İnsanlar oldukça dünya mesaide

YUSUF GENÇ
Abone Ol

Bu dünya bir görüngüler dünyasıdır. Bu görüngüler dünyasının amacı, sizi yakalamak ve sadece onunla ilgilenmenizi sağlamaktır. Bazen dünya sizin dikkatinizi çektiği zaman sizi güzel bir şeye yönlendirebilir, bazen de çok da iyi olmayan bir yere sürükler sizi. Ama çoğunlukla dünya sizin peşinizde koşarken, sizi kendisi için ister. Ve o sizin peşinizden koşarken, siz de ona baktıkça kendinizden uzaklaşırsınız.

Dünya gerçekten hızlı dönüyor. Dünyayı biraz olsun yavaşlatmak için ne yapmalıyız?

Kısaca cevap verecek olursam, ihtiyacımız olan şey;

dinginlik.

İşte bunu sağlamak için ne yapmamız gerektiğini soruyorum aslında. Çok hızlı bir akışı var dünyanın. Çocuklar gençliği atlayıp bir anda yetişkin oluyorlar, her gün yeni bir gündem ve yeni olaylarla yüzleşiyoruz, bir önceki günkü gündemimizi bir sonraki güne taşıyamıyoruz. Tam bu çılgınlıkta, bize ne söylersiniz ki bunun biraz olsun dışına çıkalım da dünyaya öyle bakabilelim?

Dediğim gibi, tekrarlayacağım; biraz yavaşlamamız gerekiyor. Başka türlü mümkün değil. Genç insanların, dünyanın ne olduğunu anlaması gerekiyor bunun için.

''Gökyüzü hiçbir yerde, kalbini Allah'a açan insanların üstünde olduğu kadar berrak değildir.'' Muhyiddin Şekûr

Dünyanın içindeyiz. İçinde olduğumuz bir şeyi anlamak mümkün mü? Bu kadar yakınken, bu kadar bulaşmışken…

Biraz daha yavaş gidelim, en azından söyleşiyi yavaş yapalım, bir adım olur. (Gülüyor) Şöyle cevap verebilirim; her ne kadar genç insanların dünyayla ilişkileri olsa da aslında neyin içinde ve neyle karşı karşıya olduklarını bilmiyorlar. Birbirine yardım ederek bunu mümkün kılabilirler. Mesela Cins dergisini çıkaran sizler, dergide yazan kişiler bunu görebilirlerse bu konuda gençlere de yardım edebilirler. Bu dünya bir görüngüler dünyasıdır. Bu görüngüler dünyasının amacı, sizi yakalamak ve sadece onunla ilgilenmenizi sağlamaktır. Bazen dünya sizin dikkatinizi çektiği zaman sizi güzel bir şeye yönlendirebilir, bazen de çok da iyi olmayan bir yere sürükler sizi. Ama çoğunlukla dünya sizin peşinizde koşarken, sizi kendisi için ister. Ve o sizin peşinizden koşarken, siz de ona baktıkça kendinizden uzaklaşırsınız. Dünya hızlı dönüşü sırasında sizin dikkatinizi çektiğinde ve siz de dünyaya kulak kesildiğinizde ona yakalanırsınız ve asla kendinizle ilgilenemezsiniz. Kendinize yani kendi özünüze ulaşamazsınız. Örneğin cep telefonları. Biliyorsunuz cep telefonları tamamen lanetli şeyler değil. Size büyük faydalar sağlıyor. Çok işlevsel ve çok kullanışlı. Ama bir yandan da çok dikkat dağıtıcı. Örneğin öğrenciler ders boyunca cep telefonları ellerinde ve sürekli ona bakıyorlar. Yolda yürürken ellerindeki cep telefonlarına bakıyorlar. Çin’de yolda yürürken telefonla uğraşan insanlar diğer yayalara çarpmasın diye özel yollar yapmışlar mesela. Ama bütün bunlar, cep telefonlarımızdan vazgeçeceğimiz anlamına gelmiyor. Android 5’iniz vardır, maillerinize ve fotoğraflarınıza bakabiliyorsunuz mesela. Ama orada kalmıyor, sonra Android 6 geliyor. 7 geliyor.

İhtiyacınız var mı? İhtiyacınız yok ama gözünüz bir anda takılıyor ona. Çeliyor sizi. İhtiyacımız yok evet ama her yeni modelle birlikte bize şunu söylüyorlar; ‘senin buna ihtiyacın var.’ İhtiyaçlarımızı da belirliyorlar hemen öncesinde ve bizi buna ikna ediyorlar.

İşte dünyanın işi bu… Dünyanın çalışma stili budur zaten. Dünyaya bunu yapmamasını söyleyemezsiniz. Dünyanın işleyiş şekli böyledir. Sizin peşinizden koşmak, dünyanın mesleğidir. Ve hiçbir zaman da durmayacak. 6’nın hemen ardından sizin önünüze 7’yi getirecek. Dünyanın işi bu… O yüzden sizin kendinizi kurtarmanız gerekiyor. Eğer sizin dünyayla bir deneyiminiz varsa genç insanlara da bunu söyleyebilmeniz lazım. Evet, bir cep telefonuna ihtiyacın var ama her sene, her yeni modelle bunu değiştirmek zorunda değilsin diyebilmeniz lazım. Kim olduğunu düşünüyor olman gerekir. Hayatınla gerçekten ne yapmak istiyorsun, zamanınla gerçekten ne yapacaksın? Bu önemli soruları sormalısın.

Bilgisayar mesela evet olmak zorunda ve kullanacağız. Ama gecenin 3’ünde internette geziniyorsan, bir şeyler yanlış gidiyor demektir. O yüzden gerçek insanın, kendi potansiyelini yakalamak istiyorsa bir şekilde o dengeyi de oluşturması gerekir. Dinginlik diye cevap verdim çünkü bunu sağlamadıkça insan olarak genişlemeniz mümkün değildir.

DÜNYA SİZİ UZAĞA GÖTÜRÜR EVET! AMA KENDİNİZDEN UZAĞA

''İnsanı sevmek için tanımak gerekir. Allah'ı tanımak için ise sevmek gerekir.'' Muhyiddin Şekur

Hızlı bir tren penceresinden dünyaya bakan biri, bütün görüntüleri çizgiler halinde görüp, dünyayı ıskalamış oluyor. Neler olduğunu gerçekten görmek için daha yavaş olmak zorundayız yani. Bunu söylüyorsunuz. Telefon örneğinde de onu söylediniz. Bir tarafta genç bir insan, diğer tarafta dünya. Yaşadığımız şey; genç insanın dünyayı doğru yerine koyamaması.

Ve buna ilave olarak şöyle düşünüyorum, genç insanlara yeterince kredi vermiyoruz biz. Onların çok büyük bir kapasitesi var ama birinin yolu onlara göstermesi gerekir. Onların anlayabilme kapasitesine güvenmemiz gerekiyor. ‘Gençler bilmez, gençler anlamaz’ dememek gerekiyor.

Ama şöyle bir fotoğraf var artık, ‘gençler anlamaz’dan, ‘anne baba anlamaz’a geldik. Bu var, bunun abartılmış şekilleri de var. Enteresan bir ego, yüksek bir özgüven… Zehirli bir özgüven var genç insanların ciddi bir kısmında.

Bu doğru fakat bütün gençler böyledir demek de doğru olmaz. Ama biz olgunsak ve biliyorsak ki genç insanlar bu evrelerden geçiyor -ki hani biz de bu evrelerden geçtik- ona göre hareket etmek gerekir. Çünkü bu genç insanlar geleceği oluşturuyor. O yüzden onlara ulaşmamız gerekiyor. Sonraki soru elbette şu; onlara nasıl ulaşacağız? Daha geniş bir çerçeveden bakacak olursak, buradaki asıl sorun dünyanın hareketi ve hızı. Çok dikkat dağıtıcı. Eğer siz kendiniz yavaşlayamazsanız dünya sizi zaten ele geçirecek demektir. O yüzden dedim, gecenin 3’ünde internette geziniyorsanız orada bir terslik var demektir. Bu ‘internete girmeyin’ demek değil, ama bırakırsanız bu 24 saatinizi kaplar. Ve bu durumda kendinizden uzaklaşırsınız. Dünyanın ilişkileri, sizi uzağa götürür evet. Ama kendinizden uzağa…

Dünyayla girdiği ilişkide, ‘bunu yapıyorum ama farkındayım bu ilişki doğru değil’ diyen biri için çıkış yolunu nasıl göstereceksiniz peki?

Bahsettiğiniz kişide iki taraf var değil mi? Hem gecenin 3’üne kadar internette gezinen, hem de bunun yanlış olduğunu bilen. İşte biz bu ikinci yönle konuşmalıyız. İrtibata geçtiğimiz bütün insanlarda var olan, kalbinin en derinindeki o sesle ilişkiye geçmeliyiz. Şuna netlikle inanıyorum, her insanın içinde doğrunun ve faydalının ne olduğunu bilen bir yön vardır. Her insanın içinde, o insana doğruyu fısıldayan bir ses vardır. Eğer bir insan o sesi duymuyorsa ve sürekli sınırları aşıyorsa ve sürekli yanlışa gidiyorsa orada başka bir problem vardır. Bu başka bir sorundur.

Ne anlamda başka bir sorun? Psikolojik bir şeyden mi söz ediyorsunuz?

Orada belki özel bir yardım gerekir. Sürekli sınırları aşan birisi için bir kişilik probleminden söz ediyoruz. Ciddi bir yardımın gerektiği yer burası. Aynı zamanda muazzam bir sosyal sorun bu. Böyle bir sorun, o insanın başkalarıyla yaşamasını da zorlaştıran bir şeydir. Sadece kendini düşünen bir insandan söz ediyoruz burada tabi. Genç bir insan itiraz edebilir, riskler alabilir, keşfetmek isteyebilir, sınırları zorlayabilir… Bu normal. Bunları yaparken kalbindeki sesin ona söyledikleri karşısındaki bütünüyle duyarsız değildir. Onunla bağlantı kurabilirsiniz.

Türkçeye çevrilen ilk kitabınızda da izleri olduğu üzere, aslında iki dünya var. İlki sakin, sessiz, kalbin sesine kulak verilmiş bir dünya. Diğer dünya, parlak, ışıltılı, hareketli ve eğlenceli… Genç bir insan dünyaya çıkınca ikisinin tam arasında duruyor. Ve açık konuşalım ki bu iki dünyadan ilkinin gerçekten hâkim bakış açısına göre çekici bir tarafı yok, diğer dünya çok daha kışkırtıcı. ,Bu herkes için geçerlidir diyemeyiz. O ikinci dünyanın parlaklığının altındaki karanlığı fark eden gözler için o kadar da çekici değildir aslında. Bahsettiğiniz o ikinci dünya her ne kadar daha çok ilgi çekici gibi görünse de ilk dünyanın, insanların içindeki genişliği ne ölçülebilir ne de sınırları çizilebilirdir. İlk dünyanın etkisini ölçemeyeceğiniz için sadece gördüğünüzle yorum yapabilirsiniz. Şunu söylemeye çalışıyorum, o görüngüler dünyasında genç bir insanın, her ne kadar o ikinci dünyaya kapılmış gibi görünse de muazzam bir vicdanı ve kalbi vardır. Her ne kadar ikinci dünyaya çekilmiş gibi görünse de o kalbinden gelen ses ona “annemi bir haftadır aramadım, aramam lazım” diyordur. Bu tamamen kaybolduysa işte orada o kişilik probleminden söz edebiliriz. Bu da ilginç bir nokta getiriyor ortaya. Çünkü insanların unutma kapasitesi inanılmazdır. İnsan dediğimiz varlığın unutma kapasitesi o kadar büyüktür ki kendilerini bile unutabilirler. Ama hepsi de o görünmeyeni keşfetme kapasitesini de taşır bir yandan. Bu insanın taşıdığı bir potansiyel…

DÜNYA HERKESİ TATMİN ETMEZ

''İnsan dünyaya geldiği andan itibaren 'Ben' demesini öğrenmiştir; ancak aşktır ki insana 'Ben değil, Sen' demesini öğretir; zira seven hiçbir ruh kendine varlık rengi veremez.'' Muhyiddin Şekur

Ohio’da yaşayan bir genç olarak 22 yaşında Müslüman oldunuz. Daha doğrusu, Müslümanlığınızı hatırladınız. Bir arayıştan söz ediyoruz burada. 22 yaşındaki birinin arayışları, beklentileri ve sancıları böyle olmaz normalde.

Ben sadece kendimi anlamaya çalışıyordum. Ben kim olacağımı, kim olabilirim bunu anlamaya çalışıyordum. Böyle bir manevi bir arayış olarak isimlendirmemiştim. Kendimle ilgili sorularım vardı ve onların peşinden gidiyordum.

O halde zaten bizi insan yapan temel soruların peşinden giderek, kim olduğunuzu kavramaya çalıştınız.

Herkesin içinde bu sorular vardır. Bazı insanlar bunu güçlendirir. Dünya herkesi tatmin etmez, bazı insanlara çekici gelebilir ama bazı insanlara o kadar da çekici gelmez. Örneğin gençsinizdir, bir akşam bir partiye gitmek istersiniz, gidersiniz eğlenmek istersiniz. Müzik çalar, herkes çok keyiflidir. Sonra eve gelirsiniz ve herkesin eğlenmesine rağmen siz orada eğlenmemişsinizdir. Hatta ‘niye gittim ki’ diye sorarsınız kendinize. Bu sizi tatmin etmez mesela. Bu bir süreçtir. Her ne kadar bu dünya heyecan verici de olsa insanı her şekilde tatmin etmeyebilir.

O zaman az önceki sorularınızı soran herhangi biri, kendini tanıma yolunda asıl doğru yola çıkmış oluyor. Dolayısıyla dünyayı nasıl yavaşlatırız sorusunun cevabı da doğrudan bu.

Evet. Eğer buna gönlünüz yoksa hareket de olmaz. Çünkü öncelikle insan kendisine o soruları sormalıdır… Ama doğan her insan için potansiyel vardır. Çünkü her insan hem bu dünyada yaşayıp, hem de kendisiyle yaşamalıdır. Bir keşiş gibi yaşayamayız. Yani hem bu dünyanın içinde yaşamamız gerekiyor, hem de kendimiz olarak… Üstelik öyle de bir durum var ki, dünya giderek daha da hızlanıyor.

DÜNYA BENİ ALDATTI DİYEMEZSİN GÜNÜN SONUNDA

Dolayısıyla insanın kendisini tanıma yolculuğuna denk düşmeyen her başlıkla ilişkimizi doğru mesafede tutmak zorundayız.

Elbette. ‘Doğru ilişki.’ Bu güzel ve doğru bir tanım. Belli bir farkındalıkla hareket etmemiz gerekiyor. O farkındalık gelişmezse bizi tamamen ele geçirir. Sorumluluk kişiye düşüyor, kişinin kendi omuzlarındadır. ‘Beni cep telefonu aldattı’ diyemez insan sonunda. Aramaları yapan sensin, internette gezinen sensin. Her eşya ve ilişki için bu geçerli.

Dünyaya ya da yaşadığımız zamana kızmamızın bir anlamı yok yani?

Hayır. Çünkü bu bizim fırsatımız olabilir. Cep telefonları keramet düzeyinde mesela. Bazı şeyler keramet düzeyindedir. Google keramettir mesela. Artık 15 aylık bir çocuk ıphone kullanabiliyor, 3 yaşına gelince her şeyi yapıyorlar. 10 yaşına gelince artık size öğretiyorlar. Ama yine o çocuk da aynı zorlukla karşı karşıya. Sınırı çizmek! Bu insanın kendi sorumluluğu.

BENCİLLİKTEN KURTULDUĞUMUZDA MUTSUZLUĞUMUZ DA GİDECEK

Peki, başka bir şeye geçeyim. Mutsuzuz. Her yerde mutsuzuz. Görünürde işler yolunda gibi fakat gözlerimiz gülmüyor.

Önce insanlar mutsuz olduklarını ve onları gerçekte neyin mutlu edeceğini fark etmeleri gerekiyor. Çözümün ilk adımı da insanın kendisinden çıkmasıdır. Yani bencillikten kurtulup, başkalarını düşünmeleri gerekiyor.

''Bir perde vardı, arkasını göremediğim.'' Muhyiddin Şekur

ÖLÜM BİZİ CANLI TUTAN BİR ŞEYDİR

Bir de ‘genç ölmek’ meselesi var. Yunus Emre’nin ‘göğ ekini biçmiş gibi’ diye tarif ettiği bir şey bu. Şunu soracağım aslında, tüm bu konuştuklarımızın yanı başında ölüm diye bir şey var. Ölüme üzülüyoruz. Bu, ölmek için bekleyen insanların, daha önce ölenlere yönelik bir üzüntüsü… Bu, insanın arayışlarına ya da sorularına ne düzeyde etki eder? Ölmek ve genç ölmek…

Genç ölmek… Elbette hepimizin zorlanacağı bir şey… Burada temel, ana fi kir vaktimiz sınırlı. Herkesin bir vakti var ve hiç kimse ne kadar olduğuyla ilgili hiçbir fikre sahip değil. Ölüm meselesi bizi zaman konusuna getiriyor kaçınılmaz olarak. Zamanı düşünürsek, diğer sorular da peşi sıra gelecektir. Ölümü düşünen, ölüme dair düşünen her insan, genç olsun yaşlı olsun kalan vaktini düşünmek zorundadır. Eğer insanlar vakitlerinin sınırlı olduğunu düşünmezlerse diğer sorulara gelemezler. Ölüm, bizi canlı tutan bir şeydir yani. İdrak edildiği zaman yani… Daha önce sorulmuştu size, yazdıklarınızın Türkiye’deki okurlar arasında bu denli çok ilgi görmesini nasıl açıklıyorsunuz diye, o zaman ‘ben de bunu anlamaya çalışıyorum’ demiştiniz. Aradan epey zaman geçti, anlayabildiniz mi? Açıkçası hala geçerli bu. Ama demek ki hikâyemle ilgili şeyler insanların ilgisini çekiyor.

YETER Kİ KALBİNİZE KARŞI DÜRÜST OLUN

Peki. Bana hep şöyle gelmiştir; Müslüman olmadan önceki Muhyiddin Şekur ile sonraki Şekur aynı kişiydiler. Doğru mu bu?

Tabi ki aynı kişiydim. Sadece benim deneyimimde farklı bir kapı açıldı, bunu gerçekleştiren bir şey oldu.

Bu herkes için geçerlidir ve her zaman olur. Yaşıyorsunuz, bir şey olur ve o esnada size yeni kapılar açılır. Siz girersiniz ya da girmezsiniz. Ama hayat boyunca yeni deneyimler için kapılar açılır. İki arkadaşım vardı ve beni camiye davet etmişlerdi. Ben de gittim ‘ne var acaba’ diye. Bir imam, tefsir dersi veriyordu. Bir yandan dersi dinliyordum diğer taraftan da kapının üzerindeki bir yazı dikkatimi çekmişti. Yanımdaki bir kadına orada ne yazdığını sordum. Bana ‘orada Kelime-i Şehadet yazıyor, şu anlama geliyor falan’demedi o kadın. ‘Oradaki sensin’ dedi. Bu beni etkiledi. Ve bunun peşinden gittim. Sadece güzel bir ‘an’a denk geldim ben orada. Ve benim için inkâr edilemez bir noktaydı orası. Onu fark ettim ve o zaman 22 yaşındaydım. Ama dediğim gibi 22 yaşıma kadar hep kendimle ilgili bir şeyler öğrenme merakım vardı. Evet, ergendim o sıralara kadar. Partilere, danslara giderdim. Ortalama bir Amerikalı gibi, bir Amerikalı kadar. Ama dediğim gibi, hep sorular vardı zihnimde. Tanrıyla ilgili sorular, zamanla ilgili sorular, kim olduğumla ilgili sorular… Bu soruları oturup kimseyle konuşmuyordum. Beni davet eden arkadaşlarımın da zihinlerinde bu sorular varmış. Onlar da hiç bahsetmediler. Hatta arkadaşlarımın da bu soruları düşünüyor olduklarını daha sonra öğrenince şaşırmıştım. Çocukluğumdan beri tanıdığım arkadaşlarımdı bunlar benim. Onların da içlerinde gerçekleşen bir şeymiş bu ve Müslüman oldular. Beni davet ettiler ama oturup bir şey anlatmaya çalışmadılar. Bilmek istiyorsan gel dediler sadece.

Bizim asla tecrübe edemeyeceğimiz bir şey bu. Teslis’e inanırken bir an geliyor ve artık Tevhid’e inanıyorsunuz. Karanlık bir odada doğup ışığı sonradan görmekle, ışığın içinde doğmak arasında ışığa bakışta bir farklılık olmalı. Kişisel tecrübe ve hislerinizi merak ediyorum aslında.

Zaten teslis inancı, beni hiçbir zaman çeken bir inanç değildi. Bazıları için önemli olabilir ama benim için bir mesele değildi o. Yani Amerika’da Müslüman olup da hala o fikirle cebelleşen, mücadele eden çok insan tanıyorum. Ama ben zaten gönlümde, kalbimde hiçbir zaman tanrıyı öyle bir yere oturtmamıştım. Ben sadece benimle tanrı arasında bir iletişim, bir bağ olduğunu hissediyordum. Çocukken bile böyleydi. Kendi kalbimde olup biten şeylerin peşinden gittim. Ve tevhid hakkında ilk bilgileri öğrendiğim zaman ‘tam da böyle olmalı’ dedim. Bu konuda ayrıca düşünmek zorunda kalmadım. Ama tevhidin var olduğu bir toplumda büyüdüyseniz, tevhid inancı çok dikkat edici bir mesele olmuyor. Bunu anlamak zor… İnsanlar tevhid inancı içinde doğuyorlar ve bu onları heyecanlandırmıyor. Entelektüel olarak bir sorun yok burada. Entelektüel olarak bunu biliyor Müslümanlar. Ve hiçbir zaman da teslisi kabul etmezler. Ama bilgi düzeyindeki bu durum onları heyecanlandırmıyor. Yine de bir şeyler arıyorlar.

En önemli şey, sizin samimiyetle arıyor olup olmadığınızdır. Herkes kendi hayatı söz konusu olduğunda samimi bir arayışa yönelmeli. Paradoksal bir şey vardır burada. Herkes aramak zorundadır. Ama arıyor olmanız, kesin bulacağınız anlamına gelmez. Aramanız gerekiyor ama bulmanızı bu arayış sağlamayacak. Siz ararsınız ve cevap kendini size gösterir. Zamanı geldiğinde aradığınız o kapı gelip sizin karşınıza çıkar. Siz yeter ki kalbinize karşı dürüst olun. Zahirde görünen şey, resmin tamamı değildir. Onun mutlaka başka bir veçhesi vardır. Zahir ve batının varoluşları birliktedir çünkü. Gözle görünenden her zaman daha fazladır. Sadece insanın kendisi bile tahmin ettiğinden daha fazladır. Elimizi çabuk tutmamız gerekiyor aslında kısaca. Çünkü vaktimiz az. Bu anlamda gençlik, nasıl bir tecrübesizlikse vakit açısından da daha büyük bir gayret sarf edebileceğimiz bir eşiktir. Yeter ki kalbinize karşı dürüst olun.

  • Bunu hep söylüyorum, kalbimizde bize seslenen bir şey var. Bir ses var içimizde. Buna üst bilinç diyebilirsiniz, vicdan diyebilirsiniz, gönül diyebilirsiniz ne derseniz deyin böyle bir ses vardır herkesin kalbinde.
  • Bu hatırlanabilir. Sabah kalkarsınız ve içinizden bir ses, ‘bugün arabayı alma, metrobüsle git’ der size. Siz kararsızlıkla arabayı alırsınız ve bütün gününüz mahvolur. Bunu herkes tecrübe eder. Önemli olan o sese kulak verebilmektir. O ses sizinle tartışmaz, size söyler ve çekilir. Önemli olan o sesi duyabilmektir.