te de çok kötü bir espri yaptı… Başrol oyuncusu dedi ki “%30a indirmeye ne dersin?” Şimdi öyle bir robot olsa ve mesela entelektüel düzeyi %90 olsa benim ilk söyleyeceğim şey “%20 lütfen.” (gülüşmeler) Lütfen yani.
Aykut: Şey de güzeldi o filmde, o esas oğlan kara deliğe dalacağı zaman Tars’a diyor ki, “Mizah dozunu %100 yap lütfen.” Çünkü o noktada yapacak bir şey kalmamış artık ve sadece ironiye ihtiyacımız var. Orası güzeldi…
Herkes kendi mahallesine bakmalı; çünkü her mahallede yeterince aptal var.
İsmail: Daha doğrusu artık bu çağda ironiden başka hiçbir şeye ihtiyacımız yokmuş gibi geliyor. Ancak dalga geçebilirsin artık bu dünyayla. Bu dünyaya ciddi bir şey söylenebilecek bir şey yok ortada.
Sonu gelmeyen linç kültürü
Hadi o bahsi de açalım biraz: Fatih Altuğ ya adam Selim İleri’nin kapalı iktisat metnini multidisipliner olarak okumuş, bunu bir teze döndürmüş bir entelektüel. Ya da diyelim Fatma Hayrünnisa Hanım’ın eserini bugünün Türkçesine kazandırmış bir emekçi. Ya hu bir yarışmada Cem Karaca’nın “Herkes Gibisin” şarkısını sordular telefon jokeriyle Hocaya. Attilâ İlhan’ın değil Nazım Hikmet’inmiş şarkının sözleri, Hoca da “%90 Attilâ İlhan’ın” dediği için yarışmacı kaybetmiş. “Allah’ım akademimiz ne kadar berbat!”lar havada uçuştu. Gazeteler bile “yarışmada büyük skandal” diye verdiler bu haberi. Onun için diyorum, bu dünyayla ancak dalga geçebilirsin abi. Başka yapılacak hiçbir şey yok.
Ya hu bir yarışmada Cem Karaca’nın “Herkes Gibisin” şarkısını sordular telefon jokeriyle Hocaya. Attilâ İlhan’ın değil Nazım Hikmet’inmiş şarkının sözleri, Hoca da “%90 Attilâ İlhan’ın” dediği için yarışmacı kaybetmiş.
Furkan: Bunun türevlerini görmüyor musunuz sosyal medyada “Akademimiz berbat, şiirimiz bitti, roman zaten yazılamıyor!” her şey kötü değil mi, sosyal medyaya baktığımız zaman.
Sibel: “Biz toplum olarak kitap da okumuyoruz zaten…”
Furkan: İnsanlar yapamadıkları, elde edemedikleri ne varsa abi, bunu topluma isnat ediyorlar.
İsmail: Şimdi ismi lazım değil geçmiş zaman bir oturumda bir yaşlıca şair abimiz çıktı ve dedi ki “Tabii insanlarımız şiir okumuyorlar.”
Furkan: Seni okumuyorlar.
İsmail: Tabii. Seni okumuyorlar.
Furkan: Akademimiz berbat değil, sen berbatsın.
İsmail: Sen berbatsın. Ha, akademimiz de berbat yer yer ama. Şiir, 2000’lerden sonra sosyal medyayla beraber neredeyse yeniden başat tür oldu. “Şiir sokakta” diye bir şey var ya artık hayatımızda. Tamam, şiir Türkçedeki en altın çağını 60’la 70 arasında yaşamış orası garanti. Modern Türkiye için söylüyorum. Ama nerdeyse 60’la 70 arası kadar büyük bir şiir hareketliliği var. Ama abimiz iki elini bir araya kavuşturup “İnsanlarımız şiir okumuyor.” diyor. Ya okunuyor okunuyor. Okunuyor yani. Ahmet Arif’in kitabı senede yüz bin satıyor. İsmet Özel’in şiir kitabı senede otuz bin, otuz beş bin, kırk bin, elli bin satıyor yani. N’aptınız abi siz? Seni okumuyorlar yani. Takkeyi önüne koy ve düşün; ya ben acaba bu yazdıklarımı insanlara mı ulaştıramıyorum? Kötü bir şair miyim? Öyle şeyler düşün yani. Şimdi bununla dalga geçmeyip n’apıcaz abi? Elimizde Tars’ın ironi seviyesini %100’e çıkarmaktan başka bir şey kaldı mı abi? Var mı yani elimizde bir şey, yok.
Furkan: İroni de kurtarmayacak abi. Bu kara deliğin içerisinde bizi.
Aykut: Burada yine, az öne %20’ ye indirdiğin entelektüellik düzeyi kurtaracak bizi İsmail Bey…
İsmail: Aykut Bey, siz Tars olsanız entelektüel düzeyi %2’ye indiririm. Kemalist emekli öğretmene dönersin bak. Dünyada tanıdığın tek şair Behçet Kemal Çağlar olur ya da Ümit Yaşar Oğuzcan. (gülüşmeler) Yılmaz Özdil’i de büyük yazar zannedersin. (Topluca gülüşmeler)
Aykut: Tek şair, tek düşünce adamı, tek yazar Yılmaz Özdil!
İsmail: Bunu da genelledik, genellemek yanlış. Çok birinci sınıf zekâda Kemalist emekli öğretmen teyzeler de var. Yani her Kemalist de o kadar kötü değil; ama tanıdığım pek çok Kemalist çok kötü yani. Sonra mesela herkes kendi mahallesini temizlesin kardeşim. Geçen bana diyorlar ki, “Ya sizin mahallede de bilmem kim var.” söyleyenin ismi lazım değil. Ya sen kendi mahallene baksana Yılmaz Özdil var lan sizde! Yani bizim mahalledeki 10 tane senin şikâyet ettiğin adamı topla, Yılmaz Özdil’in saçmalığının onda biri kadar etmez. Adam fantastik.
- Şiir, 2000’lerden sonra sosyal medyayla beraber neredeyse yeniden başat tür oldu. “Şiir sokakta” diye bir şey var ya artık hayatımızda.
Aykut: Evet, herkesin kendi mahallesine bakması fikrine ben de katılıyorum çünkü her mahallede yeterince aptal var.
Furkan: Hepimize yetecek kadar var.
İsmail: Dünyada hepimize yetecek kadar aptal var.
Furkan: Bu kavga niye yani? (gülüşmeler)
Kasımda ne başkadır?
İsmail: Sorayım mı? Peki. Kasımda ne başkadır Aykut Bey?
Aykut: Hava.
İsmail: Güzel. Kasımda ne başkadır Furkan Bey?
Furkan: Kasımda motorlu taşıtlar vergisi bambaşka oluyor. (gülüşmeler)
İsmail: Kasımda ne başkadır Sibel?
Sibel: Metrobüste türkü dinlemek başkadır. (Gülüşmeler)
İsmail: Peki, bana en jandarması mı kaldı ya? Kasımda aşk başkadır! (Topluca gülüşmeler)