Messi’nin son çalımı
Devre arasında vakti değerlendirmek amacıyla lavaboya gidiyorum. Geldiğimde arkadaşlarım, Messi’nin yılın futbolcusu ödülünü alıp gittiğini söylüyor. Beni kafaya aldıklarını düşündüğümden inanmıyorum. Sonra ciddiyeti fark ediyorum: Bu bana Messi’nin attığı son çalımdan başkası değildi.
Tarık Bin Ziyad komutasındaki Müslüman birliklerin uğruna tüm gemileri yaktığı yerde, Endülüs’teyiz… Haftalar öncesinden planlamasını yapmıştık bu gezinin.
Endülüs’ün en önemli şehrinde Granada’da başlayacak yolculuğumuz Barselona’da Barselona-Granada maçında Messi’yi izleyerek bitecekti. Elbette ilk durağımız Kırmızı Saray, namı diğer El Hamra’ydı. Havuzlu avlular, tavanda ahşap işleme ve cenneti dört ırmağı temsil eden dört kanal var... Ayrıca “Biz dünyayı yedi kat yarattık.” ayetine atıf olarak oluşturulan yedi temsili kat... Sarayın neredeyse her sütun, kemer, kubbe, tavan, kapı ve duvarında sadece bir ayet yazılı: “Allah’tan başka galip yoktur”. Nereden bakarsan bakalım, her yer ince ince dokunmuş kadar şiirsel… Sarayın hemen karşısında yer alan El-Bayzin bölgesi ihtişamdan uzak bembeyaz evlerden oluşan huzur adası gibi.
Sadece El Hamra’yı izlemek için bile saatlerce zaman harcanabilir. Saatler sonra bir hayalden nasıl uzaklaşılırsa öyle uzaklaşıyoruz oradan. Daha El Hamra’nın ihtişamının etkisini üzerimizden atmadan başka bir ihtişamının, Eski Kurtuba Camii’nin yeni adıyla da Kurtuba Katedrali’nin içinde buluyoruz kendimizi. Rivayet odur ki, büyük rahipler caminin ince işçiliğinin kiliseye dönüştürülünce yok olduğunu görüp bu işlemi durduruyorlar. Zaten içerdeki manzara da bu durumun bariz bir kanıtı. Eşsiz mimariyi dakikalarca izledikten sonra Sevilla’ya doğru yola koyuluyoruz. Burası flamenkonun ana vatanı... Elbette bu gösterilerden birini izlemek için can atıyoruz. Yolda ilerlerken bizim İsmail bir kapının önünde duruveriyor. Kapıda flamenko gösterisi için 10 euro gibi bir reklam var. Hemen itiraz ediyorum:
Turistik alanları gezmenin yanında yapmak isteğimiz iki temel hedefimiz var: Flamenko gösterisini ve Barselona-Granada maçını izlemek.
- Abiler benim tavrım net, biliyorsunuz. 10 Euro’ya gösteri olmaz.
- Yahu ne olacak izler, çıkarız.
- (Reklamdaki kadının resmini göstererek) Belli ki bu kadın belli ki son gösterilerini yapıyor. Ben gidip farklı bir yer arayacağım. Gidelim adam gibi bir yerde izleriz.
Turistik a lanları gezmenin yanında yapmak isteğimiz iki temel hedefimiz var: Flamenko gösterisini ve Barselona-Granada maçını izlemek.
Nihayet gösteriyi Barselona’da izlemek üzere anlaşıyoruz. Portekiz’in Lizbon şehrine geçiyoruz. Lizbon; dükkânları, yolları, dar sokakları ve Orta Çağ dünyasını andıran güzel nostaljisi ile özel bir şehir... Dolaştıkça dolaşıyoruz. Dinlenmek için yemekli bir “fado” gösterisine katılıyoruz. 19. yüzyıl ortalarında Lizbon’da ortaya çıkan ve kaderciliği, hüznü, hayal kırıklığını konu edinen bir müzik türü fado. Bir nevi Portekiz arabeski. Kadın şarkıcıya da “fadista” deniyor. Şimdi fadistayı bekliyoruz. Kadın avazı çıktığı kadar bağırıyor ve başlıyor hayal kırıklığını okumaya… İstemsiz bir şekilde gülmeye başlıyoruz. Tutabilene aşk olsun... Yaptığımızın ayıp olduğunu biliyoruz, ama bir türlü engel olamıyoruz. Bir süre sonra kadını, hüznüyle baş başa bırakıp Andorra üzerinden Barselona’ya geçiyoruz. Gece yolculuk yaptığımızdan mıdır nedir, ülkeyi bulamıyoruz.
- Sonra bir polisin yanına gidiyoruz: “Andorra nerede?”. “Eee siz zaten oradan çıktınız.” Nasıl yani, ülke bu kadarcık mı! Hep birlikte gülüşüp yeniden çıktığımız ülkeye dönüyoruz. Konaklama yerine varıp ertesi sabah Barselona’ya geçiyoruz.
Turistik alanları gezmenin yanında yapmak isteğimiz iki temel hedefimiz var: Flamenko gösterisini ve Barselona- Granada maçını izlemek. Birinci görev oldukça şık bir restoranda 60 Euro’ya mal oluyor ve hepimizi etkilemeye yetiyor. İkincisi için de Nou Camp Stadı’na gidiyoruz. Burası Arjantin’in başkenti Bounes Aires’teki Camillo Mahallesi’ni andırıyor. Boca Juniors taraftarlarının oluşturduğu ambiyansın aynısını Barselonalı taraftarlar da oluşturuyor. Bilet fiyatları 30 ila 100 Euro arasında değişiyor. Bizler zekice bir hamle yapıp deplasman tribününde bilet alarak maçı ucuza kapatmak istiyoruz.
Çabalarımız nafile: “Burada deplasman tribünü yok ki.” cevabını alıyoruz. Bizimkiler 30 Euroluk bileti almaya çalışıyorlar. Almaya çalıştıkları yer stadın en ücra köşesi, stadı zar zor görüyor. Neyse ki uzatmıyoruz ikinci katta maratondan biletlerimizi alıyoruz. Hüseyin daha yakından fotoğraf çekmek amacıyla bir alt katı tercih ediyor ve içeri giriyoruz. Fakat içeri girince Hüseyin hatırlıyor ki, fotoğraf makinesi yanında değil. Kahkaha ata ata koltuklarımıza geçiyoruz. Oyuncular birer birer sahaya çıkıyor. Olacak iş değil, sırf Messi’yi görmek için Barcelona-Granada maçına gelmişiz, bir bakıyoruz ki Messi yok. Sakatlanmış. Allah’tan İniesta harika işler yapıyor ve ilk yarı 4-0 bitiyor. Gözlerimiz gole doyuyor ama gözler, Messi’nin hasretiyle onun dört beş çalımlı gollerini arıyor.
Devre arasında vakti değerlendirmek amacıyla lavaboya gidiyorum. Geldiğimde arkadaşlarım, Messi’nin yılın futbolcusu ödülünü alıp gittiğini söylüyor. Beni kafaya aldıklarını düşündüğümden inanmıyorum. Sonra ciddiyeti fark ediyorum: Bu bana Messi’nin attığı son çalımdan başkası değildi.