Kendi mezarında beklemek

RIDVAN TULUM
Abone Ol

İrfan abinin huyu böyleymiş, mezarını kazdığı kişiyi en son o uğurlar, yeri rahat mı diye sorarmış, sorarmış da zaten yeri rahatsa bir aya kalmaz mezarı çiçeklenirmiş.

İrfan abi, bana kalırsa herkesten iyi mezar kazmayı bildiği için öldü. Babam, annemin vefatından bir buçuk yıl sonra eski nişanlısı Neriman’la evlendiğinde dedem, bu evliliğe şart koşup beni kasabaya kendi yanına istemişti.

Yıllar sonra Hz. Nuh’un hayatını dedemden dinlediğimde kasabanın meydanını Nuh’un gemisine o denli benzetmiştim ki… Sadece bu benzetmeyi bir tek kişi bozuyordu. Tek mi yoksa çift mi olduğuna bir türlü karar veremediğim İrfan abi.


Yorgunluğun içinde, kasabalının meydan dediği; bir caminin, iki bakkaliyenin, bir nalburun, iki lokantanın ve aklınıza gelen her şeyden ya tek ya da iki tane bulunan o yerde, kasabanın tek pastanesini işletiyordu dedem. Yıllar sonra Hz. Nuh’un hayatını dedemden dinlediğimde kasabanın meydanını Nuh’un gemisine o denli benzetmiştim ki… Sadece bu benzetmeyi bir tek kişi bozuyordu. Tek mi yoksa çift mi olduğuna bir türlü karar veremediğim İrfan abi. Aslında buraya İrfan abi olmasa meydan denmezdi. O genişçe alana meydan dememiz için gerekli olan her şey ondaydı. Süs havuzunun kenarında bulunan büyükçe bir kuş heykelinin kenarında, elini çocuk gibi yüzüne kapatan, yıllardır eliyle yüzünü yokluyor da sanki bulamıyormuş gibi davranıyordu İrfan abi.

İrfan abi çok iyi mezar kazarmış. Onu artık formdan düştüğü ya da toprağın hasını bulamadığından mı nedir, mezar kazma sıklığını düşürdüğü bir dönemde tanıdım. Öyle bir anlatırlardı ki kasabanın kahvesinde, pastanede, komşu oturmalarında onun kazdığı mezarları… Ölenlerin yakınları, onu neredeyse ölülerinin gözlerini eliyle kapamadan önce ararlarmış. Ulaşamayınca da yakınları cehenneme gidecekmiş de tek suçlusu İrfan’mış gibi dert yanıp feryat ederlermiş. Haklılarmış da aslında. Bazen içine mi doğar bilinmez, gurbetteki bir merhumun – merhumenin ölüm haberi kasabaya, köye ulaşmadan mezar yeri bakmaya başlarmış İrfan abi. Dağa gider, ağaçlarla konuşur, ölüme en yakın ağacın canını alırmış. Canını alırmış da o ağacın rızası olmadan balta kıpırdatmazmış. Dedem, kardeşi öldüğünde tam bir gün beklemiş onun dağdan gelmesini, önce kızmış, bozulmuş, sonra İrfan abi, köyü saran Hasret Dağı’nın eteğinde göründüğünde ise birden siniri, acısı geçivermiş, kardeşini yaşar bulmuş sanki.

Öyle bir anlatırlardı ki kasabanın kahvesinde, pastanede, komşu oturmalarında onun kazdığı mezarları… Ölenlerin yakınları, onu neredeyse ölülerinin gözlerini eliyle kapamadan önce ararlarmış.

Beyaz örtünün ve bıçağın altında yatan kardeşinin birazdan “kahvaltı hazır birader seni mi bekleyeceğiz?” diyeceğini düşünmüş, yorgun adamı ellerinde hazır edilmiş mezar kapaklarıyla gördüğünde.

  • “Yahu İrfan bir gündür ne yapıyorsun dağda?” demiş gülümseyerek. “Hasret Dağı razı gelmedi ölüme eşlik etmeye, sonunda bir ağaç, ben razı olurum, çok gün gördüm, kış geçirdim, yaban atları gölgemde yattı, tavşanları avcılardan sakladım, bazen arıların kovanına yuva oldum, dedi de aldım geldim işte kapağı” demiş İrfan abi.

Dedem anlatmaya devam etmişti, kardeşini gömdüğünde mezarın başından en son İrfan ayrıldı diye. Neredeyse benimle kavga edecekti, bir köşede durup saatlerce bekledi de bekledi. Ardından birçokları gitti de benim gidesim, karındaşımı bırakasım gelmedi, demişti. İrfan abinin huyu böyleymiş, mezarını kazdığı kişiyi en son o uğurlar, yeri rahat mı diye sorarmış, sorarmış da zaten yeri rahatsa bir aya kalmaz mezarı çiçeklenirmiş.

Gelenek geri çekiliyor mu hocam? Evet, ama mutlaka geri dönecek!
Cins

Dedem yemin billah etmişti, ertesi gün kardeşinin mezarını çim bastığına. Ertesi hafta ise çiçeklerin çıktığına… İrfan abinin yolcu suyu adını verdiği bir teneke suyu boca etmesinin sonucu olduğunu söylerdi bunların. Bunlar doğruydu. Bunlar çok doğruydu çünkü babam öldüğünde, benim gitmemi beklediğini, babamın mezarında bir haftaya kalmadan çiçek açtığını gördüm. Yalvar yakar onu mezar kazmaya ikna ettim de babamın ruhu, toprağı onu sardı sarmaladı sanki. Ne iyi etmiştim. Acım geçmişti. Geçmemişti ama okul başlamıştı. Okul çıkışında pastaneye gider, meydanın o kendine has kalabalığının ortasında, belediyenin ne vakit diktiğini kimsenin bilmediği kuş heykelinin yanında, heykele bir elini atmış şekilde duran İrfan abiye bakar dururdum. Tam o alanda bir şey olmuştu ki, İrfan abi için zaman geçmemiş, sadece bir anın içinde saplanıp kalmıştı, belliydi. Takvimler geçer, ölümler geçer, günler günlerin kuyusunu kazarken o yaz–kış demeden orada, o kuşun uçmasını bekler olmuştu sanki.

Cuma namazlarını hiç aksatmaz ama yine de yaz-kış demeden caminin içinde değil de heykelin olduğu yeri gören avluda kılardı namazını. İmam İhsan çok bu duruma çok bozulsa da sonunda ses etmeyip orada tek başına namazını kılmasına müsaade eder olmuştu. “Allah onun bakışını oraya çevirmiş de o kulluğunu yine de unutmamış” demişti bir keresinde pastanede ev yapımı limonatasını içerken. Herkes cumadan çıkınca, kuş heykelinin başına gelir İrfan abinin namazını tebrik ederdi. “Allah kabul etsin, inşallah bu kuş bir gün uçar İrfan” derlerdi kahkahaların eşliğinde…

  • Koca devlete müfettiş olunca anasını, karısını, çoluğunu çocuğunu alıp giden kardeşine yoldaş olmayan İrfan abinin bir kuşa yoldaşlık ettiğini bilirlerdi, bilirlerdi de arayıp soran kardeşine her seferinde “iyiyim ben, anama selam söyle” dediğini de bilirlerdi. Gitmezdi, gidemezdi. Rivayet odur ki, İrfan abi gençliğinde Nesrin ablaya kesikmiş. Tam burada babasının şehre gelin vermeye karar verdiği Nesrin abla, Yavuz itiyle nişanlanmış.

Bu kuşun belediye tarafından yeni dikildiği zamanlarda İrfan abi içinde tuttuğunun yakasını birden bırakmış da kan ter içinde koşan Nesrin ablaya demiş ki; “Nesrin beni sevmezsin diye ödüm koptu da gelemedim gız sana yıllarca. Geldim de ağzımı, sözümü unuttum, şimdi sen gidersin, hem de beni sevmeden gidersin.” demiş de orada kalıvermiş sözü, cümlesi, gönlü… Nesrin abla gitmiş, hem ağlamış gitmiş, hep gitmiş hep ağlamış mı bilmem ama İrfan abi ağlamamış, gözünün yaşını, kanadı kırılan bir kuş gibi sessizce bir köşeye dökmüş. Mezarlar kazmış, toprakla konuşmuş, ağaçlardan rıza istemiş. Nesrin abla yıllar sonra kasabaya çocuğuyla geldiğinde, ondan sonra Yavuz itinden ayrılıp geldiğinde de kımıldamamış yerinden. Başka bir zamana geçmiş sevdası. Nesrin demişler, hele canına yandığım demişler, kurtarsan sen kurtarırsın şu bizim deli kuşu yeryüzünden demişler. Nesrin abla varmış yanına İrfan abinin.

belediyenin ne vakit diktiğini kimsenin bilmediği kuş heykelinin yanında, heykele bir elini atmış şekilde duran İrfan abiye bakar dururdum.

İrfan ben geldim, demiş de İrfan abi bu gelişi kafasında binlerce kez kurduğundan ve sonuç alamadığından olsa gerek, ses etmemiş. Kuşa sarılmış. Kuş sanki uçmuş da İrfan abi gökyüzüne “hey canına yandığım” sen de mi bırakıp gittin şu garibi demiş. Pastanenin köşesinde bir bahar günü okuldan döndüğümde meydanda, yani İrfan abinin başında, belediyenin ekipleriyle, belediyeye ait o meşhur aracı gördüğümde bir şeyler olduğunu anlamıştım. Vardım gittim yanlarına, bastonunu yer çekimine kaptıran dedeme baktım. Ağlamaklıydı. İrfan abiyi ilk defa sinirli gördüm. “Bırakmam” diyordu. “Canımı alsanız da bırakmam.” Bırakmadı da iki saat sonra belediye başkanı kendi geldi. İrfan abinin, geçenlerde ölen annesinin mezarını kazmaya razı olmamasına halen içerliyor muydu, bilinmez. Çıktı geldi. Devletin tüm yetkileriyle… “Etme İrfan abi, meydana park yapacağız, buradaki diğer heykellerle, banklarla, havuzla birlikte, senin heykeli de değiştireceğiz” deyiverdi. Durdum.

Soru mümkün kılar neden peşinden koşma hissi verir bir tren?
Cins

İrfan abi “Bırakmam” diyordu. Ahali önce onu ikna etmeye çalışsa da bu bırakmamlar onların gönüllerini de deldi geçti. Onlar da bırakmayalım demeye başladılar. Kim bilir çoğuna İrfan abinin mezarlarını kazdığı, onların ölümlerine çiçek düştüğü akrabaları seslendi. Bırakmayın, dediler. Belediye pes etti, akşama kadar oyalanıp gidiverdiler. Akşamları köyüne, iki çift ineğine bakmaya gidiyordu İrfan abi. Gitti. Sabah olunca yine meydana meydan adını vermeye geldi de gözüne perde çekildi sandı belki de meydana gelen esnaflarda o perdeden nasibini aldılar. Kör olduk hep beraber. İrfan abi çok ağladı, kuş heykelinin dün olduğu yere kapaklandı. “Bırakmam” dedi ama belediye ekipleri gece yarısı gelip bütün meydanı talan etmişler, yeni bir belediye projesi için ön hazırlığı yapmışlardı. “Bırakmam” dedi İrfan abi.

Hasret Dağı razı gelmedi ölüme eşlik etmeye.

Bırakmam dedikçe, sanki Allah, “Bırak İrfan artık” dedi de sakinleşti birden. Vardı gitti evine. Ertesi gün geldi. Dedem yorgundur varmayın yanına şimdi, dedi de varmadık yanına. Ertesi gün yine gelmedi İrfan abi. Ahaliden birkaç kişi vardık gittik yanına. Bahçesindeki kiraz ağacının gölgesinde uyur bulduk. Uyur bulduk da uyandıramadık. Yanında bir serçe ölüsü yatıyordu. İrfan abinin mezarını ben kazdım. Hasret Dağı’na çıkıp ağaçlara dil döksem de kimse benimle konuşmadı. Rastgele birini devirdim geldim. İrfan abi bana kızacaktı biliyordum; ama Süleyman Peygamber’e kuş dilini veren Allah, bana ağaçlarla konuşmayı belli ki öğretmeyecekti.