Kudüslü fotoğrafçılarla Kudüs’ü ve Kudüs’ün anlamlarını konuştuk
Biz bu fotoğrafları çekerek, Kudüs’ü anlam olarak çoğalttık. Daha evvel de söylendiği gibi, Kudüs denince akla ilk gelen “savaş” ve “kan” gibi kelimelerin yanına “umut”, “hayat” ve “barış” gibi kelimeleri de koyduk. Bu anlamda hedefimize bu sergiyle vardığımızı düşünüyorum.
Yunus Emre Enstitüsü aracılığıyla Cemal Reşit Rey’de 7-12 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen “Kudüs’te Hayat” adlı sergi bağlamında, Kudüslü fotoğrafçılarla Kudüs’ü ve Kudüs’ün anlamlarını konuştuk. Beş kişilik ekibin iki üyesiyle gerçekleştirdiğimiz bu röportajda, Iyad Tawil ve Atta Jaber, sergi sürecini Cins’e anlattılar.
(Söyleşinin ilk bölümünde sorularımızı Iyad Tawil cevapladı.)
Öncelikle merak ettiğimiz, bu grup nasıl bir araya geldi, önceden de birbirinizi tanıyor muydunuz, böyle bir işi ortaya koyma fikri nasıl oluştu?
Iyad Tawil: İsrail’in Mescid-i Aksa’ya x-ray cihazları koyduğu o dönemde, Kudüs’te direniş ve protesto olayları gerçekleşirken, hepimiz bireysel olarak fotoğraflar çekiyorduk ve o esnada bir vesileyle tanıştık sonra da yaptığımız çalışmalarda ortak hareket etmeye başladık.
Bu sergide fotoğrafları bulunan herkes profesyonel birer fotoğrafçı mı peki, başka uğraşlarınız ya da başka mesleklerden gelenleriniz var mı?
Iyad Tawil: Hepimiz profesyonel birer fotoğrafçıyız ama tabi içimizden bazıları başka işlerle de ilgileniyor. Ben, örneğin El Cezire’nin Kudüs sayfasıyla ilgileniyorum. Mesela bir diğer arkadaşımız Faiz, grafik tasarımla ilgileniyor ve Anadolu Ajansı’nın Kudüs foto muhabirliğini yapıyor. Yani her bir arkadaşım farklı ajanslarda çalışan ve profesyonel olarak bu işi bilen ve yapan insanlar.
Öğrendiğim kadarıyla grubunuzdan bir arkadaşınız Kudüs’ten çıkış yapamamış ve sergi için İstanbul’a sizinle birlikte gelememiş.
Iyad Tawil: Doğrudur. Mustafa Kharouf adındaki arkadaşımız aslen Cezayirlidir ve İsrail yönetimi ona bırakın bir pasaportu, bir kimlik kartı bile vermedi ve çok istemesine rağmen şu an bizimle burada olamadı. Ancak buna karşın, herhangi bir Yahudi Doğu Kudüs tarafına geldiği zaman, istediği gibi bir iş de buluyor, oturma imkânı da elde ediyor; ama Mustafa gibi binlerce Filistinli bu “tanınmama” zulmüne maruz kalıyor ve bu konuda eli kolu bağlı kalıyor.
Yunus Emre Enstitüsü’yle bir araya gelme durumu nasıl oldu, şartlar nasıl gelişti, nasıl bir süreçti?
Iyad Tawil: Yunus Emre Enstitüsü’nün Filistin’de 3 merkezi var, Kudüs, Gazze ve Ramallah olmak üzere. Ve bu vakıf bizim birçok kültürel etkinliğine katıldığımız, oldukça aktif bir vakıf. Dolayısıyla hâlihazırda bir ünsiyetimiz, bir bağımız vardı. Sergi fikriyse ilk enstitüden çıktı. Bize “İstanbul’da Kudüs’ü anlatan bir fotoğraf sergisi açmak istiyoruz.” gibi bir teklifle geldiklerinde, biz de “Elbette, seve seve kabul ederiz.” dedik. Bu serginin daha sonra ikinci bir ayağı da olacak, şu şekilde: Burada kaldığımız süre içinde İstanbul’u gezip, şehrin tüm özel mekânlarını Kudüslü fotoğrafçılar olarak fotoğraflayıp İstanbul’u Kudüs’e taşıyacağız.
- Bu sergiyle ortaya koyduğumuz aslında bizim insanlığa karşı çağrımız, fotoğraflarımızda bu çağrı da var, meydan okuma da.
Kudüs'te direniş ve hayat kol kola
Bu sergiden ne bekliyorsunuz, İstanbullulardan ne bekliyorsunuz? Bunu şunun için soruyorum, bu sergiyi İstanbul’da açıyor olmanın sizin için özel bir anlamı var mı?
Iyad Tawil: Şöyle ki, biz zaten Türklerin Kudüs’e karşı olan hassasiyetlerini, Kudüs’ü ne kadar yakından takip ettiklerini biliyoruz. Bizim bu sergiyi yapma amaçlarımızdan birisi elbette Kudüs’ün direnişini varlığını sürdürme çabasını ortaya koymak; ama aynı zamanda şunu da göstermek istedik: Kudüs’te direniş ve hayat kol kola. Her ne kadar zor şartlar olsa da, orada aynı İstanbul’daki gibi akıp giden, devam eden bir hayat var. Buradaki fotoğraflarda da bu var zaten sosyal hayat, ibadethanelerde devam eden dua ve yakarış, sokakta oynayan çocuklar… Tıpkı diğer şehirler gibi. Kudüs hâlâ yaşayan bir şehir. Filistin işgalden ibaret bir ülke değil. Filistin yaşıyor. Bir yanıyla her türlü işkence, eziyet ve aşağılanma devam ediyor. Ancak akan o hayat içinde siz de bir yandan bir şeyler yapmak zorundasınız. Yaptığımız aslında şuydu; şahit olduğunuz zulme başkalarını da şahit tutmak. Yani çektiğimiz fotoğraflar bizim çığlığımız. Çünkü çektiğimiz fotoğraflar maruz bırakıldığımız çaresizlik karşısında bizim ürettiğimiz dil. Bu sergiyle ortaya koyduğumuz aslında bizim insanlığa karşı çağrımız, fotoğraflarımızda bu çağrı da var, meydan okuma da. Bunu ilk olarak İstanbul’da gerçekleştirmek elbette bambaşka bir anlam ifade ediyor bizler için, çünkü İstanbul, Kudüs’ü hisseden bir şehir.
Sebastio Salgado adlı ünlü bir sosyal belgesel fotoğrafçısına göre; fotoğrafın iki amacı vardır, biri bakan kişiyi bilgilendirmek diğeri de onu kışkırtmak. Bunu şu açıdan söyledim. Sizin, fotoğraflarınıza bakanları kışkırtmak daha doğrusu bakan kişinin duygularını açığa çıkarmak gibi bir amacınız oldu mu?
Iyad Tawil: Bunu şöyle cevaplayabilirim bu fotoğraflarla bizim yapmak istediğimiz, yaşadığımızı, var olmaya devam ettiğimizi dünyaya ilan etmek. Kışkırtmaksa budur, duyguları açığa çıkarmak da böyle bir amaçla vardır bizim fotoğraflarımızda. Bunu bilsinler.
Ben şahsen sergideki fotoğraflara bakarken çok etkilendim, çok başka bir bakış açısı var bu fotoğraflarda. Bende bir duygu değişimi oluşturdu, bunu öngördünüz mü?
Iyad Tawil: Elbette, bunu öngördük, çünkü dünya basınında öyle şeyler lanse ediliyor ki, “Kudüs’te sadece işgal ve kan var, oradaki insanlar çaresiz.” izlenimi veriliyor. Ancak bu fotoğraflar her şeyi gösteriyor. Bu fotoğraflara baktığınızda orada direnişle devam eden bir hayatın var olduğunu, devam eden bir umudun var olduğunu görüyorsunuz ve bu elbette sizi şaşırtıyor.
- Bu sergi bir Müslümanın, keninden farklı olanlara nasıl baktığını gösteriyor
Evet. Bizi şaşırtan bir diğer nokta da, fotoğraflarınızda hilal de haç da var. Kiliselerde kendi dinince ibadetini yapan insanlar var. Siz onları da fotoğraflayıp bu sergiye dâhil etmişsiniz, yani aslında farklı dinden halklar ve farklı kimlikler de sizin Kudüs tanımınızın içinde, ben bu durumu böyle okuyorum. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Iyad Tawil: Bunu yaparak ortaya koymaya çalıştığımız şu oldu: İsrail, Kudüs’ü sadece bir Yahudi kenti olarak lanse ediyor ve sanki burada sadece Yahudiler yaşıyormuş gibi davranıyor. Ancak biz Müslümanlar, İsrail’den farklı olarak; sadece mescit ve camileri ve sadece Müslümanları değil, Kudüs’te var olan bütün halkları fotoğraflayıp bu sergiye dâhil ettik. Bu da bizim orada yaşayan bütün halkları kabul ettiğimizin, onların mevcudiyetleriyle herhangi bir sorunumuzun olmadığının göstergesidir. Bizim sorunumuz Siyonizm ve işgalci zihniyetle. Kudüs’ü farklı dinlerden de insanların yaşadığı bir kent olarak göstermeye çalıştık. Yapmak istediğimiz de buydu zaten. Bu aslında Müslüman bir Kudüslünün kendinden farklı olana nasıl baktığının da bir göstergesi.
Ara Güler, bizim toprağımızın önemli fotoğrafçılarındandır kendisi der ki; tanımadığın birinin ve bilmediğin bir olayın fotoğrafını çekemezsin. Bu konuda sizin fikriniz nedir, siz ne düşünüyorsunuz?
Iyad Tawil: Bu söze katılmamak mümkün değil; çünkü hakikaten tanımadığın birini ve bilmediğin bir olayın ve mekânın doğru açıdan bir fotoğrafını çekmek mümkün değil. Çeksen bile bu fotoğrafın doğru bir hikâyeyi sunması olanaksız. Bir toprağa, kişilere ve bir olaya aşinaysan çektiğin fotoğraf çok daha başka bir açıya sahip oluyor ve tam ortaya koyması gerekeni ancak o zaman koyabiliyor.
Peki bizim sorularımızın dışında sizin bir Kudüslü olarak İstanbullulara, okurlarımıza iletmek istedikleriniz, konuştuklarımıza eklemek istedikleriniz var mıdır?
Iyad Tawil: Tek istediğimiz Türkler Kudüs’ü daha fazla tanısın daha fazla bilsin. Biliyoruz ki, zaten sahipleniyorlar ve biliyorlar, ama mümkünse daha fazla tanısın ve bilsinler. Tek dileğimiz bu.
(Söyleşinin bu kısmında ise, sorularımıza Atta Jaber yanıt verdi.)
Bir fotoğrafı çekerken, bir fotoğrafçı olarak sizi tetikleyen unsur nedir? O fotoğrafı çekmenize karar vermenizi sağlayan.
Atta Jaber: Bazen tesadüfen o anı çekiyor oluyorsunuz, hiç öncesinde düşünmeden ve hesap etmeden. Bazen de olaylar sizi sürüklüyor ve peşinden takılıp gittiğiniz bir olayın içinden o olayın bizzat şahidi olarak, o fotoğrafı çekiyorsunuz. Ya da sizi etkileyen insan yüzleri, elleri, yürüyüşü sizin fotoğrafınızın konusu oluyor. Bunlar aslında çoğunlukla kendiliğinden gelişiyor.
Serginizde çektiğiniz o direniş fotoğrafları peki, onlar nasıl çekildi? Bir yandan kendi ülkenizin acılarına şahit olurken, bir yandan da bir savaş muhabiri gibi onları fotoğraflamak nasıl bir his, nasıl bir bilincin tezahürü?
Atta Jaber: Aslında, benim esas görevim kendi ülkemde olanı biteni dünyaya aktarmak. Bu, her şeyden önce de bir vatan bilincinin tezahürü. Benim bu işi ortaya koyarken de öncelikli amacım, dünyaya İsrail’in Filistin topraklarında yaptıklarını doğru şekilde aktarmaktı ve bu nedenle, bu hem oldukça kişisel hem de oldukça toplumsal bir his.
Bir takım çatışma ve yaralıların fotoğrafları var. Orada, fotoğraflarını çektiğiniz insanlarla daha sonra gidip görüştünüz mü? Daha sonra onlarla tanış oldunuz mu?
Atta Jaber: Bazen buna fırsat bile kalmayacak kadar zor şartlarda çekilen fotoğraflar da var aslında. Şahit olduğunuz bir acı varsa ve bir yerde birinin kanı akıyorsa, buna karşı yapabildiğiniz tek şey içinizdeki haykırışın bir yansıması olarak o olayın fotoğrafını çekmek.
Tek istediğimiz Türkler Kudüs’ü daha fazla tanısın, daha fazla bilsin.
Yahudileri fotoğraflamamız yasak
Peki herhangi bir Yahudi’nin resmi var mı bu sergide?
Atta Jaber: Hayır yok.
Bu özellikle tercih ettiğiniz bir şey mi yoksa…
Atta Jaber: Aslında biz onları da fotoğraflamak istiyoruz; ancak bu konuda İsrail’in sert bir baskısı mevcut, biz Filistinliler olarak, ne Yahudileri fotoğraflayabiliyoruz ne de onların yaşadığı mahallelere girebiliyoruz. Yani Yahudilerin bu sergideki fotoğraflarda olmayışları yine İsrail’in politikaları yüzünden… Kudüs aslında bir barış şehri. Komşuluk ilişkisinin oldukça önemli olduğu bir şehir.
Bizim fotoğraflarımızda Ramazan’da namaz kılan ya da Noel’de ibadet eden insanların da fotoğrafları var, dolayısıyla biz aslında dünyaya beraber ve bir arada nasıl yaşayabildiğimizi göstermek adına da o fotoğrafları çektik. O fotoğraflar gerçektir ve bizim komşularımızı nasıl karşıladığımızı ve gördüğümüzü gösterir. Ancak dediğim gibi, Yahudi mahallelerine giremiyorken o insanları fotoğraflamamız mümkün olmadı ve dolayısıyla Yahudiler hiçbir fotoğrafta yoklar.
Şahsi yorumum odur ki, bir yerin fotoğrafını çekmek orayı çoğaltmak orayı başka formlarda yaşatmaktır. Siz Kudüs’ü çoğalttığınızı düşüyor musunuz?
Atta Jaber: Bu soruya evet diyebiliriz. Biz bu fotoğrafları çekerek, Kudüs’ü çoğalttık; biz Kudüs’ü anlam olarak çoğalttık. Daha evvel de söylendiği gibi, Kudüs denince akla ilk gelen “savaş” ve “kan” gibi kelimelerin yanına “umut”, “hayat” ve “barış” gibi kelimeleri de koyduk. Bu anlamda hedefimize bu sergiyle vardığımızı düşünüyorum
İstanbul'u iyi anlatan fotoğraflar çekebilirim, çünkü buradaki insanlarla ortak noktamız var
Siz doğma büyüme Kudüslü bir fotoğrafçı olarak bu işe imza atanlardansınız. Peki, Kudüs dışında başka bir şehri bu kadar iyi anlatacak fotoğraflar çekebilir misiniz?
Atta Jaber: Sanmıyorum; ancak İstanbul için bu mümkün, çünkü buradaki insanlarla pek çok ortak noktamız var. Her anlamda bir duygudaşlık söz konusu; ancak Paris ve Londra ya da diğer Batı şehirleri içinse aynı şey söz konusu olamaz. Oraların hikâyesi bana ve bize yabancı…
Ek olarak, Kudüs dışında Gazze’de, El Halil’de, Ramallah’da Kudüs’e nazaran daha fazla bir baskı mevcut. Oralarda böyle bir çalışma yapmak, bu tür bir sergi malzemesi toplamak mümkün mü acaba?
Atta Jaber: Evet ben bir fotoğrafçı olarak bunu yapabilirim; ancak oraya girişim veya girdiğim anda çıkışım yasak olacak, dolayısıyla bu mümkün olmazdı.