Korku ve titreme, korku ve titreme, korku ve Kierkegaard
Kierkegaard, iki büyük saldırısıyla tanınıyor aslında. İlki Hegel’in Hegel olduğu günlerde Hegelciliğe yaptığı saldırı, ikincisi de Kilise’ye doğrudan ateş etmesi.
“Ben Tanrı’yı aptal yerine koymak suçunu paylaşmaktansa, kumar oynarım, çalarım, adam öldürürüm,
içerim daha iyi. Sahte ibadetimiz ve kendimizi kolayca Hıristiyan farz etmemiz bizim en büyük günahımızdır.”
1
Ömrünün neredeyse her dakikasını geçireceği Kopenhag’da 1813 yılında doğdu. Dedesi yoksul bir çoban, babası yedi çocuğundan beşinin ölümünü görmüş zengin bir tüccardı.
Ailesinin en küçük çocuğu olarak gözlerini açtığı dünyada rahat bir hayat tarzının içine serpilmiş acılarla geçirdi çocukluğunu. Dindar bir babanın kıyısında geçen koca bir çocukluktu aslında ömrü. Babası Micheal’ın tek bir düşüncesi vardı: küçük oğlunu Tanrı’ya adamak! Onu bir din adamı yapmak.
2
Baba Micheal, iki büyük günahının kefareti olarak gördüğü için oğlunu tanrıya adamıştı. İlki yoksullukla geçen çocukluğu sırasında bir gün iyice bunalarak Tanrı’ya küfretmişti.
Kendisinin bütün arkadaşlarından farklı olduğunu düşünerek geçti çocukluğu. Yerini yadırgamış, çağını yadırgamış, çevresini yadırgamış bir ham dehaydı.
İkincisi ise ilk eşine hastalığı sırasında hastabakıcılık yapan bir kadınla yaşadığı yasak ilişki. Bu iki sebeple ailenin lanetlendiğini düşünüyordu Kierkegaard. Yedi kardeşinden beşini kısa aralıklarla kaybetmişti. Kendisinin bütün arkadaşlarından farklı olduğunu düşünerek geçti çocukluğu. Yerini yadırgamış, çağını yadırgamış, çevresini yadırgamış bir ham dehaydı.
3
1830’da Kopenhag Üniversitesi’ne kayıt yaptırdı. Tek bir amacı vardı: Papaz olmak. Oldukça uzun sürecek bir öğrencilik yaşadı. Felsefe ve edebiyat ve ilahiyat. Dehası ve müsrifliğiyle dikkat çekti burada. Harcamaları büyük borçlar yapmasına sebep oldu ama bütün borçlarını, yoksul bir babanın oğlu olan zengin babası ödedi. Ekonomik sıkıntısı yoktu ama varoluş sıkıntısı vardı ve derindi. Gittikçe derinleşiyordu. Bir şeylerin olması gerektiği gibi gitmediğini düşünüyordu.
4
İlk büyük kırılma! 1834’te annesini kaybetti. Sonra notlar tutmaya başladı. Toplam 25 cildi tutacak notlarını yazmaya annesinin ölümü vesile oldu yani. Günlüklerinde hiç bahsetmediği annesinin ölümünden sonra “kendimi nasıl bilebilirim” sorusu hayatının merkezi oldu. Ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Ne yapması gerektiğini düşünürken hayatında yeni bir dönem daha açıldı.
- 1838’de babasını kaybetti. Bu ölüm, artık bütünüyle ilahiyata yönelmesine sebep oldu. İkinci büyük kırılma. İki büyük makale yazdı bu dönemde.
1830’da Kopenhag Üniversitesi’ne kayıt yaptırdı. Tek bir amacı vardı: Papaz olmak. Oldukça uzun sürecek bir öğrencilik yaşadı. Felsefe ve edebiyat ve ilahiyat. Dehası ve müsrifliğiyle dikkat çekti burada. Harcamaları büyük borçlar yapmasına sebep oldu ama bütün borçlarını, yoksul bir babanın oğlu olan zengin babası ödedi. Ekonomik sıkıntısı yoktu ama varoluş sıkıntısı vardı ve derindi. Gittikçe derinleşiyordu. Bir şeylerin olması gerektiği gibi gitmediğini düşünüyordu.
5
1940 yılında hanım hanımcık bir Latince Öğretmeni olan Regina Olsen’le tanıştı ve aynı yıl nişanlandı. Olsen, hem kişiliğinde hem de yazı serüveninde uzun yıllar etkisini sürdürecek önemli bir kırılma anıydı. 1841’de evlenmek üzereyken nişanlısı Regina Olsen’i ölene kadar sevebilmek için nişanı attı. Kesin bir ayrılıktı bu. Büyük acılar. Tenin kutsallığına inanıyordu ve dokununca lanetlenecekti her şey. Nişanı attıktan sonra Almanya’ya gitti ve Schelling’in Hegel derslerini takip etti. Karl Marks da aynı dersleri takip edecekti.
6
Olsen’den ayrıldıktan sonraki on yıl boyunca sadece yazı üretti. Babasından kalan miras rahat bir şekilde çalışmak zorunda kalmadan düşünebilmesini sağladı. Bu süre zarfında on iki büyük felsefi metin üretti. Tanınmamak için yazılarının hemen hepsini farklı isimlerle yayınladı. Hatta o farklı isimler arasında tartışma ve polemikler bile yaptı. Yazdıkları sebebiyle herkesin nefretini kazanmayı bildi. Özellikle kiliseye ve krala saldırması bu nefretin en önemli sebebiydi.
7
Yürümeyi seviyor ve pek çok arkadaşına mektuplarında yürüyüş yapmalarını tavsiye ediyordu. Yürümeyi, kendine gitmenin en önemli adımı; çevreden kaçmanın en etkili hamlesi olarak görüyordu. Uzun yürüyüşler yapıyor ve düşünüyordu. Felç, tam da bu yürüyüşlerinden birindeyken gelip sinsice ayaklarına yapıştı. Ve artık sadece hastane odası vardı. Kimse tarafından sevilmeyen ve merak bile edilmeyen bir adam olarak 1855 yılında hayatını kaybetti
Kaygı ve acı ve korku. Kierkegaard elbette ikinci dünya savaşından sonra anlaşılabilirdi ve öyle de oldu.
8
Almanca bilmesine rağmen eserlerini Danca yazdığı için uzun yıllar hâkim dünya tarafından fark edilmedi. Kaygı ve acı ve korku. Kierkegaard elbette ikinci dünya savaşından sonra anlaşılabilirdi ve öyle de oldu. Almancaya ilk çevirileri yapıldığında başka pek çok büyük filozofu derinden etkiledi. Hem modern Protestan düşüncesine hem de varoluşçuluğa etki etti. Varoluşçuluğun kurucusu diyorlar onun için ama o bundan daha fazla ve daha karmaşık bir şeydi. Hegel’e karşıydı çünkü her şey asla her zaman açıklanabilir değildi
9
Kierkegaard, iki büyük saldırısıyla tanınıyor aslında. İlki Hegel’in Hegel olduğu günlerde Hegelciliğe yaptığı saldırı, ikincisi de Kilise’ye doğrudan ateş etmesi. Hegel’i pek çok açıdan ‘şarlatan’ olarak görüyordu Kierkegaard. Kilise Papaz’larını da Tanrı’yı öldüren katiller olarak… Kierkegaard’ ın tutkuyla sorduğu asıl soru şuydu: “Hıristiyan âleminde bir insan nasıl Hıristiyan olur?” Çünkü net bir şekilde ona göre “Hıristiyanlığı bizzat Hıristiyan âlemi öldürmüştü.” Nietzsche’nin kardeşi.
10
Danimarkalı filozofun ilk dikkat çeken çalışması, döneminin büyülü rüyası Hegelciliğe ateş ettiği doktora tezinin basılı haliydi: ironi kavramı. En tanınan eseri Korku ve Titreme’de bir ‘iman kahramanı’ olarak tanımladığı İbrahim Peygamberin oğluyla ilişkisini, iman açısından konuşuyordu.
Hegelcilik gibi sistematik bir felsefenin bu iman sırrına vakıf olamayacağını söylüyordu. Kısırlık. Kierkegaard, Tanrı’nın kendisini Hıristiyan olduğunu söyleyen fakat paganlar gibi yaşayan halkı uyarmak için gönderdiğini düşünüyordu. Kilisenin vaazettiği Hıristiyanlığın, gerçekte İsa’nın yaşadığı Hıristiyanlık olmadığını bağırdı.