Kahramanı Don Kişot olan bir kahraman

GÜLSENA AFRA ERSAN
Abone Ol

Roger Garaudy; Fransız felsefe ve estetik profesörü. Arayışla geçen hikayesi onun önce ateist, sonra Hristiyan, daha sonra Komünist ve Marksist ve nihayetinde Müslüman olmasıyla sonuçlandı. Marksizmin özgün bir yorumcusuydu. Almanca, İngilizce, Rusça ve Arapça biliyordu. Fransız parlamentosunda senatörlük, milletvekilliği ve meclis başkanvekilliği yapan, kitapları yüzbinlerce satan dünya çapında bir isimken 70 yaşına vardığında Müslüman oldu. Bu büyük ‘vazgeçiş’in kahramanını, Türkçe çevirmeni ve yakın dostu Cemal Aydın’la konuştuk.

Garaudy’nin İslam’la ilk teması gençlik yıllarında gerçekleşiyor. Fakat kendisi 69 yaşında Müslüman oluyor. Yaşantısı, birikimi, hayat pratikleri bu kadar oturmuşken nasıl oluyor da 69 yaşındaki bir adam tüm dünyasını tamamen değiştirip, onu o yapan her şeyden vazgeçip Müslüman oluyor?

Garaudy, Batı standartları içine hapsolup kalmış, lise ve üniversitede kendisine öğretilenleri körü körüne kabullenmiş biri değildir. Tam aksine bütün dünya medeniyetlerine ve bütün insanlığa geniş bir açıdan bakmasını bilmiş biridir. İnsanlığın Medeniyet Destanı kitabı, Garaudy’nin bütün yeryüzü insanlığına nasıl baktığını apaçık gözler önüne serer. İnsanlığın huzur ve sükûnu için içi yanan ve bu yolda daha ilk gençlik yıllarından itibaren çareler aramaya başlayan, o yüzden Komünist Partisi Gençlik kollarına giren, yoksulların ezilmemesi ve refaha kavuşmaları için geceleri sokak afişleri yapıştırmak ve polisle karşı karşıya gelmek dâhil her şeyi göze alan bir aydın-fedidir. Derinlemesine düşünürsek Garaudy, bu eseriyle Rabbimizin, “Tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık” âyetini uygulamaya koymuş biridir. Garaudy’nin baş kahramanı, herkesin kendisine gülüp geçtiği hayali roman kahramanı olan Don Kişot’tur. Garaudy’ye göre Don Kişot, “Allah inancından kopan, nefsinin doymak bilmez dünyevî arzularının peşinde koşan, şehvete, servete ve şöhrete taparcasına sarılan geniş kitlelere hakkı ve hakikati haykıran gerçek bir ermiş, su katılmamış bir derviş”tir. Bu hâliyle de Don Kişot, tarihin yaşamış kahramanlar olan Sezar’dan da diğer hükümdarlarından da daha gerçek, her çağa seslenen ve mânevî açıdan erişilmez derecede yüksek, soylu bir kahramandır. 20’li yaşlarda kendisine rol model edindiği Don Kişot’u son nefesini verinceye kadar da rol modeli olarak görmüş ve hayatı boyunca Don Kişotça davranmıştır. İslâm’a karşı tam bir Haçlı zihniyetiyle kesintisiz ve amansız bir şekilde düşman olan Batı’da, Batı’ya inat İslâm’ı seçmesi de onun Don Kişotluğundan ileri gelir. Dolayısıyla Garaudy ilk gençlik yıllarından itibaren doğruluğun, dürüstlüğün ve insanı insan kardeşi olduğu için koruyup kollayan Don Kişotça anlayışın zirve noktasının İslâm’da olduğunu güçlü bir felsefî birikimin ardından nihayet görüp anladığı için Müslüman olmuştur.

Bu dünyayı anlama tutkusu Müslümanlığı seçtiğinde buraya daha büyük bir iştiyakla odaklanıyor. Hem kitaplarının çevirmeni hem entelektüel mülâkisi hem de bunlardan bağımsız yalnızca bir ‘dost’ olarak, Garaudy’deki adanmışlık için neler söylersiniz bize?

Cemal Aydın.

Garaudy’nin en sık tekrarladığı ve en çok dile getirdiği âyet, Rahman suresinin şu 29. âyetidir: “Allah her an bir iştedir.” Garaudy’ye göre mademki Allah her an bir iştedir, yani her an yaratmaktadır, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insanın da halifesi olduğu Allah’ın yaptığına benzer şekilde her an çaba göstermesi, her an çalışması, her an ortaya bir şeyler koyması gerekir. İslâm dünyasındaki fikir fakirliği ve insanlığa yol göstericilik konusundaki durgunluğu Garaudy, Müslümanların asırlardır “Her an yeni bir işte, yeni bir çabada” olmamalarına bağlar. Garaudy’ye göre İslâm’ın ilk yüzyılında Müslümanlar bütün insanlığı ve insanlığın bütün medeniyetlerini kucaklayıcı bir bakış açısıyla yola çıktıkları için yüz sene içinde İslâm’ı doğuda Çin denizine, batıda Atlas okyanusuna ve Avrupa içlerine kadar yaymasını bilmişlerdir. Ne zaman ki Müslümanlar, “her an bir işte olmayı” bırakıp tefekkür ve teşebbüste tembelleştiler, o andan itibaren tarihin arka odalarına kendilerini hapsettiler. Garaudy’nin içini kavuran ve onu kahreden, Endülüs İslâm meşalesinin yobaz Müslümanlar tarafından söndürülmesidir. “Endülüs’te İslâm” kitabında bunu acı bir dille dile getirir ve şöyle der: “Endülüs’teki fikir akımlarını yobazlar durdurmasaydı, 13. yüzyılın Endülüs’ünde, yani Batı Rönesans’ından üç asır önce, İspanya’da Allahlı bir Rönesans doğacak ve bütün insanlık o Rönesans sayesinde barışa, huzura ve refaha erecekti. Maalesef yobazlar yüzünden o Rönesans gerçekleştirilemeyince 16. yüzyılda Allahsız bir Batı Rönesans’ı ortaya çıktı ve o Allahsız Rönesans bütün dünya insanlığını 16. yüzyıldan beri mahvediyor. Hem insanları Allah’tan koparıp ateistleştiriyor, maddeye taptırıyor, hem de insanlığın büyük çoğunluğunu Batı’nın azınlık insanlarının kölesi yapıyor.” Garaudy her şeye rağmen umudunu kaybetmediği, umutsuzluğu en büyük insanlık suçu olarak gördüğü için Müslümanları şu iki hastalıktan kurtulmaya ve bütün insanlık için tekrar yepyeni bir çığır açmaya çağırıyor: “Batı’yı taklit ve geçmişi taklit.” Müslümanların bu iki çıkmaz sokak niteliğindeki taklitten kurtuldukları an, İslâm’ın insanlığa seslenen kurtarıcı sesini tekrar seslendirebileceklerini ümit ediyor. Garaudy kendisini bu uğurda feda etmeseydi, eserleri Batı’da yasaklanmaz ve öldüğünde de Fransa’nın ünlü büyüklerinin anıt kabiri olan Paris’teki Panthéon’a konurdu.

Garaudy kendisini etkileyecek birçok eşikten geçiyor aslında. İslam’ı seçtikten sonraki Garaudy ile önceki Garaudy arasında şayet varsa, nasıl farklılıklar vardı? Müslüman olmadan önceki ve sonraki Garaudy başka mıydı? Yoksa öncesinde var olan bütün iyi ve güzel şeyler İslam’da da devam mı etti?

Garaudy’nin İslâm’a geçişi, zihnindeki insanlık dervişliğini bir adım daha ileriyi götürmüştür. Bütün gayesi, insanlığın barış, huzur ve refah içinde yaşaması olduğu için evrensel çapta bunu en iyi İslâm’ın gerçekleştirebileceğine inanmıştır. Pazar veya piyasa tektanrıcılığına, yani ekonominin ilâhlaştırılmasına yönelmiş olan Batı’nın ancak İslâm bilgeliği ve İslâm’ın hiç zedelemeden ve tahrif etmeden taşıdığı ilâhî vahiyle yola getirilebileceğine umut bağlamıştır. O yüzden önceki hayatında var olan bütün iyi ve güzel şeyleri İslâm’da çok daha etkili ve geniş çerçeveli bir şekilde devam etmiştir.

Garaudy’nin kendi hayatında vazgeçtiği şey neydi, seçtiği şey neydi? Yani Garaudy İslam’ı seçerken nasıl bir temsili, toplumu, insanı, yaşamı seçmek istedi? Ve Garaudy’nin vazgeçişinde beklenti var mıydı? Daha açık sorarsak, Garaudy bütün bir geçmişine, onu 69 yaşına kadar getiren donanımına, Kierkegaard’ın tabiriyle “bıçak çekmiş” bir adam… Peki ‘İsmail’e kavuşabilmiş mi’ sizce? Yoksa o zaten bıçağı çekerken, vazgeçişinde herhangi bir beklenti yok muydu?

Garaudy gerçek anlamda bir dâhi idi. Marksist felsefeye katkıda bulunacak ve o felsefenin bu eksikliklerini giderebilecek derecede felsefeci, eski ve yeni filozofların tenkidini yapabilecek çapta bir filozoftu. Sanat konusunda en önemli eserlere imza atmış, bu arada Batı Resminin Yedi Yüzyılı gibi estetikte hâlâ aşılamamış bir eseri ortaya koymuş bir sanatçıydı. O yüzden İslâm’a girerken eski hayatının hemen hemen hiçbir idealinden vazgeçmedi. Müslüman olmadan önceki hayatındaki ideallerinin daha somut ve ayakları daha yere basar bir şekilde İslâm’la gerçekleşebileceğini ve gerçekleştirebileceğini düşündü. Garaudy insanoğlunun bu dünyada insanca yaşayabilmesi için bütün şöhretini feda etmeyi göze alabilecek kadar Batı’da bir eşi daha görülmemiş bir insanlık dervişiydi. O yüzden öyle güçlü bir dervişin tek beklentisi, şu âlemde hiçbir mağdurun, mazlumun ve çaresizin kalmayacağı engin ve kıyısız bir mutluluk okyanusunun oluşturulmasıydı. Kendisinin kaleme aldığı her eser en az 500 bin, takdim yazısını bir eser de en az 100 bin satarken ve de dünya çapında bir şöhret olmuşken bütün bunlardan vazgeçebilmesinin asıl sebebi, işte onun bu eskimez, pörsümez ve uğrunda seve seve ölünebilecek idealidir.

İslam onun hayatına, eserlerine yeni bir bakış açısı getirdi mi peki?

İslâm, Garaudy’nin eserlerine yeni bir bakış açısından ziyade yeni bir dinamizm getirdi. Garaudy İslâm’da fikirle eylemin, imanla eylemin birbiriyle bütünleştiğini ve birbiriyle en güzel şekilde örtüştüğünü gördü. İslâmî bakış açısının, bütün insanlığa sadece ve sadece insanca bakmak, hepsi de aynı Allah’ın kulları olduğu için hiçbir ayrım yapmadan bütün insanlığın elinden tutmak olduğunu anladı. Yeryüzüne yayılmış insanoğullarını İslâm’ın rengârenk bir çiçek bahçesi olarak ele aldığını, insanlığın hayrı için İslâm ile Batı arasında yapılması gereken bilgelik alışverişinin ancak bu şekilde sağlanabileceğini kavradı.

Garaudy’nin kimilerinin oldukça keskin bulabileceği dönüşümleri var. İnançsız bir ailede 14 yaşında Hıristiyanlığı benimsiyor, sonra komünist oluyor vb. Müslümanlık da bu keskin dönüşlere dahil. Garaudy’nin bu dönüşümlerini sürekli çalışan bir zihnin mecburi yönelimleri olarak değil de ‘fikirsel döneklik’ olarak adlandıranlar var mıydı etrafında?

Öyle bir karalamayı, her tartışmada mağlup ettiği ünlü varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre yaptı. Fakat kitapları yasaklandığı hâlde Fransa’da gönüllerde hâlâ yaşamaya devam eden Roger Garaudy, unutulan ve bütün görüşleri fikir çöplüğüne atılansa Jean-Paul Sartre oldu.

Roger Garaudy.

Roger Garaudy, Kafka gibi içsel çatışmalarını tüm eserlerinde gözlemlediğimiz bir yazarla ilgili kitap yazıyor. Çatışmaları, çelişkileri, sarsıntıları ve nihayetinde tüm ‘dönüşüm’leriyle Kafka… Kafka’nın Kapitalizmi bir baskı hali, bir ikiyüzlülük olarak gördüğü yerden bakıyor Garaudy de… Kafka’nın onun için bu denli önemli olması kapitalizmi yorumlama biçiminden mi kaynaklı yalnızca?

Roger Garaudy, gerek Kafka, gerekse onun gibi diğer edebiyatçı ve şairler hakkında da eserler kaleme almış ve onları kapitalizme bakış açılarından ziyade, sanat ve fikir dünyaları açısından değerlendirmiştir. Çünkü Garaudy filozofluğunun, düşünürlüğünün yanında şiir kitabı da yazmış olan bir şair, bütün eserlerini güçlü bir edebî üslûpla kaleme almış bir edebiyatçı ve sanatçıdır. Eskiden İslâm âlimleri edebiyat başta olmak üzere pek çok dalda bilgi sahibi olmaya özen gösterirlerdi. O yüzden farklı konularda son derece edebî bir dille eserler ortaya koydular. Garaudy de hem felsefeci, hem sanatçı, hem de edebiyatçı yönüyle bir bakıma kadim dönemlerin İslâm âlimlerine benzer. Bale konusunda bile Dançar a vida adıyla eser yazmış ve bu eserini bir zamanların ünlü 20. Yüzyıl Balesi’nin kurucusu ve koreografı Maurice Béjart’a ithaf etmiştir. Eserini ithaf ettiği bu kişi de ‘İslâm’ın Güleryüzü’nün yazarı tarafından Fransızcaya çevrilen Fîhi Mâ Fîh kitabını okuyunca hemen Müslüman olmuş ve Müslüman olarak bu dünyadan ayrılmıştır.