Of değil af diyelim
Neslişah’ın isteyeni çoktu da iki aile pek ısrarcı idi. Biri komşu köyden Kamber’in oğluYusuf. Diğeri Polis Sinan. İkisi de pek efendi pek namuslu çocuklardı. Nurettin Dayı kızınakıyamıyordu. Ama bir cevap bekliyordu herkes.
Nurettin Dayı, kızını pek severdi. Kızın ise Allah vergisi bir nakış vardı her işinde. Neslişah’ın, ismi gibi şahlı, sultanlı, masallara layık bir duruşu vardı.
Mesela sen bir şey anlat bir de Neslişah anlatsın senin anlattığın kuru çökelek onunki bal kaymak olur. Öyle tılsımlı bakışı öyle güzel anlatışı vardı. Bazen babası efkârlanır. Dalıp gider. “Of!” der. O zaman Neslişah babasının dizi dibine çöker. “Of deme kölesi olduğum babam. ‘Af’ de. Sadece sen değil hepimiz ‘Af’ diyek. Ben de bir kahve getireyim güzelce olmaz mı?” Böyle soru sana soruldu mu hayatında? Yok, sorulmadı değil mi hiç? Dizinin dibine çöküp sana böyle diyen bir ceylan olsa nereleri vermezsin bir düşün. Nurettin Dayı da kendisini böyle şeker şerbetli bir dille teskin eden kızının saçını okşamaya bile kıyamaz da bir kerecik öperdi kızını.
Nurettin Dayı aheste aheste konuştu, “Bu işte bir hikmet var. Bu mesele tastamam bir imtihandır. Ve imtihan kapısı bize bu odada açıldı.
Neslişah’ın isteyeni çoktu da iki aile pek ısrarcı idi. Biri komşu köyden Kamber’in oğlu Yusuf. Diğeri Polis Sinan. İkisi de pek efendi pek namuslu çocuklardı. Nurettin Dayı kızına kıyamıyordu. Ama bir cevap bekliyordu herkes. İşte o günlerde bir sabah Nurettin Dayı ava çıktı. Güya av bahane olacak, Dayı yürüye yürüye bir karar durağına varıp kızı isteyenlere cevap gönderecekti. Karlı bir gün olduğundan Nurettin Dayı yürümekten yoruldu ve çok terlerdi. Geri dönmek istediyse de takati kesildi ve bir kayaya sırtını verdi. Yılan gibi bir uyku koynuna girdi ve uyudu. Gözünü açtığında hiç bilmediği bir odadaydı. Başında bir genç vardı. Dayı kalkmaya çabalayınca genç engel oldu. “Aman dayım kalkma hele yat. Biz seni bulduğumuzda donuyordun. Titremeye durmuştun. Yabancı değiliz. Belen köyündesin. Ben de Kamber’in oğluyum.” Şu işe bak. Kendisini bula bula Kamber ile oğlu bulsun. Bu adamlar Nelişah’ı isteyenler değil midir? Hem de tastamam öyleydi. Dayı tekrar kalkmak istedi ama kalkamadı. Yattı akşama kadar. Nice sonra uyandı. Kamber ile oğlu çok hürmet ettiler. Sofra kuruldu. Yemek yiyip soh- bet ettiler. Bu arada Neslişah’ı isteyen çocuk ayağındaki yün çorap ile hışır hışır ederek girdi çıktı. Kız kadar hür- metli, efendi, yüzü yerde bir çocuktu. Kam- ber dersen konuşmanın değil susmanın ilmini bellemek peşinde bir adam- dı. Amma gülümsemenin sırrı kendisine verilmişti. Bu sebepten adamı rahatlatan bir gülümsemesi vardı. Yemekten sonra kekikli kuşburnulu çaydan epeyce içtiler. Olana bitene onlar da şaşkındı. Kızını istedikleri Nurettin Dayı’yı donmak üzere bulmak onları da şaşırtmıştı.
Nurettin Dayı aheste aheste konuştu, “Bu işte bir hikmet var. Bu mesele tastamam bir imtihandır. Ve imtihan kapısı bize bu odada açıldı. Biz de bir kavli karar etmeden, bu neticeye bağlamadan bu odadan çıkmayalım. Benim demem o ki benim kızım senin de kızın olsun. Haydi hayırlısı...” Oğlan meğer kapı dinlermiş. “Hayırlı olsun.” lafını duyar duymaz girdi içeri ve öptü babasının elini. Nurettin Dayı’nın karda donmak üzereyken Kamber’in bulması ve de o gece bu işin hayra bağlanması bir efsane oldu. Sırlı bir iş dediler. Demek kısmet böyle bir şey dediler. Polis Sinan’a da haber salındı. Dağ başında donmak üzere olan Nurettin Dayı’yı Kamber ile oğlunun bulup kurtarmasına o da şaştı kaldı. Neslişah’ın uçup gitmesine çok yandı. Sevdasından caymadı ama isteyen bin tane de olsa bir tane Neslişah vardı.
- Düğün bitti. Gelin ile damat uzak, deniz gören bir yere gitmek istediler. Bizim âdetimiz değil amma bu iş gençlerin bir murat almasıdır diye itiraz eden olmadı. Gelin ile damat yola düştüler. Kalabalık dağıldı.
Herkes evine vardı. Zaten yorgun olan düğün sahipleri yataklarına zor düştüler. Hepsini bir uyku sardı. Ne kadar zaman uyudular bilen yok ama evin telefonu car car çalınca Nurettin Dayı ala uykulu cevap verdi. Telefondaki ses devlet nefesiyle konuşan biriydi. Bir kaza haberi veriyordu. Araç kaymış. Dört takla atınca ancak durabilmiş. Yeni evli çift yola savrulmuş. Kurtulan yok. Nurettin Dayı’nın içine demir eritip dökselerdi ancak bu kadar acı verirdi herhalde. Dayı telefon elinde öylece kaldı…
Kazayı görenler diyor ki yerde iki cansız beden yatar, başlarında da bir polis omuzlarını titreterek bir erkek ağlamasına durmuş. Kimse yanaşıp soramıyor memur bey bunlar kim? Siz neden ağlarsınız? Vatandaş soramaz ama biz söyleyelim. Bu ağlayan Polis Sinan’dır. Neslişah derdine düşmüş, yanmış, dönmüş, kavrulmuş bir genç vardı ya işte odur. O gece nöbetteyken almış kaza haberini ve vazifesi gereği olay yerine gelmiş. Yerde yatanların üzerine serilmiş gazeteyi kaldırıp da Neslişah’ı kanlar içinde görünce oracığa çöküp kalmış. Polis Sinan’ın bu durumunu haber alan arkadaşları kaza yerine birikmişler. Hem ambulansın hem ekip arabalarının ışıkları ıpıl ıpıl yanarmış. Yani, Polis Sinan düğün salonu ışıkları altında değil de ambulans ve ekip arabası ışıkları altında görmüş Neslişah’ı. Gelin duvağını değil de üzerine örtülmüş gazeteyi açmış. Diyorlar ki Polis Sinan cenazenin başından hiç kalkamamış. Sinan’ı arkadaşları zor kaldırmışlar.
Polis Sinan bir zaman ilaç ile ayakta durmuş. Sonra alışmış kapanmayan yarasıyla yaşamaya.
Telefonda acı haberi aldığı günden beri Nurettin Dayı ne zaman “Of!” dese Neslişah’ın sözleri çınlarmış kulaklarında “Of deme kölesi olduğum babam af de. Af isteyelim Mevla’dan”