Kokular şehri: Reyhan
Bir anda bir şey olmuş ve bu garip adamla ben ortak bir hatıranın karşısına kurulmuş, izlemeye başlamıştık. O mucizevi şehirden bahsediyordu. Hafızanın, ruhun, kokuların şehrinden. Yalnızca bir kez yaşadığım o esrarengiz büyüden.
Az önce ne oldu?
Garip bir adam yanımda beliriverdi. Asama uzanan buz gibi elini hissedince ürperdim. Garip ve şaşırtıcı.
Asıl garip olan, adamın garipliği, başka garipliklere benzemiyordu. Beyazların arasında bir zenci, siyah beyaz bir resmin tam ortasındaki kırmızı nokta gibi kendini dayatan bir şeyden bahsetmiyorum hayır, böylesi alışıldık. Adam, kimse tarafından sezilmeyecek kadar normaldi, orta boylarda, sıradan kıyafetli, ölçülü tavırlı… Ama yeterince dikkatli ve insanlar konusunda yeterince tecrübeliyseniz, odaklanarak değil ancak göz ucuyla bakarak görülecek şeyler olduğunu bilirsiniz.
Reyhan’da ruhu olan her şeyin bir kokusu da vardır. Senin kim olduğunu, kıymetini ne malın mülkün ne makamın, soyun sopun ne de eşin dostun belirleyebilir; kim olduğunu belirleyen şey ancak kokundur.”
O gizemli sıra dışılık, bildik mimiklerin en kuytu köşesine saklanan; dehşetin ya da olağanüstülüğün kıyısında dolaşmış adamlara has o görmüş geçirmişlik. Uzun bir yolun tam ortasında kafileden ayrılmış, çölün dalgalarını izliyordum. Asamı istemsizce kendime doğru çekip ona döndüm.
“Özlemedin mi?” dedi.
Korkum kayboldu. Daha sorusu bitmeden oradan bahsettiğini anlamıştım. İç çektim. Bir anda bir şey olmuş ve bu garip adamla ben ortak bir hatıranın karşısına kurulmuş, izlemeye başlamıştık. O mucizevi şehirden bahsediyordu. Hafızanın, ruhun, kokuların şehrinden. Yalnızca bir kez yaşadığım o esrarengiz büyüden.
Adam bağdaş kurup oturdu, yanını işaret etti, nedense gözü hâlâ asamda gibiydi:
“Hangi şehirde, hangi zamanda ya da hangi yolda olursam olayım, yarı kapalı (açık değil) gözleri burnunun ucunda yürüyen, elinde işlemeli bir mendille sağa sola yalpalayan, geceleri yattığı yerde bir o yana bir bu yana dönen, uyuyamayan, uzaklara dalıp giden birini görünce Reyhan şehrini hatırlarım. O kişi bir sarhoş olabilir, âşık ya da yaralı bir asker, uykudan yeni uyanmış bir tembel, kendini bilmez bir meczup, hesaba dalmış bir tüccar; ya da senin durumunda dalgın bir seyyah... Önemli olan onun kim olduğu değil, benim hafızamdaki göle attığı taş ve sebep olduğu dalgalardır.”
- Nefesim tutuldu, işte kokuyu alıyordum. Önümde göz alabildiğine uzanan çöl silikleşti, Reyhan bütün görkemiyle belirmeye başladı. Bir boşluğun tam ortasına kokular şehrini hatıralarımla yeniden kuruyor gibi hissettim.
Şehir ev ev, sokak sokak kokusuyla çölün ortasında belirirken ben unutulmuş bir şarkıyı kadim bir dua gibi mırıldanıyordum:
“Reyhan’da her şey, kokusuyla vardır.
Sokaklarında kaplanlar gezer Reyhan’ın; ayak izleri yasemin kokusudur; göğünde Zümrüd-ü Anka uçar, kanat sesleri güldür; mağaralarında geyikler uyur, boynuzları zencefildir; sık ormanlarında kurtlar, aslanlar cirit atar; dişleri çam, kükremeleri söğüt kokusudur. Reyhan’da ruhu olan her şeyin bir kokusu da vardır. Senin kim olduğunu, kıymetini ne malın mülkün ne makamın, soyun sopun ne de eşin dostun belirleyebilir; kim olduğunu belirleyen şey ancak kokundur.”
Adam gözlerini inşa ettiğim şehirden zorlukla ayırıp bana yöneltti:
“Koku, ruhun dilidir. Dünyada koku namına ne varsa Reyhan’ın kokusuna karışmıştır. Bu yüzden Reyhan’a bir kere gelen, ruhu Reyhan’ın sokaklarında dolaşan hiç kimse bir daha onu düşünmeden yapamaz. Artık neyi koklasa Reyhan’ı hatırlar. Biliyorsun, Reyhanlı din adamları her yıl, dünyanın dört bir yanından toplanan özel kokulu bitkileri şehrin ortasında kurdukları bir sunakta yakarlar. Zaten koku onların dilinde “göğe yükselen duman” demektir. Anlatılana göre, yeryüzünün hafızası Reyhan’dır. Geçmişte ve şimdi de ne olduysa Reyhan’da kokusu bulunmakta ve olmaktadır. Her yıl yakılan ateşlerle, Reyhanlılar gök varlıklarına yeryüzünü, bütün imkânları, olasılıklarıyla dünyayı hatırlatır. O an olup bitenden fazlası olan dünyayı.”
Adam acı çekiyor gibiydi. Benimkinden farklı bir özlem. Reyhan’da doğduğunu, anlatırken doğduğu şehri gördüğünü yine ansızın anladım. Bir sürgün müydü? Kayıp mı olmuştu? Vatanına nasıl döneceğini bilemeyen bir haymatlos mu? O an bunun önemi yoktu. Şarkıma kaldığım yerden devam ettim:
“Reyhan’da her şey kokusuyla vardır.
Reyhan’da her şeyin kokusu vardır. Oraya dünyanın dört bir yanından kervanlar gelir; dünyanın bütün kokuları Reyhan’da depolanır, saklanır, arşivlenir. Derler ki, bir gün bütün dünya yok olsa, Reyhan kokularıyla yeniden ve eksiksiz olarak inşa edilebilir. Nehirleri Atlantis’in kokusunu gizler, sokakları Şam’dır, Bağdat’tır, kitaplarında İskenderiye kütüphanesi canlanır…
Reyhan’da hiçbir şey kaybolmamıştır.”
Kirpikleri ıslanmıştı adamın. Harmaniyesinin içinden çıkardığı gülü koklayarak anlatmaya devam etti:
“Reyhan’da bin yıllık koku muhafaza odaları vardır. Burada insanı insan yapan duygular muhafaza edilir. Muhafaza odaları bütün insanlığı ilgilendiren diğer her şey gibi gayet kişisel ve küçük ayrıntılarla doludur. Akıl sır ermeyen minik mucizeler. Reyhanlı toplayıcılar, dünyanın en ücra köşelerinden getirmişlerdir onları. Onlar küçük şeylerin toplayıcısıdırlar.
Çok sevdiği karısını dünyada başka hiç kimsenin herhangi bir şeyi özleyemeyeceği kadar yoğun bir şekilde özleyen Venedikli kayıkçının gözyaşlarını sildiği mendil oradadır. Dünyanın gelmiş geçmiş en kızgın adamının, kimsenin hatırlamadığı o Buenos Airesli çiftçinin kim bilir hangi yol kenarında otururken dudaklarını kanatırcasına kemirerek kırdığı dalın kısa parçası oradadır. Yakup Aleyhisselam’ın Yusuf’un diri olduğu haberini aldığı gömlek, kaybettiğini bulma neşesinin ve şükrün nişanesi olarak oradadır. New York’taki yüksek binalardan birinde çalışan bir ofis elemanının iş arkadaşının kuyusunu kazmak için kullandığı turuncu renkli klavye, olay henüz yaşanmamış olmasına rağmen bir hırs anıtı olarak oradadır. Şam’da savaşın başlamasıyla her şeyini bırakıp İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan, yolda başına bin bir felaket gelen, akrabalarını kaybeden, ezilen, hırpalanan Zehra adlı kızın ölmeden önce koklayıp kendi kokusunu ödünç verdiği papatya, âhların en garibi ve en yücesi olarak oradadır. Umutsuzca sevdiği güzeller güzeli Fatma’nın ellerini ilk defa nasırlı elleri arasına alan çoban Yasin’in kalbinin kokusunun sindiği hırka da oradadır.
Kokular sonsuzdur. Nefret, zafer, korku, heyecan, aşk, intikam, merhamet, minnet, kibir, ümit, alay, şükür, rehavet, yorgunluk…
Her şey ama her şey insanlığın bütün zamanlarında yaşayacağı bütün duyguların tarihi Reyhan’da iç içe sonsuza kadar uzayan küçük odalarda gizlidir. Reyhanlı alimler dünyanın en ücra köşelerinden getirmişlerdir onları. Onlar küçük şeylerin toplayıcısıdırlar.”
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Hissedebiliyordum. Duyduklarımın görkemi karşısında sakin kalmaya, öğrendiklerimi hazmetmeye çalışıyordum. Yalan mıydı? Asla! Yolda duyulan gerçektir. Yolda yalan olmaz. Bunu bütün seyyahlar bilir. Duydukların o an gördüğün anladığın bildiğin gerçeğe uymuyorsa bile, onun yalan oluşunda bile bir gerçeklik payı vardır. Yolda duyulan gerçektir. Bunu her yolcu bilir.
Hava kararmıştı. Ne zaman ateş yaktık, ateşin başında yerlerimizi ne zaman aldık hatırlamıyorum. Çöle inşa ettiğim Reyhan, geceleyin de yok olmamıştı. İzliyor ve dinliyordum. Daha doğrusu kokluyordum. Garip adamın sesi gittikçe uzaktan geliyordu:
“Reyhanlı toplayıcılar, dünyanın her yerinde bütün zamanlarda dolaşıp her yıl yakılan büyük ateş için ot ve koku muhafaza odaları için de eşya toplarlar. Çünkü dünyanın anlamı, hissettiklerimizdedir. Ruh, kendini hislerde gösterir. Ve kokularla konuşur. Toplayıcılar, iyi ya da kötü, zalim ya da cesur, zengin ya da fakir, kimin kokusunu Reyhan’a götürmek için alırlarsa karşılığında ona bir gül bırakırlar.
- Reyhan için dünyanın en kıymetli hazinesi, güldür, gülün kokusudur çünkü. Para, altın, mal mülk, silah her şey gül kokusu karşısında basit bir çöptür Reyhanlılar için. Gül mucizedir, gül olağanüstü bir ödeme biçimidir. Bütün kokuları bünyesinde taşıyan Reyhan’ın simgesi de odur.”
Az önce ne oldu? Atımın kişnemesiyle uyandım. Gün ağarmış, çölün ortasında yapayalnız kalmıştım. Garip adamın söylediklerinin ortasında uyuyup kalmış olmalıyım. Adam, kafile ve Reyhan gözden kaybolmuştu. Çaresizlikten değil hasretle ağladım. Sönmüş bir ateşin başında uzun süre kendime gelmeye çalıştım.
Nihayet eşyalarımı toplayacak enerjiyi bulunca harekete geçtim. Fakat asamı bulamıyordum. Yıllardır elimden düşürmediğim, nice şehirler gezdiğim, ona dayandığım, ustamdan devraldığım benimle birlikte merak eden, merak ettiğim her şehri adeta benimle birlikte dolaşan asam sır olmuştu. Bir süre aradıktan sonra kaybımı kabullenip atıma bindim. Heybemden sarkan kırmızı gülü işte o zaman fark ettim. Kokladım. Çöl açılıp dün inşa ettiğim Reyhan’a yol verdi. Gülü koklayarak umutla atımı çöle sürdüm.