Leyla'nın cinsiyetsizliği
Katil bıçağı sapladıktan sonra bıçağını da alır kaçar. Neden? Dünya kaçar, şeytan kaçar, işbirlikçiler kaçar. Bıçaklarını alıp giderler. Neden? Yeniden saplama arzusuyla mı? Parmak izlerini alıp gitme arzusuyla mı? Neden göğsümüzde Leyla’nın bıçağından başka bıçak yoktur bizim? Leyla niye alıp gitmez bıçağını. Leyla bıçağın kendisi midir? Aşk bıçağın kendisi midir? Bıçağın kendisi kalbimizi dünyadan söküp alanın kendisi midir?
Vâkıâ, dilin tefsîri âşikâr kılıcıdır; fakat dilsiz olan aşk daha açıktır.
Mesnevi 113
Komşuluk kırk kapıdır, demişler. Komşuluk olmayınca kırk kapının kulpu kırılır. Kulplar değil öğreneceklerimiz elimizde kalır. Kapıların alınlıkları buharlaşmaz; eğilmelerimiz, tıklatıp hafifçe kenara çekilmelerimiz, temennalarımız buharlaşır. Küçük bir mescitte ilk saf ile son saf arasında öyle alesta acep son saf biz miyiz diye sorarak saflığın sonunu bulmalarımız buharlaşır. Damda ağırlaşan kuru kaysılar, çalılara atılmış yünler, mezarların ayakucuna iliştirilmiş bakır taslar hakikatin üç ucunu kavrarken diğer ucunu işaret ederler.
Erkeğin erkek kimliği ile kadının da kadın kimliği ile var olmadığı yere. Böylece eski mahalle, niye eski mahalle oldu anlarsın.
Elini uzatırsın kırk kapıya dönüşür dördüncü uç. Kavrayamazsın. Bir kapı bile açılmamıştır henüz. Açılın ben bireyim, dersin. Açılın ben erkeğim, dersin. Açılın ben kadınım, dersin. İşe yaramaz. Ne olduğunu bilenlerin de ne olmadığını bilenlerin de dördüncü uçtan dönüşünü izlersin. Yeniden mahalleye dönersin. Eski mahalleye. Erkeğin erkek kimliği ile kadının da kadın kimliği ile var olmadığı yere. Böylece eski mahalle, niye eski mahalle oldu anlarsın.
Erkeğin kırk kapının önünde oyalanması, sokaklarda avare gezinmesi, gözünü cama cumbaya dikmesi mümkün olmadı o mahallede. Erkek sabahın seherinde yola koyuldu. Meslek sahibi olmayan, parasının kaynağı bilinmeyen, çalışmayan erkeğe mahallede ev açma izni verilmedi çünkü. Bekârlar hanlara, işyerlerinin üst katlarına, tekkelere itelendi. Sadece kefil olunanlar girebildi mahalleye. Nazar ber kadem yürüyen gençler kendisine kefil olanlar sayesinde ev açabildi. Mahalle erkeğe hükmederek gün içinde onu mahalleden uzaklaştırıp bedestene yaklaştırdı. Erkekliğini öne sürse de ahlâklı oluşunu beri çekti. Böylece kadınlar yalın ayak taşlıkları suladı, cumbaların perdesini sıyırdı, kapının önünü süpürüp köşe başlarında çay içip ölümün gülüşünden, yaşamın endamından bahsetmeye devam ettiler. Kolları sıvalı kadınlar, çocukları, engellileri, delileri ve çok yaşlıları sokağa taşıdılar yanlarında; hamamlara, vakıflara, mesire yerlerine götürdüler; mahalle içinde evlerinde geziniyormuş gibi gezindiler.
- Kırk kapının kırkı da sokakta tanış oldular. Sokak, kırk evin tek kapısı oldu. Kırk ev, bir ev oldu. Birbirlerine mirasçı olacak kadar yakınlaştı kırk kapı. Çocuğunu doyuracak kadar, delisini eğleyecek kadar… Erkekleri, cinsiyetlerinden yola çıkıp cinsiyetten soyarak insanı kâmil olmaya itti mahalle.
Boynuna avarız akçasını astı. Mahallede oturan meslek sahibi olmalı, meslek sahibi olan mahallenin işlerini yürütecek kadar akçayı vermeliydi. Akçalar aklaştı. Akçanın ağırlığı cepten kalktıkça gönülden de hırs kalkar oldu. Kırk ev, eksiği gediği düşünülen bir eve dönüştü. Bir genç kız herkesin ablası, bir yaşlı kadın herkesin teyzesi, çocuklar herkesin çocuğuydu. Dul kadının tek başına yaşamasını mümkün kıldı mahalle. Çünkü mülkü vardı kadının, tarlası vardı, mehiri vardı. Elinin emeği vardı. Dul kadının evinde kendi hariç akrabaları vardı, çünkü yetimleri vardı. Dul kadının merdiveni altından da olsa ona yardım ediniz kidesi vardı.
Dul kadının evi kırk kırık kapıdan oluşurdu çünkü. Hangi kapıyı çalsanız hüzün karşılardı. Sokakta erkeğin bakışları olmayınca kadın da bakışlara kendisini sunacak bir rolden çıktı. Cinsiyeti ile değil iyiliği, cömertliği, yardımseverliği, mahareti ile yer aldı mahallede. Gizli ve aşikâr olmayan bir bedeni aştı, güzel ve çirkin olmayan bir yüzden geçti, işve ve nazı yatak odasında bıraktı ve kırk kapının merhameti olmaya adadı kendisini. Kadınları cinsiyetlerinden yola çıkıp cinsiyetlerinden soyarak insanı kâmil olmaya itti mahalle. Kısacası eski mahallede var olan kul olandı. Toplumsal cinsiyet eşitliği dedikleri yoksa bu mu? Yoksa bunun ailesiz olanı mı? Akitsiz, sorumsuz olanı mı? Mahallesiz ve kulluksuz olanı mı? Karşıtlık değil, eşitlik değil, üstünlük değil, fıtrata uygun yaşamanın tanımsız yolları arandı orada. Yaklaşıldı. Bireylere değil hayatın getirdiği karşıtlıklara karşı olarak yaşandı.
Dünyaya maaile olarak inmedik mi? Kırk kapının kırkının da aile olarak kalması için bu yüzden uğraşıldı. En azından yaklaşıldı. Bazen aşkın kınalı parmakları karıştı akan suya, sıyrılan perdeye, köşede beliren surete. Aşk devreye girdiğinde tüm ölçüler, duvarlar, yollar, biçimler, şekiller ufukta kayboldu. Sadece aşkın kendi ölçüsü ve kendi bilgisi kaldı geriye. Âşık olunan herkese “Leyla” dendi mahallede. Âşık olana cinsiyetine bakılmadan Mecnun dendi. Aşkın cinsiyetler üzeri olduğuna daha fazla inanıldı hatta. Lakin Leyla’ya kavuşmak bile nikâhsız düşlenmedi orada. Leyla’dan ayrı düşmenin ıstırabını çekmek de Mevlasız düşünülmedi. Bu devirde böyle Leyla, böyle Mecnun, böyle mahalle kalmadı. O meşhur cinsiyet eşitliğinin/eşitsizliğinin böylesi kalmadı. Olsun, ailesiz, Leyla’sız ve mânâsız kul olunmaz diyenler hâlâ bir “mahalle” dolusu.
Katil bıçağı sapladıktan sonra bıçağını da alır kaçar. Neden? Dünya kaçar, şeytan kaçar, işbirlikçiler kaçar. Bıçaklarını alıp giderler. Neden? Yeniden saplama arzusuyla mı? Parmak izlerini alıp gitme arzusuyla mı? Neden göğsümüzde Leyla’nın bıçağından başka bıçak yoktur bizim? Leyla niye alıp gitmez bıçağını. Leyla bıçağın kendisi midir? Aşk bıçağın kendisi midir? Bıçağın kendisi kalbimizi dünyadan söküp alanın kendisi midir? Aşkın cinselliğe indirgendiği çağda göğsünde soğuk ve ağır bir bıçak ile bir mahalle aramaya koyulan zaten kulun kendisi midir? Mahallede kırk kapıdan sonra bir türbe bir evliya olurmuş eskiden. Bu devirde kendini kırk evin kapısından sorumlu gören zaten evliyanın kendisi midir?