Soru mümkün kılar neden peşinden koşma hissi verir bir tren?
Tren bir ulaşım aracı ve gitmek eyleminin bir yardımcısı olsa da, aslında zihnimizdeki karşılığı geride kalmak, beklemektir. Çünkü coğrafyamızda yakılan ağıtların, söylenen türkülerin ve yazılan şiirlerin bize söylediği şudur: Tren giderken mutlaka kimilerini yarım, kimilerini geride bırakır.
Muzaffer Serkan Aydın, Koşma Hissi şiirinde “Neden peşinden koşma hissi verir bir tren” diye sorar ve soruyu “içindekine asla yetişemeyecekken” diye de genişletir.
Bu soruyu hem şiirin akışından hem de bize bıraktığı, zihnimizde yer tutmaya başlayan imgeler üzerinden açıklamaya çalışalım. Tren bir ulaşım aracı ve gitmek eyleminin bir yardımcısı olsa da, aslında zihnimizdeki karşılığı geride kalmak, beklemektir. Çünkü coğrafyamızda yakılan ağıtların, söylenen türkülerin ve yazılan şiirlerin bize söylediği şudur: Tren giderken mutlaka kimilerini yarım, kimilerini geride bırakır. Birileri tüm bildiği adreslerin yazılı olduğu defteri o tren koltuğuna oturan kişinin çantasında unutmuştur.
Bizim yolumuz artık bir başkasıdır, üstelik görünürde nereye gittiğimizi bize söyleyen bir tabela da yoktur. Bütün bunlar bir yana içindekine asla yetişemeyeceğimiz için koşarız bir trenin peşinden.
Ve ömrü boyunca duyulacak bir sesin doğduğu korkusuna kapılır: Onu bir daha hiç görmedim. Peki neden içindekine asla yetişemeyecekken koşarız? İnsanız en nihayetinde ve bir insanda elbette bir siper, bir sığınak ararız. Sonra bu siperde o kadar uzun süre kaldığımızdan dolayı olsa gerek orayı evimiz sanmaya başlarız. Belki de korunaklı bir alan bulduğumuz düşüncesiyle kendimize yapay bir yurt inşa etmişizdir. Ve bu yüzden “hasret ve gurbet” kavramlarını yaka cebimizde taşımak yerine bir kenara, göz ucumuzla bile bakamayacağımız bir rafa koymuşuzdur. Bizim yolumuz artık bir başkasıdır, üstelik görünürde nereye gittiğimizi bize söyleyen bir tabela da yoktur. Bütün bunlar bir yana içindekine asla yetişemeyeceğimiz için koşarız bir trenin peşinden. Bir trene yetişmemek için…
Yetişmemek için koşarız çünkü yetişirsek “yeniden başlama” imkânını kaybedeceğimizi düşünürüz. Olmaz ya, yetişirsek birine kal demenin ne demek olduğunu bilmediğimiz korkusu kaplar her yanımızı. Bizde yerleşik bir hâl alan; kalmak, o denli doğal bir şey olarak yer tutmuştur ki hayatımızda, sanki bizden başkası geride kalamaz. Sadece biz kalmaktan yapılmışızdır. Yine de siperden çıkıp bir savaşın ortasında bulunma isteği zaman zaman kulağımıza fısıldamıştır. Bu sese “git başımdan” derken, kaosun, hırgürün içinde birden meydanda bulmuşuzdur kendimizi. Aklımız siperde kalmıştır ve biz gittikçe siperden uzaklaşıyoruzdur, siper geride…
- Hayır, yine onun peşinde, bu sefer ondan kopmamızı söyleyen bir sesin eşliğinde koşuyoruzdur. Git gide uzaklaştığımız bir şeylerin olduğu bilinciyle ama bunun ne olduğunu bilmeden…
Tam burada bir keskin nişancı, tüm meydanı gören bir açıdan bize nişan almaktadır: Tren gider, kalan sağlar hain gibi hisseder kendini. Sonra, bir süre sonra kalmak adında bir ülke vatandaşlık verir bize.
Günler geçti ve o defterde yazılı adreslerin neye yaradığını da unutmaya başladık. Günler geçti ve yine Muzaffer Serkan Aydın’ın sorduğu bir soru durdu yanı başımızda: “Gördüğümüz şeyleri gördük mü gerçekten.”