Modernizmin ölümü
Yazının sonunda sizi eski ustam gibi tehdit etmeyeceğim. Bu yakıcı sorulara cevap bulamazsak korkarım ki... diye başlayan cümleler kurmayacağım. Ben üzgün ama iyimser bir adamım. Memleketimi ve mübarek insanlarını seviyorum. Allah’a iman ettiklerine, Resulullah’ı sevdiklerine her gün her dakika şahit oluyorum.
1960’lardan beri can çekişiyordu zaten. PSV Eindhoven taraftarları deplasman maçı için gittikleri Madrid’in meydanlarından birinde “Suriyeli” dilencilere para atmak için onlara olmadık şaklabanlıklar yaptırdığında anladık ki modernizm bir kültür projesi olarak çoktan mortu çekmiş.
Hollandalılar bunu yaptıklarında, Suriye’yi aylardır bombalayan Rusya’nın “Silahlarımızı denedik,” diyen bakanından daha az zalim değillerdi. Ya da sınırdan geçmeye çalışan mülteciye tekme atan Macar gazeteci için ne önemi olabilir kültürel, sosyal, sanatsal modernizmin?
Özetle, Doğu’da insanlar ölüyor ama Batı’da insan kalmadığı için ölüyor. Dinsiz, ahlaksız, vicdansız bir cinayete tanıklık ediyoruz. Yok edici silahların gölgesinde, bin bir propaganda ve demagojinin perdelemesi sayesinde yaşanabilen bir hedonizmin yol açtığı cürümlere Batılılık diyoruz.
Bütün bu deliliğe “Hayır!” diyebilen üç beş kişi de modernizmin nostaljisi içindedirler. Kaldı ki Müslüman öldürmeye karşı gelebilmek için Yahudi olma şartı da var Batı’da.
Entelektüel Batılılar (artı bizdeki Batıcılar) devletlerinin ve halklarının cürümlerinden sorumlu olmadıklarını iddia edemezler. Müslümanları vicdansızca doğramayı devletlerine teklif eden, bunu halklarına meşru gösteren, “entelektüel” denen marazlı okumuş kalabalığından başkası değil zaten.
Bütün bu deliliğe “Hayır!” diyebilen üç beş kişi de modernizmin nostaljisi içindedirler. Kaldı ki Müslüman öldürmeye karşı gelebilmek için Yahudi olma şartı da var Batı’da. Norman Finkelstein ya da Miko Peled, mesela, Holokost çocuğu olmasalar esamileri okunmayacak.
Modernizm din değil idiyse de bir maşeri vicdan demekti. Zulüm karşıtlığı, insan teklerinin ve toplulukların özgürlüğünün müdafaası son modernizmin alameti farikalarıydı. Bu köhnemiş alametleri suistimal etmek isteyen ukalalar, Türkiye Cumhuriyeti (devleti ve halkına) karşı “Kürdistan’a özgürlük!” bayrağını bir ellerinde tutarken diğer elleriyle de Suriyeli mültecileri Avrupa’ya sokmasın diye Türkiye’nin eline birkaç milyar avro sıkıştırmaya çalışıyor. Pespaye bir iki yüzlülük.
Türkiye, sadece Suriyeli mülteciler meselesinin değil her meselenin merkezindedir ve modernizm denen meyyitin başında bekleyen de yine Türkiye’dir. Hem Türkiye her şeyi görüyor hem de dünyada herkes Türkiye’yi görüyor. Tarihimizde bu kadar şeffaf bir dönem hiç olmadı muhtemelen. Osmanlı Devleti çözülürken dışarıdakiler içeriyi görebiliyorlardı; ama biz dışarıda dönen dolapların farkında değildik.
Türkiye de kusursuz olmaktan son derece uzak. Devletin vahim zaafları var. Entelektüeller haklı olmanın rehaveti ile Batı’nın gönüllü ajanlığını yapma ihaneti arasında bölünmüş vaziyetteler. Halk yönsüz, hazırlıksız ve dağınık.
Bir ortak ruh yer yer belirip kayboluyor. PKK’lılara kurşun sıkan askerin aynı zamanda çocukların başını okşadığını görmekten insan olan herkes memnun.
Değerlerimiz belli. Ne yazık ki tüm toplumu beraberce harekete geçirecek toplumcu güçlerden mahrumuz. Herkes işini yapmaya çalışıyor bir yandan. Diğer yandan parçalanıyoruz.
Rusya, Avrupa, ABD, Japonya ve Çin’in amacının daha çok zevk almak olduğu ortada. Asya, Afrika ve Güney Afrika despotlarla yoksullar arasındaki zevk/acı denklemini devam ettiriyor. Türkiye’nin amacı ne?
Cumhurbaşkanı’nın etrafında toplandık ve kara kışın geçmesini bekliyoruz. Fakat aklı başında birçok insanın üzerinde uzlaştığı bir fikre göre, Cumhurbaşkanı’ndan aşağı doğru inilince iş tavsamaya başlıyor. Sokaktaki insan 15 Temmuz gecesi hangi bakanın nerede saklandığını, amiyane tabirle hangi deliğe girdiğini konuşuyor. Yukarıdakilere güven fazla değil.
Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın İmam Maturidi Türbesi önündeki mütebessim fotoğrafı hayatım boyu gördüğüm en manidar siyasi pozlardan biriydi diyebilirim. 15 Temmuzdan önce böyle bir fotoğrafa tam anlam veremezdik. Modernizm vahşeti yerli işbirlikçilerini üstümüze salarak bizi tamamen yok etmeye kast edince şöyle bir titreyip kendimize gelmiş olabilir miyiz?
- Bir yandan şartların iyileşmesini bekliyoruz her Allah’ın kulu gibi. Bir yandan da bir arayış ve araştırma içindeyiz. 15 Temmuz gösterdi ki onların bize söyledikleri değilmişiz. Peki biz kimiz?
Geçenlerde muhafazakar edebiyatçılarımızdan biri bütün Türkiye adına bir karakter yazısı yazmıştı. Orada dikkatimi çeken, söylenebilir diye düşündüğüm tek cümle şu oldu: “Kimsenin adamı değilim.”
Bunu ben başarısız modernleşme tecrübemizle alakalı görüyorum. Modernizm bizi içine alamadı. Biz de kendi kendimizi modernize etme becerisi gösteremedik doğrusu. Kendimiz dâhil kimsenin adamı olamadık. Tek yaptığımız, mezarımızı kazıp bizi gömecekleri vakit uyanıp silkelenmek ve kefeni bir kere daha yırtmak.
Kefeni bir kere daha muvakkaten yırttık. Ama şimdi ne yapacağız? Nerede kalmıştık? Türkiye’nin amacı ne?
Yazının sonunda sizi eski ustam gibi tehdit etmeyeceğim. Bu yakıcı sorulara cevap bulamazsak korkarım ki... diye başlayan cümleler kurmayacağım. Ben üzgün ama iyimser bir adamım. Memleketimi ve mübarek insanlarını seviyorum. Allah’a iman ettiklerine, Resulullah’ı sevdiklerine her gün her dakika şahit oluyorum. Temel sağlam.
Ama politikada 17. yüzyılda başlayan yalpalama aynen devam ediyor. Yönümüzü arıyoruz, bir türlü bulamıyoruz. Sonra birdenbire kendimize Maturidi’nin türbesi önünde mütebessim poz verirken buluyoruz. Bizi kim itti, biz buraya nasıl geldik?
Modernizmle her katta hesaplaşmak zorundayız. Başarısız değiliz biz çünkü aslında. Olmaya çalışır gibi göründüğümüz şey değiliz sadece.