Mandalinaya dönmek
Arkadaş ortamlarında gâvurun sevdiği Müslüman olup, tanrılı esprilerve İslam eleştirisi yap. Eve gelince battaniye altında mütesettir annenin soyduğu mandalinayı ye.
Genç Kayıp bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir entele dönüşmüş olarak buldu.
Şimdi biraz daha geriye gidelim. Liseli Kayıp’a bakalım. Kayıp, yaşıtlarından daha kısa boylu, ufak tefek, ufak tefek olmasa bile kavga etmekten anlamayan, bileği kalın, canı pamuk bir ergendi. Yakışıklı değildi, karizmatik ise hiç değildi.
O yaşlar, popüler olmanın kabul görmek demek olduğunun zannedildiği yaşlardır. Ve herkes bilir ki; lisede popüler olmanın on yolundan dokuzu hayvani olmayı gerektirir. Bir lise popüleri ya herkesi döven, ezen bir nobrandır, ya da her körpe çiçekten bal alan bir açgözlü. Bu ve benzer özelliklere sahip olmayan biri için tek bir şans vardır: entellik. Dikkat! Entelektüellik değil, entellik…
O yaşlar, popüler olmanın kabul görmek demek olduğunun zannedildiği yaşlardır. Ve herkes bilir ki; lisede popüler olmanın on yolundan dokuzu hayvani olmayı gerektirir.
Kabul görmek isteyen Kayıp, birkaç kitap okuyarak bunları sıkça cümle içinde geçirir. Meseleyi bilmesi, kitabı tam olarak okuması mühim değildir zira. Herkes teneffüslerde olağanca çılgınken ona vakur olmak düşer. Artık birden fazla Kayıp vardır. Okulda entel, evde anasının kuzusu, odasında atarlı, yatakta miskin.
Edebiyat derslerinde ve teneffüslerde “o neydi yaaa?” sorularının muhatabı olmaya başladığında çevresinde onun cüzi bilgisine muhtaç insanlar toplanır. O ise insanlara değil de kızlara odaklanmıştır. Sorulan sorulara cevap verememeye başlayınca tüm kızları kaybedeceği için kitaplara sarılır. Anlamaz, hatta okumaz, ama kitaplara sarılır. Kitap alır, kitap okumayanları küçümser.
Eve gelince annesinin mıncırarak sevdiği, yemekten sonra mandalina soyduğu, elmayı elleriyse sıyırıp bıçağın ucunda ikram ettiği en gerçek haline kavuşur. Çocuk olur, bebe olur. Kalbi sıcaktır, kalbi evindedir. Fakat bunun farkına varma imkânı yoktur. Hormonları ona anasını kötüleyip, onu kimsenin anlamadığını söylemektedir. Şüphesiz ki ona göre, kalbi değil hormonları haklıdır.
Ve kendini odasına kapatıp yalnızlıktan dem vurmaya başlar. Günün sadece bu saatlerinde, en daraldığı anlarda Allah’a el açar. Güzel kızlarla tanışmayı ve bir an evvel zengin olup o evden kurtulmayı diler. Sonraki gün Cuma namazına gider. Nadirattan annesi istediği için, o görsün diye akşam namazlarını ve cumartesi günleri uyumadığı için sabah namazlarını kılar ve Allah’tan yine zengin olmayı ve güzel kızlarla tanışmayı ister.
Lise biter. Kayıp, üniversiteyi kazanır. Muhtemelen ya Taşra’dan İstanbul’a okumaya gelmiştir, ya da İstanbul’un kenar mahallelerinden sıyrılıp büyük adam olmaya yürüyordur. Evden ilk kez uzaklaşmıştır, Taksim’i ilk kez görmüştür.
Üniversitede artık Kayıp’ın yükselişi başlar. Entellik lisede de çok işe yarar, ama üniversite kadar değil. Üstelik üniversitede hayvanilik de değerini yitirmiştir. Lisenin popülerleri üniversitenin kaybedeni olur. Bu sırada genç Kayıp, edebiyat dergilerini ve alengirli isimlerde kitaplar basan havalı yayınevlerini keşfeder.
Dergilere uzaktan bakmak, onları okumakla hava atmak, kızlara şiirden bahsetmek, şiirden kız düşürmek tek başına yetmez olur. O da şiir yazmalıdır, dergilerin ona ihtiyacı vardır. Öyle ya genç, yakışıklı, Müslüman, taşradan ya da kenar mahalleden üniversiteyi kazandığı için yeteri kadar acılı, felsefeden şiire, öyküden kelama kadar her şeye hâkim bir enteldir Kayıp. Dergiler onu neden istemesin…
Burada bir kırılma noktası vardır, ya Müslüman hassasiyeti ağır basacak ya da dünyevileşip, yönünü değiştirecektir.
Baştan beri bahsettiğimiz genç Kayıp dünyevileşmeyi tercih eder. Şiirler yazar, kızlara okur. Şiirler yazar kankeytolarına okur. Herkes beğenir. Bir numaradır. Turgut Uyar onun ancak kâtibi olur! Bu şiirleri saklamak insanlık suçudur!
Nihayetinde dünyadaki hasta gönüllerin şifası için, yazdığı şiirleri dergilere yollar. Fakat kimse umursamaz! Kesin birileri yoluna taş koyuyordur. Klikler, kanonlar, edebiyat çeteleri. Her köşe başı tutulmuştur. Herkes dostunu kayırıyordur.
O zaman genç Kayıp ne yapmalıdır? Şairlerle, yazarlarla dost olmalıdır. Onlarla podyuma çıkmalıdır. Bu amaçla ders çıkışlarında, popüler entel çaycısı olan Mustafa Amca Jeans’e gidip çatal göstermeye başlar. Masa başına 3 tesisatçı çatalı, 5 feylezof, 10,5 şair, 7,3 fotoğrafçı ve 1 olaylardan haberi olmayan yancı masum mühendis düşen ortamlarda ilkin yabani, daha doğrusu cool takılır. Birkaç buluşmada aradığı fırsatı yakalayamasa da bir vakit gelir ve patlatır tespiti: “Tanrı bizimle oyun oynuyor ve biz acı çektikçe o göbeğini zıplata zıplata gülüyor abi yeaaa!”
- İşte aradığı fırsat! Havalı bir tespit. En havalı tespitler Tanrı’ya söverek yapılır zaten. “Cesur” hamlelerdir! Çatallar gülmekten kırılır, neredeyse tabureden düşeceklerdir. Yeni çocuk onları mutlu etmiştir. Genç Kayıp da kabul gördüğü için mutludur.
Ah bir de akşam eve dönüp anasının kuzusu olmasa, her şey şahane olacaktır. Çünkü anası cahil, babası kabadır. Bunları genelde ağı delik pijamasıyla televizyon izleyip, annesinin elleriyle soyduğu mandalinayı yerken düşünür.
Aileden Müslüman olduğu için dinle pek teması olmayan Taksim’li enteller için içeriden bilgi alma kaynağı olarak kullanılır. Namazları iyice bırakmıştır, Cuma’ya yeni arkadaşlarından saklanarak gider, ama hala din ondan sorulur. Dindarların hiçbiri Müslümanlık’ı bilmiyordur. Herkes binlerce yıldır her şeyi yanlış anlıyordur. Genç Kayıp için işler tıkırındadır. Gündüz üniversitenin enteli, öğleden sonraları ateistlerin sevdiği çapkın Müslüman şairdir. IŞİD üzerinden İslam’ı eleştirir, Tanrı’nın da hata yapabileceğini savunur, Peygamber çok abartılmamalıdır. Dünyayı güzelleştirmek onun elindedir.
- Bu düzen üniversiteden mezun olana kadar böyle devam eder: Arkadaş ortamlarında gâvurun sevdiği Müslüman olup, tanrılı espriler ve İslam eleştirisi yap. Eve gelince battaniye altında mütesettir annenin soyduğu mandalinayı ye.
Mezuniyet sonrası eve dönmek, şarkıya dönmek, kalbine dönmek için bir şansı vardır. Yakaladı, yakaladı. Yakalayamadı, yaşlanıp mabadındaki kıllar bile beyazlayınca gazetelere şöyle röportajlar veren bir Kayıp şair olur: “Şiir yazmak tanrıya hamile kalmak gibidir.”
Artık evi yoktur, şarkısı yoktur, kalbi yoktur. Ne annesi vardır, ne de soyduğu mandalina.
Elinde sadece mutsuz bir entellik, çokça kitap, bolca kötü şiir, epeyce kötü roman ve acayip bir tanrı kalır. Hamile bırakıp şiir yazdıran bir tanrı.
Halbuki köprüden önceki son çıkışı yakalasa Olympos’un tepesinde etrafa tüftüfüyle yıldırımlar fırlatan, kaslı, bronz ve çapkın Zeus ile değil de bizim Allah’ımızla tanışacaktı.
Köprüden önceki son çıkışı yakalasa annesi ona ilelebet mandalina soyacaktı.