Ruhsal bir başkaldırı olarak melankoli
Çünkü melankolik kıyametle güneşlenendir. Melankoliğin güneşi, Kristeva'nın deyişiyle Kara Güneş'tir. Melankolik ölümlü oluşa katlanamaz ve bunu dünyaya olan küskünlüğü ile aşikâr eder. O elde edemeyişlerin değil, elde etmeyişlerin dünyasında yaşar. El açmanın değil, elinin tersi ile itmenin... Bu yüzden olası bir tehlikedir, ehlileştirilmek istenir. Melankolik içinde bulunduğu durumu bir hastalık olarak görmez, kendine acımaz, acısının kutsallığından şüphesi yoktur.
- "Sonsuz ruhlar, kendi güçleri ve zaafları altında ezilirler."
On sekizinci yüzyıldan kalbin ve damarların işleyiş düzeninin detaylı olarak incelenme sürecine dek insan vücudu vücut ısısı üzerinden açıklanmıştır. Kanın soğuk ve sıcak olmasının cinsiyetten mizaca değin pek çok hususta etkili olduğu düşünülmüş ve tüm tıbbi açıklamalar vücut ısısı üzerinden yapılmıştır.
Melankoli uzun yıllar boyunca insanı tanrı uğruna çalışmaktan alıkoyan, kara safranın yoğunluğu nedeniyle vücut intizamını bozan bir hastalık olarak görülmüş, bir ruhsal zayıflık olarak kabul edilmiştir.
İnsan mizacının, vücuttaki dört ana sıvı olduğu varsayılan kan, sarı safra, kara safra ve balgamın salgılanış şekline, vücutta bulunma yoğunluklarına göre belirlendiğine inanılmıştır. Antik dönem tıp bilgini Galenos, vücutta dört suyuk olduğunu ve bunların dört farklı psikolojik durum yarattığını söyler; sıcakkanlı, soğukkanlı, asabi ve melankolik. Melankoli, etimolojik olarak Grekçe melaina (kara) ve khole (safra) sözcüklerinden oluşmuştur. Daha sonra Arap yıldız bilimcilerinin etkisiyle bu dört sıvı dört gezegenle eşleştirilmiş, melankolinin gezegeni olarak ise Satürn seçilmiştir. Alman Rönesans ustası Albrecht Dürer'in "Melencolia" isimli gravüründe açıkça görüldüğü üzere melankolik kişi Satürn'den yayılan depresif ışınlarla aydınlanırken tamamen atıl bir pozisyonda ellerini yüzüne yaslamış vaziyette kendini dünyadan soyutlamıştır.
Melankoli uzun yıllar boyunca insanı tanrı uğruna çalışmaktan alıkoyan, kara safranın yoğunluğu nedeniyle vücut intizamını bozan bir hastalık olarak görülmüş, bir ruhsal zayıflık olarak kabul edilmiştir. Hristiyan öğretisinde "acedia" olarak kabul edilen bu ruhsal bozukluk dünya işlerine karşı bir ilgisizlik, uyuşukluk, tembellik demek olup Oblomovca bir miskinlik durumudur. Acedia ilk başlarda bir tür gamsızlık hâli olarak objektif bir tanıma maruz kalmışsa da taşıdığı anlam gittikçe olumsuz bir intiba uyandırmaya başlamıştır. Richard Sennett'in ifade ettiği üzere Hristiyan öğretisinde İsa'ya öykünme ve onun çilesini çile edinme uğraşı neticesinde yoğunlaşan merhamet, kara safranın kanda sıcak akmasına yol açar ve bu kişiler melankolik olurlar. Acedia bu sebeple genelde manastır rahiplerine uğradığı düşünülen bir hastalık olarak kabul edilir. Cioran, Gözyaşları ve Azizler kitabında acedia hastalığından şöyle bahseder: "Manastırların gölgesinde sağır bir hüzün keşişlerin ruhunda Orta Çağ'ın acedia dediği boşluğu doğuruyordu. Yüreğin ıssızlığından ve dünyanın taşlaşmasından doğan bu tiksinti dinsel spleen'dir.
Tanrı'dan tiksinme değil ama Tanrı'dan sıkılma. Acedia her pazar öğleden sonra, manastırların insanı çökerten sessizliğinde yaşanan şeydir." Melankolinin kötü anlamı uzun yıllar devam etmiştir. Bu süreçte bir hastalık olan melankoliden kurtulmak için neler yapılması gerektiğinden bu hastalığın şeytan işi olduğuna değin pek çok metin yazılmıştır. Robert Burton'a ait Melankolinin Anatomisi adlı kitapta melankoliden şu cümlelerle bahsedilir: "Bazı hekimler melankolinin şeytan işi olduğunu savunmaktadır, der İbn Sîna. Pselsus ile Arap Rhasis de aynı kanıyı paylaşırlar. Bu hastalık bilhassa şeytandan, hatta yalnız şeytandan gelir."
- Melankolinin biraz olsun muteber bir konuma gelmesi ancak Rönesans sürecinde mümkün olmuş, bu süreçte antik metinleri inceleyen bilginler Problémata isimli eski Yunanca bir metinde Aristoteles'in yazdığı düşünülen şu cümlelere dayanarak melankoliyi farklı bir gözle incelemeye koyulmuşlardır.
Şöyle der Aristoteles: "Neden felsefede, siyasette, şiirde, sanatlarda bütün bariz sıra dışı adamlar kara safralı?" Bu süreçte Dürer'in melankoli gravürleri ve melankolinin neredeyse filozoflara özgü bir hastalık olarak kabul görmeye başlaması neticesinde Satürn'ün Çocukları bir de kara safralı olma ayrıcalığı ile incelenmiştir. İtalyan Yeni Platoncu düşünür Marsilio Ficino şöyle der melankoli hakkında: "Âlimler arasında kara safranın verdiği sıkıntıya en çok maruz kalanlar felsefeyle uğraşanlardır." Yine Platon'da melankoliklerin kendilerini disipline edebilen muhteşem kişiler olduklarından bahseder. Melankoli bizim medeniyetimizde Batı'daki gibi bir serüven yaşamamış, aşk melankolisi neticesinde yaşanan hadiselere "Mecnunsu" anlamlar yüklenmiş, bir lanetten ziyade insanı vecd ve ruhsal bir aşkınlık yoluna sokan, herkese nasip olmayacak bir bela gibi görülmüştür. Sevan Nişanyan, Elif'in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı adlı eserinde melankoli kelimesi ile ilgili ilginç bilgilere yer verir.
Ensesinde daima ölümün soluğunu hisseder melankolik, mekânın sınırını, maddenin süresini hesaplar sezgisiyle.
Antik dönemdeki tıbbi metinler Arap tabiplerince korunmuş, İbn Sina da bu metinlerden yararlanan bir tabip olarak pek çok kavramı Yunanca kelimelerden istifade ederek oluşturmuş ve melankoliye "malikhulya" demiştir. Nişanyan bu dönüşümün neticesini şöyle anlatıyor: "Türkçede malihülya sözcüğü kulağa fazla tumturaklı geldiğinden olacak kırpılıp hülya şekline sokulmuş. Acaba etimolojisi bilinse insanlar kızlarına ‘safralı' adını vermeye devam ederler mi?" Melankolinin tarihsel ve dilsel serüvenini bir yana bırakarak günümüz anlamıyla sorarsak, nedir melankoli? Melankoli gülmenin ve eğlenmenin kutsandığı bu çağda kahkahanın hoyrat çarkına sokulmuş bir çomaktır artık. Daima bir şey ile meşgul olan, meşgul olmadığı takdirde işgal edileceğinden korkan günümüz insanı için Dürer'in gravüründeki başını eline yaslamış kadın, arz talep dengesinde arz edilecek bir yanı olmayışıyla, talep edecek bir yaşam iştahından esirgenişiyle bir yaşam artığıdır. Öğütülmesi gerekir, sistemin dışına atılmalıdır, hüznünün katli vaciptir.
Çünkü melankolik içten içe ruhsal bir başkaldırı hâlindedir. Melankolik, yaşama karşı iştahsızdır çünkü elde edebilecekleri kısa süreli bir tatmin sağlamaktan öteye geçemeyecektir. Zamanın uzun süreli okumasını yapar. Şehvetin ve iştahın uçuculuğunu görür. Fiziksel açıdan atıl bir konumda olmaktan hoşlanır, müdahil olmak onu kendi içini dinlemekten alıkoyacak, kendine uzak düşürecektir. Bu tembellikten öte bir durumdur.
Melankolinin derinlerinde bizi gülümseten, hoşumuza giden ince ve hoş bir şeyler vardır. Bazı ruhlar melankoliden beslenir öyle değil mi?"
Bedenini yorarak beyninin sesini kısmak istemez. Herkesin büyük bir iştah ile pençe geçirmek istediği şu dünyaya dudak büker, ellerini başının altına koyar ve bu oyalanmacayı izler. Julia Kristeva'nın Kara Güneş kitabında "Acım felsefemin kız kardeşi, gizli yüzüdür. Buna paralel olarak ‘Felsefe yapmak, ölmeyi öğrenmektir.' sözü acının veya nefretin melankolik derlemesi olmadan anlaşılamayacaktır. Melankoliye bir eğilim olmadan ruhsallık olamaz, sadece eyleme ve oyuna geçiş olabilir." sözleriyle ifade ettiği üzere melankoli ölmeyi ölmeden önce öğrenmenin hastalığıdır.
Bu yüzden bir hastalık değil, apaçık bir uyanış hâlidir. Klinik depresyondan ayrı bir anlam taşıyan melankolinin en önemli sebebinin öleceğini şiddetle bilmekten kaynaklandığını düşünüyorum. Bu şiddetli biliş hâli bizi yakamızdan tutar ve dünyaya dalmaktan, dünyaya karışmaktan korur. Ensesinde daima ölümün soluğunu hisseder melankolik, mekânın sınırını, maddenin süresini hesaplar sezgisiyle. Bu ona bir ön bilişin kapısını açar. Açılan kapının kudreti melankolik kişiye istisnai bir algılayış berraklığı verir. Ölümü, ezeli ve ebedi, bir an için içinde hisseder. İlk başta korktuğu bu sert kayalıklara zamanla alışır, gördüklerini anlatsa bile bir şeyin değişmeyeceğini idrak eder. Hunharca konuşulan bir ortamın azimli suskunu olur. Kehanetlerinin şaşmaz şekilde vuku bulması kendi laneti olur.
- Lars von Trier'in Melancholia filmindeki Justine bir melankoliktir. Kendi düğün töreninde bile yüzünde aynı bilişin durgunluğu ile fasulyelerin sayısının 678 olduğunu bilir, bilmesi ve sonucun doğru çıkması onu şaşırtmaz.
Trier'in Satürn olarak kurguladığı gezegenin dünyaya çarpması neticesinde dünya yok olacakken ve herkes ölümün korkusu ile paniklemişken, kıyametin kesinliği gerçek bilinen tüm gerçekleri kesip atmışken Justine mütebessim bir sakinlik içindedir. Ay ışığında yaklaşan gezegenin ışığı ile güneşlenir. Çünkü melankolik kıyametle güneşlenendir.
Melankoliğin güneşi, Kristeva'nın deyişiyle Kara Güneş'tir. Melankolik ölümlü oluşa katlanamaz ve bunu dünyaya olan küskünlüğü ile aşikâr eder. O elde edemeyişlerin değil, elde etmeyişlerin dünyasında yaşar. El açmanın değil elinin tersi ile itmenin... Bu yüzden olası bir tehlikedir, ehlileştirilmek istenir. Melankolik içinde bulunduğu durumu bir hastalık olarak görmez, kendine acımaz, acısının kutsallığından şüphesi yoktur. Montaigne Denemeler'inde: "Kendini melankoliye bırakmak biraz da isteyerek, zevk alarak yapılan bir şey gibi geliyor bana.
Bazen de hırsla karışıktır melankoli, ama benim kastettiğim başka: Melankolinin derinlerinde bizi gülümseten, hoşumuza giden ince ve hoş bir şeyler vardır. Bazı ruhlar melankoliden beslenir öyle değil mi?" derken melankolinin mağrur yanını çok güzel anlatmış. Çünkü melankolik mağrurdur, baş eğmez, baş kaldırır. Ruhuyla...
- "Ancak şimdi anlıyorum insanoğlunu, / yalnız ve ondan uzak yaşadığım için"