Taşları konuşturan şair: Mak Dizdar
Hayatı boyunca, çevresi ve kendisiyle hesaplaştı. İnandığını uygulamaktan ve uyguladığını duyurmaktan hiç geri durmadı. Dünyaya bakışını ve düşünce dünyasını, yaşam-ölüm hattı üzerine inşa etti. Ninni şiirinde yaşam ve ölümü tamamen iç içe geçirip, şöyle söyler: “Burada sadece yaşamak için yaşanmıyor / burada sadece ölmek için yaşanmıyor / burada yaşamak için ölünüyor!”
Yirminci yüzyıl Bosna Hersek edebiyatının en güçlü kalemlerinden biri olan Mak Dizdar’ın asıl adı Mehmedaliya’dır. Ancak daha ziyade, eserlerini imzaladığı ‘Mak’ kısaltmasıyla bilinir. Birinci Dünya Savaşı’na rast gelen, 17 Ekim 1917 tarihinde Stolats’da dünyaya geldi. Üç çocuklu Boşnak bir ailenin ortanca evladıydı. Babası Muharrem’i, savaşta aldığı yaraların etkisiyle, 1923’te kaybetti.
Liseyi, 1936 yılında taşındıkları, Saraybosna’da tamamladı. Daha sonra gazetecilik ve edebiyat dergilerinde yöneticilik yaptı. Safet Bey Başagiç’in çıkardığı ve ağabeyinin yeniden düzenlediği Gayret dergisinde çalıştı.
Çok genç yaşlarda yazmaya başladı. Henüz on iki yaşlarında ilk yazdığı mısralarda, insanoğlunun sorunlarını karşıtlıklar içerisinde sergiledi. Dünyanın bölünmüşlüğünü diyalektik bir çarpışmada gördü. En zor konuları, kolayca dile getirdi. Bunu bazen acemice, bazen büyük bir olgunlukla yaptı.
Güçlü bir şiir felsefesine sahip olan Dizdar sevgiden, sevinçlerinden, kaygılarından, sancılarından, ulusal ve dini köklerden beslenmiştir. Yerel zeminde, evrensel seviyede yapıtlar vermiştir.
Mak Dizdar, sanat ve estetik akımlarının çelişkileri arasında değişen ve gelişen bir şairdi. Hayatı boyunca, çevresi ve kendisiyle hesaplaştı. İnandığını uygulamaktan ve uyguladığını duyurmaktan hiç geri durmadı. Dünyaya bakışını ve düşünce dünyasını, yaşam-ölüm hattı üzerine inşa etti. Ninni şiirinde yaşam ve ölümü tamamen iç içe geçirip, şöyle söyler: “Burada sadece yaşamak için yaşanmıyor / burada sadece ölmek için yaşanmıyor / burada yaşamak için ölünüyor!”
Güçlü bir şiir felsefesine sahip olan Dizdar sevgiden, sevinçlerinden, kaygılarından, sancılarından, ulusal ve dini köklerden beslenmiştir. Yerel zeminde, evrensel seviyede yapıtlar vermiştir. O, seven ve sevmeyi bilen bir şairdi. İnsanı, hayatı ve hatta ölümü bile severdi. Bu sayede severek yaşadı, severek öldü. Pusula şiirinde, sevgiyi ve ölümü şu şekilde cem etmiştir: “Kim söyleyebilir nerededir / Sevginin yönü / Ve nerede / yönü / ölümün”
Dizdar, kendi diline hâkim bir şairdi. Şuna inanıyordu: “Şair, her şeyden önce kullandığı dili kusursuz bilmelidir.” Aynı zamanda kültür seviyesi yüksek bir vatanseverdi. Mensubu olduğu halkın tarihini de çok iyi biliyordu. Tarihine ve kültürüne olan düşkünlüğü, şiirlerine de yansımıştı. Bir solukta yazıldığı düşünülen şiirleri, aslında onun kültürel, sanatsal ve estetik birikiminin bir yansımasıydı.
İlk şiirleri
Dizdar’ın şiir poetikası; şiirlerinin yapısı, estetik anlayışı, dili, deyişi, daha kendisi hayattayken birçok eleştirmenin ilgisini çekmiştir. Onun şiiri üzerine eski Yugoslavya’da, özellikle Bosna Hersek’te birçok inceleme ve araştırma yayınlanmıştır. Dizdar’ın şairlik serüveninde, en farklı ve dikkat çekici eserleri Taştan Uyuyan (Kameni Spavac) ve Mor Nehir (Modra Rijeka) olmuştur.
- O biçimdeki özgünlüğüyle, eleştirmenlerini her zaman şaşırtmıştır. Bununla birlikte, tüm eleştirmenlerin üzerinde ittifak ettikleri bir husus vardır: Dizdar, şiiri bilim işi olarak kabul ederdi. Kaleme aldığı eserleri derin bir muhakemeyle, büyük bir sabırla yoğururdu.
İlk şiirlerinde, şiir yazımındaki, kimi alışkanlıklardan kurtulma girişiminde bulundu. Henüz on dokuz yaşındayken, 1936 yılında, ilk şiir seçkilerini Vidovopoly Gecesi (Vidovopoljska Noc) isimli kitapta topladı. Ancak devlet sansürü sebebiyle, birçok şiiri yayınlanmadı. Sonrasında uzun yıllar ürün vermedi.
Gençlik yılları sosyal hareketler içinde geçti. Bağımsız Hırvatistan Devleti’nin dikkatini çekmemek için sık sık yer değiştirdi. Ancak İkinci Dünya Savaşı başlarında Ustaşa (Hırvat faşist) rejimi, onu tüm kamusal haklardan mahrum etti. O da illegal hareketlere katıldı. Savaş yıllarında, Komünist Partizanları destekledi. Bu duruşu şirini de etkiledi. Edebiyata sosyal lirizm şairi olarak girdi. Kendi hislerinden ziyade, dönemin heyecan dolu söyleyişlerine ayak uydurmayı tercih etti. Mısraları alt alta sıralayarak, şiirden kaleler inşa etti. Bazı yerlerde kendi hislerini de kattı. Duygu ve düşüncelerini, bu kalelerin, burçlarında bayraklaştırdı. Eski Yugoslavya’da, duygu ve düşünceleri, onun gibi biçimlendirebilen şair çok azdır.
Eller şiirinde şöyle söyler: “Yaşayan taş üstünde taşıdım iki eli / İki alamet gibi / Şimdi eller yoğun yaşıyor / o taşın kalbinde”
Savaşın sonuna doğru polis hem onu, hem de yazarlık yapan ağabeyi Hamid’i takip ediyordu. Polisten kaçmayı başardılar. Ancak onları bulamayan polisler kız kardeşi Refika’yı hapse attılar. Annesi Nezira ve kızkardeşi Refika, İkinci Dünya Savaşı esnasında, Jasenkoviç toplama kampında vefat ettiler. Bu sebeple Mak, hayatının sonuna kadar kendini affetmedi. Bu ‘günahı’ ömrü boyunca, bir yara gibi üzerinde taşıdı.
Savaştan sonra, 1948-51 yılları arasında, Oslobodjenje gazetesinde baş editörlük yaptı. Bu esnada, geniş halk kitlelerine ulaşabilmek adına, Seljacka Knjiga (Köylü Kitap) yayınevini kurdu. Ardından, 1951-59 yılları arasında, Balkanların en büyük ve en önemli yayınevlerinden biri olan Narodna prosvjeta (Halk Eğitim) Yayınevi bünyesinde çalışmaya başladı. Sosyalistik doğmalara karşı ilgisizdi ve yeni hükumete güzellemeler içeren metinler kaleme almak istemiyordu. Bu sebeple 1954 yılında yeniden şiire döndü.
Yeni eserler
Savaşın beraberinde getirdiği sarsıntıları, uyumsuzlukları, dünyadaki değişimleri şair gözüyle takip etmişti. Gözlemlerini, on sekiz yıllık bir aradan sonra yayımlanan, ikinci kitabı Yüzücü Kız (Plivacica) ile okurlarına sundu. Üçüncü kitabı Dönüş (Povratak) ise 1957 yılında okurlarıyla buluştu. Her iki çalışma da, uzun yıllar akışı engellenen bir akarsuyun bir anda boşalması gibi, uzun şiirler içeriyordu.
O ve onun gibi birkaç kalemle birlikte, ülkenin sanatını dünya sahnesine taşıyorlardı. Ancak “dozu aşıp, rejimi eleştiren tehlikeli ve affedilmez yayıncılık uygulamaları içine girdikleri” gerekçesiyle, Narodna prosvjeta devlet tarafından kapatıldı.
- Dizdar, tüm hayatı boyunca, tek bir hizada yürümekten kaçınmıştır. Hemen hemen tüm şiirlerinde, ikilik (dualizm) göze çarpar. Uyumu, uyumsuzluk içinde bulmaya çalışmıştır. Dinginliği tedirginlik dairesinde kovalamıştır.
Hayalleri, umutları, korkuları ve sevinçleri bu daire içindedir. Onun şiirlerinde zafer ve mağlubiyet, varlık ve yokluk, inanç ve kuşku, doğum ve ölüm iç içedir. Onun şiirlerinde hiçbir zaman ve hiçbir şeye cevap bulunmaz, tam fotoğraf çekilmez, sırlı konuşulur, muamma dolu bir tablo çizilir. Onu farklı kılan, öne çıkaran husus da budur.
İçinde taşıdıklarını Dairenin Kabalığı (1960) ve Madonna İçin Dizeler (1963) isimli eserlerde ifade etmeye devam etti. Bu eserlerde, varoluşçuluk temelinde gerçeküstücülük vurgusu yapıyordu. Mecazlardan arınarak, insanoğlunun yaşadıklarına şahitlik etmek istemişti. Hiçliğe önem verip, düşler deryasında yüzmüştü. Uçsuz bucaksız okyanuslarda yüzmesine rağmen kıyılara ulaşmakta zorluk çekmemişti.
Referansları
Şiirlerinde referans kaynakları Slav ve Bogomil kökleri, İslam kültürü, Orta Çağ Bosna kültürünün kalıntıları ve özellikle steçaklar olmuştu. 15’nci yüzyıl Bosna dilinin deyimlerinden, hayatın kısa öykülerine dair gnomik yazıtlardan ustaca beslenmiştir.
Bosna Hersek’teki on binlerce steçakın üzerinde, çeşitli dini semboller ve bezemeler bulunur. En yaygın semboller ay, yıldız, güneşi temsil eden dairelerdi. Kılıç, kalkan, mızrak ve bayrak gibi sembollere de rastlanmaktadır. Geniş geniş sağ elli ve geyikli insan figürleri de bulunmaktadır. Sembollerin yanı sıra kısa notlar ve epigraflar da steçakların üzerine oyulmuştur. Bütün bu sembol ve notlar ölenin yaşamını, alışkanlıklarını, ölüm sebebi ve biçimini, vatanına olan sevgisini anlatır.
Yazıtlarda ifade edilen temaların “Bosna’nın sırları” olduğunu söyleyen Mak Dizdar, steçakların önemini ve gizemini şöyle anlatır: “Steçakların üzerindeki veya içindeki şeyler, benim için başkaları için değil, başkaları yazmadı ya da göremedi. Bu taştır ama aynı zamanda kelimedir. Bu topraktır ama aynı cennettir. Bu maddedir ama aynı zamanda ruhtur. Bu ağlayıştır ama aynı zamanda şarkıdır. Bu ölümdür ama aynı zamanda yaşamdır. Bu geçmiştir ama aynı zamanda gelecektir.”
Taştan uyuyan
Mak Dizdar, kendisi üzerinde böylesine büyük bir etki meydana getiren steçaklar üzerindeki sembol ve notların birçoğuna, eserlerinde de sıkça yer vermiştir. Örneğin, en meşhur eseri olan Taştan Uyuyan’ın omurgasını steçaklardaki sembol ve yazıtlar oluşturmaktadır. Bu sebeple Taşta Uyuyan, Bosna’nın tarihsel ve manevi kimliğinin kanıtı olarak kabul edilir.
Şiirde hak ettiği yeri ve önemi, 1966 yılında yayımlanan, Taştan Uyuyan adlı eseriyle kazandı. Bu eser, Dizdar’ın olgunluk ve üretkenliğinin zirvesi oldu. Şiiri, bu eserle kristalleşti. Taştan Uyuyan, öz değerleriyle olan bağının ve bağlılığının da en net ifadesidir. Özüne yasladığı şiirini, evrensel bir değere ulaştırmıştır. Daha önce birçok örneğini verdiği karşıtlıkları, ustaca şiir biçimine yerleştirmiştir. Karşıt dünyaların birleşimini, sembolizm yoluyla sağlamıştır. Hayata nokta koymak yerine, hayatı daha da hareketlendirmiştir.
Mak Dizdar, bu eseri kaleme alırken, steçaklar altında gömülü Orta Çağ halklarının gözünden dünyayı hayal ederek, birçok konuyu gündeme getirdi. Eserine tarihi bir bakış açısı katmak için de steçakların üzerindeki sembol ve yazıtları kullandı. Bu eserin, derin siyasi köklerinin olduğu ve politik mesajlar içerdiğini ilk olarak onun düşmanları keşfettiler. Taştan Uyuyan, aynı zamanda Bosna Hersek sanatsal ve manevi tarihinin en önemli çalışmalarından bir tanesidir. Bosna Hersek’in tarihinin, devlet oluşunun, geçmişinin ve geleceğinin temel detaylarını içeren güçlü bir dayanağıdır.
Üretti ama görülmedi
Dizdar, büyük bir ustalıkla kaleme aldığı eserlerinde, edebi erdemlere önem verdi. Bununla birlikte, şiir gelenekleri içinde kalmadı. Yeni akımları da yakından takip etti. Mor Nehir’den sonra kaleme aldığı diğer şiirler, onun devamlı olarak, yeni biçimler, yeni yollar, yeni boyutlar peşinde koştuğunu göstermektedir. Biçim olanakları içinde bu yeniliklerden ustaca yararlandı. Bu sayede Bosna Hersek’in yanı sıra, o dönem mensubu olduğu eski Yugoslavya’nın en önde gelen şairlerinden bir tanesi oldu.
Şiirde hak ettiği yeri ve önemi, 1966 yılında yayımlanan, Taştan Uyuyan adlı eseriyle kazandı. Bu eser, Dizdar’ın olgunluk ve üretkenliğinin zirvesi oldu. Şiiri, bu eserle kristalleşti.
Böylesine üretken ve önemli bir şair olmasına rağmen, aramızdan ayrılmadan sadece birkaç yıl önce, hayatını güvenli bir şekilde sürdürebilecek işler yapma imkânına ulaşabildi. Ömrünün son yedi yılını Zivot (Hayat) dergisinde genel yayın yönetmeni ve Bosna Hersek Yazarlar Birliği’nde başkan olarak geçirdi. 14 Temmuz 1971’de hayata gözlerini yumduğunda, henüz 53 yaşındaydı.
Onun doludizgin geçen yaşam hikâyesini en iyi anlatan, yine kendisinin kaleme aldığı Bir Ağaç şiiridir: “Orada karada / ağaçlar arasında / orada karada / vardı / ağacım / bir ağaç dallarla / yapraklarla dallarda / kuşlarla yapraklarda / onun gövdesine / yemin ederdim / onun gölgesinin altında / ağlardım / bir ağacım vardı / ağaçlar arasında / şimdi yok / ağacım / onun çiçeğiyle / süslenmem / onun dalında / kendimi asamam.”
Mak Dizdar, vatanı ve memleketi için savaşan bir şairdi. Bosna’yı ayağa kaldıracak, destek kolonlara kavuşturmak için yola çıkan bir adamdı. Bunu Bosna’nın kültürel ve tarihi mirasını günışığına çıkararak yapmak istiyordu. Birçok kişinin fısıldayarak konuştuğu andan, o yüksek sesle konuştu. Yüksek sesle, Bosna’yı ve Bosnalılığı savundu. Mak Dizdar, hayalindeki Bosna’yı Yeryüzü Hakkında Kayıt isimli şiirindeki şu mısralarla anlatır: “Bosna diye, affedersiniz, bir yer vardı / çıplak ve yalınayak affedersin / soğuk ve aç / buna rağmen, hala / affedersin / mağrur / düşten”
Hayatı boyunca, Sırp dilinin Bosna diline karşı zorbalıklarına karşı mücadele etti. Özgürlük savaşçısı olmanın bedelini, yıllarca, büyük haksızlıklara uğrayarak ödedi. Belgrad’daki Sırp Bilim ve Sanat Akademisi ve Saraybosna’daki büyük Sırp politik ve entelektüel mafyası ona karşı özel bir savaş yürüttü. Bu, tam anlamıyla ona karşı tasarlanmış ve programlanmış, onun fiziksel yok oluşunu hedefleyen bir savaştı. Bosna Hersek’ten önce onu yok etmek istiyorlardı.
- Hayatının son yirmi yılında kalıcı ve yeterli geçimi sağlayacak bir iş bulamadı. Ailesiyle birlikte, genellikle, yoksulluk sınırında yaşadı. Bu durum, Dizdar’ın yaratıcılığını daha da zengin ve verimli hale getirdi.
Bosna okur-yazarlığı ve edebiyatının başlangıcı alanında bilimsel makaleler ve yeni şiirler kaleme aldı.
Mak Dizdar, Bosna ve Bosnalılığın varlığını parlak ve etkili biçimde vurgulayan, Eski Çağ Bosnaca Metinleri ve Orta Çağ Bosnaca Okur Yazarlık Antolojisi gibi önemli eserler verdi. Bosna’nın ve Bosna dilinin varlığına kanıt olarak, steçakları (Orta Çağ Bosna taş mezar lahitleri) kullandı. Bu eserlerin, Bosna düşmanları üzerinde yıkıcı etkileri oldu. Onun eserlerinin büyüsü, modern Bosna Hersek edebiyatının temel taşı oldu.
Şurası çok net: Bosna’nın dostları, ne yazık ki onun gördüklerini, verdiği mücadelenin anlamını ve karşısındakilerin canavarlıklarını göremediler. Ancak onun ölümünden yirmi yıl sonra, 1992-95 Bosna Hersek Savaşı ile her şeyi fark ettiler. O her şeyini Bosna için verdi ama Bosna ona zaman ayırmadı, hak ettiği karşılığı veremedi.