Evet, şiddet istiyorum

Evet, şiddet istiyorum! Evet, şiddeti destekliyorum!
Evet, şiddet istiyorum! Evet, şiddeti destekliyorum!

Modern dünyanın ortaya çıkarttığıinsan tiplerinin bir tarafı “medeni”olmak adına, cesaretini, yiğitliği birkenara bırakıp, şiddeti hayatındankoşulsuz, şartsız tamamen çıkarttı.Doğa boşluk kabul etmez. Onlarbir alanı boşaltınca diğerleri oşiddeti tamamen sahiplenip, insanitaraflarını bir kenara bırakıp,yürüyen levyelere dönüştüler.

Siz söylemeden ben peşin peşin söyleyeyim: Evet, eril dil. Evet, çok eril dil. Evet, buram buram eril dil. Unutmadan şunu da söyleyeyim: Evet, bilim adamı. Bu arada evet, ataerkil toplum.

Evet, çok kaba ve ayrımcı bir dil. “Az görülen efsane duyarlarda bugün” programı çerçevesinde kurulacak cümleleri baştan söylemiş olduk. Çünkü birazdan söyleyeceklerimi birinin söylemesi lazımdı.

Peşin peşin şunu da söyleyeyim: Biz “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil”e inanırız. Biz, toprağa bile sert basmaktan imtina edenlerin yolundan yürüyoruz.

Biz, toprağa bile incitmemek için sert basmayanların aynı zamanda, savaşta en ön safta cenk eden dervişler olduklarını bilenleriz. Biz yine aynı kişileri bir siyah beyaz fotoğraftan da biliriz


Herkesin olası gazını alıp, etrafa mavi boncuk dağıttığımıza göre, önceki paragrafı şöyle devam ettirelim. Biz, toprağa bile incitmemek için sert basmayanların aynı zamanda, savaşta en ön safta cenk eden dervişler olduklarını bilenleriz. Biz yine aynı kişileri bir siyah beyaz fotoğraftan da biliriz: Neyleriyle cepheye giden Mevlevi taburu.

Bunları neden söylediğimi birazdan anlayacaksınız, fakat bu yazıda adet oldu, her şeyi peşin peşin söylüyoruz. Yine peşin peşin söyleyelim: Evet, şiddet istiyorum! Evet, şiddeti destekliyorum!

Kim için? Hangi şiddeti?

Tarihsel sürece baktığımızda taşlarını, cilalarını, cinaslarını, savaş baltalarını, barutlarını ve delikli demirlerini çoktan gömmüş, profesyonel modern insanların varlığından söz edebiliriz.

Geçenlerde tatlı tatlı güreşme oyunu oynayan iki çocuğun annesi arasında geçen şu diyaloğa şahit oldum:

-Ay sene olmuş iki bin bilmem kaç, hala mağara adamları gibi kavga ediyor çocuklar.

-Hiç valla. Nihayetinde taş devri nireee? İki binlerin dünyası nireee? Diiğ mi caağnım?

Bu tip önermeler genelde yanlış sonuçlar verir. Çünkü bu önermelerin sahipleri araçların değişimini, özün değişimi sanırlar. Aynı hataya dinde reformu savunan akl-ı evveller de düşüyor, ama o başka mesele.

Mekân aydınlatmasında mumdan meşaleye, meşaleden gaz lambasına, gaz lambasından ampule, ampulden tasarruflu floresanlara, floresandan yanarlı dönerli ledlere geçen insanın özünde hiçbir şey değişmedi aslında. Beşeri refleksleri, hisleri, içgüdüleri hala aynı.

  • İnsanların kullandığı araçlar seneler içinde değişti. Yaşam kaliteleri değişti. Yaşadıkları yerler değişti. Ama öz olan insan değişmedi. Dumanla haberleşen adamla, uzak diyarlardaki yavuklusuyla görüntülü görüşüp “aaaa aşkoooom önce sen kapat” tartışması yapan adam aynı aslında.

Bu ön kabulle yolumuza devam edelim.

Levyeadam, Üçbuçukadam ve Yumurtaadam

(Şunu burada söylemeliyiz; birazdan yapacağımız şiddetle alakalı genellemelere teröristler, sapıklar, caniler, hainler ve kutsal görevlerini ifa eden askerler ve polisler dahil değil. )

Modern dünya, iki tip insanı besleyip geliştiriyor:

1-) Şiddetle var olan

2-) Şiddeti koşulsuz şartsız lanetleyen

Muhtemelen yazının başından beri “Şiddeti desteklemek de ne demek bilader!?” diye düşünüp, aklınıza yaşadığınız veya duyduğunuz orantısız şiddet vak’aları gelmiştir. Trafik kavgaları, aile içi şiddet, okey oynarken arkadaşının kafasında ıstaka parçalayan adam, sevgilisini parçalayan manyak vs. Haklısınız. Zaten ben de bu olayların yaşanmaması için şiddeti savunuyorum. Yoo yoo hayır. Lafı idama getirmeyeceğim. Başka bir sır var bu işte.

***

En bildik tablolardan biri:

Önündeki araba ani fren yapınca minibüsçü abi levyesiyle minibüsünden iner. Onun bu şekilde minibüsten inişi Clark Kent’in girdiği telefon kulübesinden çıkışı gibidir. Direksiyon başında şoför olan abi, minibüsten aşağı Levyeadam olarak iner. Geri vitesi yoktur. Yabancı dili zayıftır. Anlamada ve kendini ifadede zorluk çeker. Fakat civardaki insanlar da onun dilinden çok anlamazlar: “LÖĞÖLÖ LÖ LÖ!!! Sen ölmeyi bayılmak sanıyon galiba! Nediyon lan sen, NEDİYON!!! LÖĞÖLÖ LÖ LÖ!!!” Sonuçta bir sürü insan araya girip olası kavgayı/işkenceyi ayırır. Levyeadam, minibüse Clark Kent olarak geri döner ve “Ücretleri elden ele uzatalım” der. İçinde adamın kafasını ezememiş olmanın pişmanlığını yaşar. Çünkü bir Levyeadam atasözü der ki: “Sahnede bir levye varsa patlar”

 Clark Kent’in girdiği telefon kulübesinden çıkışı gibidir. Direksiyon başında şoför olan abi, minibüsten aşağı Levyeadam olarak iner.
Clark Kent’in girdiği telefon kulübesinden çıkışı gibidir. Direksiyon başında şoför olan abi, minibüsten aşağı Levyeadam olarak iner.

***

Bilindik tablolardan bir diğeri:

Vakit akşamdır. Hava karanlıktır. Adam işten eve geliyordur. Karşıdan, çok uzaktan aynı kaldırımda başka bir adam ona doğru yürüyordur. O an dolunay vakti kurtadama dönüşenler gibi, işten eve dönen adamımız Üçbuçukadam’a dönüşür. Omuzları düşer, nefesi sıklaşır, terlemeye başlar, ödü kopuyordur. Ya karşıdan gelen adam bir şey derse... Allah muhafaza ya münakaşa çıkarsa… Ya adam gaspçıysa, katilse, psikopatsa… Ya oracıkta dayak yerse…

Çünkü anlatılan hikayelere göre, dünyada kendini savunmak zorunda kalarak şiddet kullanan “hayvanlar” varmış. O ise medeni insanlar diyarında yetiştiği için hiç böyle şeylere hiç tanık olmamış. Karşı kaldırıma geçip olası tehlikeden uzaklaşmanın en iyi fikir olduğuna kanaat getirip, koşar adımlarla yolun karşısına atar kendini. Tehlike geçmiştir. Tüm bunlar olurken, her şeyden habersiz, o adamı bile fark etmemiş olan diğer adam köşeyi dönüp sokağın sonundaki evine, sıcak yuvasına, çocuklarının yanına gider.

***

Bahis açacağımız bilindik tabloların sonuncusu:

Adamımız beyaz yakalıdır. Yöneticidir. İyi okullardan mezun olmuştur. Yurtdışında MBA yapmıştır. Plazaların kralı, ofisin popüleridir. Tüm jargona hâkimdir. Şu profitlerinin, bu benefitleri olmuştur. Bonolar, tahviller, alt yazıyla geçen borsa rakamları, entiviemesenbisi, forbes falan. Samtaaaayms, siçueyşın, in dı tabela, brif nerede brif!

Kaslı, metroseksüel ve ütülü olduğu kadar, kibardır da. Kadınlara nasıl davranacağını iyi bilir. Onun için flört etmek nefes almak kadar doğaldır. Şarabın iyisinden, kahvenin yöresinden anlar. İstanbul’un yoğunluğundan ve iş stresinden hafta sonu Ağva kaçamakları ile kurtulur.

Önündeki araba ani fren yapınca minibüsçü abi levyesiyle minibüsünden iner. Onun bu şekilde minibüsten inişi Clark Kent’in girdiği telefon kulübesinden çıkışı gibidir.


Adamımız eve gelip beyaz yakasından sıyrılınca pijamalarına bürünüp Yumurtaadam’a dönüşür. Çin’den ucuza getirttiği tüm klaslığı, kibarlığı, hoşgörüsü tükenmiştir. Beyaz kabuğu kırılıp içindeki vıcıklığı çıkar ortaya. Karısının “Nasılsın?” sorusuna ağzının kenarıyla “iyyie” der ve ilk fırsatta kadıncağızın ağzının ortasına patlatır yumruğu. Sonraki darbeler çok iz kalmasın diye sırt ve baldırlara gelir. Öyle ya, beyaz yakasını takınca onu utandırmamalı.

***

Birbirinden farklı bu üç anomali portrenin bir ortak noktası var: “Şiddetle var olan” ve “Şiddeti koşulsuz şartsız lanetleyen” iki insan tipi arasındaki dengesizlik.

Evet, insanız. Allah’ın ruhundan üflediği ve hayvanlardan bizi ayıran o “ruh” sayesinde %50 oranında insanız. Fakat bilimsel veriler de bunu işaret eder ki kalan %50’imiz hayvan. Reflekslerimizde ve içgüdülerimizde hayvanilik var. İşte gerekli şiddet burada gizli.

Hayvani duygularımızın içindeki şiddeti disipline edecek olan yiğitlik ve cesarettir. Modern dünyanın ortaya çıkarttığı insan tiplerinin bir tarafı “medeni” olmak adına, cesaretini, yiğitliği bir kenara bırakıp, şiddeti hayatından koşulsuz, şartsız tamamen çıkarttı. Doğa boşluk kabul etmez. Onlar bir alanı boşaltınca diğerleri o şiddeti tamamen sahiplenip, insani taraflarını bir kenara bırakıp, yürüyen levyelere dönüştüler. Beysbol sopalarına Haydar adını verip “Benimki daha büyük diyerek” arkadaşlarına gösterdiler, sopalarını. Üstleri hayvaniliğe boyandı. Sonrası ürkütücü kahkahalar. Onlar kahkaha attıkça modern medeni insan daha da ezildi. Daha da sinikleşti. Nefs-i müdafaa için dahi olsa şiddete başvurmayı haram etti kendine. Hâlbuki denge, bize emredilendi.

Hayvani duygularımızın içindeki şiddeti disipline edecek olan yiğitlik ve cesarettir.
Hayvani duygularımızın içindeki şiddeti disipline edecek olan yiğitlik ve cesarettir.

Birileri “modern” ve “medeni” olacak diye doğanın dengesi bozuldu. Levyeadamları, üçbuçukadamları ve yumurtaadamları ortaya çıkartan bu dengesizliktir.

İşte bu yüzden aşk ile bağıralım:

Yaşasın şiddet!

Yaşasın pısırıkların içinde yeşerecek şiddet!

Yaşasın uyanacak “er”lik!

Yaratılmışlar arasında Peygamber Efendimiz kadar merhametli olabileceğini iddia edecek kimse yoktur. Varsa da cehaletindendir.

Mevzu Peygamber efendimiz olunca, mevzu onun varisleri olan alimlerimiz ve ariflerimiz olunca, akıllarda ensesine vur ekmeğini al cinsinden pısırık tipler canlanır. Fakat biz biliyoruz ki; peygamber efendimiz at biniciliği, ok atıcılığı, mızrak kullanma, yüzme, güreş, at ve deve yarışları gibi gayeli oyunları desteklemiş. Bunlar insanı diri tutan ve gerektiğinde savunma amacıyla kullanılabilecek oyunlar. Yani gerektiği kadar, gerektiğinde kullanılmak üzere şiddet.

Bir örnek daha verecektim fakat vazgeçtim. Şu yeterli sanırım: “La Feta İlla Ali, La Seyfe İlla Zülfikar.”

Bunu bilhassa erkeklere söyleyelim ki; şiddeti hayatından yekünen çıkartmış modern erkekler için durum çok vahim. Onlar öyle bir hale geldi ki; kendini, hane halkını, namusunu, dinini ve vatanını dahi savunmak zorunda kalsalar ya kaçarlar, ya da ilk saniyede teslim olurlar.

Biri eşine laf atsa, taciz etse hiçbir şey yapmayacağını, polisi arayıp, onların müdahale etmesini bekleyeceğini iddia eden bir erkeği bu kulaklar işitti. Üstüne üstlük bir de -tırnak içinde- adam, bununla övünüyordu. Vatan müdafaası mevzu bahis olsa, gemiyi ilk terk edecekler de bu tipler.

O yüzden şunu net söyleyelim: Modern erkeğin en büyük sorunu ‘geniş’lik.

Beyler, medeni olmak, modern görünmek için ‘geniş’ olmaya değmez. Çünkü kurduğunuz matematik yanlış. Siz diyorsunuz ki; şiddetten uzak durmazsak, onlardan ne farkımız kalır. Zaten dünyada yeteri kadar şiddet var. Ben de diyorum ki, siz kapıları açık bırakıp, ışıklı tabelayla hırsızı içeri davet ediyorsunuz. Doğada ilk olarak sürünün en güçsüzü av olur. Levyeadamlar korkunun kokusunu alan köpekler gibidir. Köpekler de kalabalığın içinde en korkan kişiyi bulup ona havlarlar. O toplulukta kimse köpekten korkmuyorsa köpek de kimseye havlamaz.

Yumurtaadam gibiler ise davranışsal münafıklık yapıyor. İmaj uğruna olmadığı biri gibi davranmaya kendini o kadar veriyor ki, içindeki insan ölüyor. Dışarıda beyefendi, evde öküz. Patronun, müdürün altında itaatkâr bir köpek, evde saldırgan bir hayvan. Dışarıda ezik, evde ezen.

***

  • Ey üçbuçukadamlar! İçinizdeki cesaret uyanmazsa, onların içindeki insan ölecek.

Yüreğinde gerektiğinde kullanmak üzere sıkılı bir yumruk yoksa bir erkek yarımdır. Gereksiz kullanırsa, zalim olursa, mazluma el kaldırırsa yine yarımdır.

Yani demem o ki; modern dünyanın yiğit erkeklere ihtiyacı var. Zalim olmayan, mazlum olmayacak yiğit erkeklere ihtiyacı var. ‘Geniş’ modernlere değil. O zaman aşk ile:

Yaşasın yiğidin gönlünde yeşeren şiddet!