İmparatorluğun son hafızası: İbnülemin Mahmut Kemal

HABER MASASI
Abone Ol

Yağmurdan nasibini almış bir çocuk doğdu o gün. Tarih: 17 Kasım 1871. Yer: Beyazıt Mercan’daki o Paşa konağı… Devir: Sultan Abdülaziz devri. Mahmut Kemal adı verilen bu çocuk, Paşa babasından dolayı “Eminpaşazade Mahmut Kemal” diye anılacak ve sonra bunu da kendi isteğiyle “İbnülemin” diye değiştirecekti.

Bilmecburiye söylüyorum, ben de gözlerimi kaparsam gelip geçen güzîde adamlarımızı bilen kalmayacak. Ey gençler gözünüzü açınız, gelip geçmislerinizi tanıyınız!

İbnülemin Mahmut Kemal İnal

Yağmur yağıyor denemezdi. Ama sokaklar ıslak ve yağmur, ağaçların ve kesme taşların rengini ortaya çıkarmak için kendisini bir gölge gibi Beyazıt’ın üzerine çoktan sermişti.

Rusya Müslümanlarının babası: İsmail Gaspıralı
Cins

Giderek bir kartpostala dönüşen ve yazılmayı bekleyen hikâye gibi bir İstanbul fotoğrafı vardı o gün. Kasım ayı olmasına rağmen soğuk olduğu söylenemezdi. Ama Beyazıt Mercan’daki büyük paşa konağı, tüm mahalleyi saran toprak kokusunun içinde, hizmetlilerin müjde almak için Mehmet Emin Paşa’ya doğru koşturdukları bir sahneye şahitlik ediyordu.

17 Kasım günü konağın hizmetlileri Mehmet Emin Paşa’ya “Bir oğlunuz oldu” müjdesini getirdiklerinde elbette Paşa’nın bu yeni doğan çocuğun Türk tarihinde kendisine, kendi çabasıyla nasıl bir sayfa açacağından haberi yoktu. Padişahların bile çoğundan daha büyük bir hatıra bırakacağından da… Yağmurdan nasibini almış bir çocuk doğdu o gün. Tarih: 17 Kasım 1871. Yer: Beyazıt Mercan’daki o Paşa konağı… Devir: Sultan Abdülaziz devri. Mahmut Kemal adı verilen bu çocuk, Paşa babasından dolayı “Eminpaşazade Mahmut Kemal” diye anılacak ve sonra bunu da kendi isteğiyle “İbnülemin” diye değiştirecekti.

Derler ki “Onun kişisel arşivi, Topkapı Sarayı’ndan daha geniştir.”n

Derler ki “Onun kişisel arşivi, Topkapı Sarayı’ndan daha geniştir.” Hikâyenin sadece bir parçası böyle ilerliyor; ki asıl yönü, arşivciliği/ koleksiyonerliği değil üstelik. Bu sadece bir yönü. Bütün bir Osmanlı tarihini düşünün. O tarih boyunca üretilen kültürü, sanatı, ilmi düşünün. Bunu Mimar Sinanlardan, Ahmed Karahisarilerden, Matrakçı Nasuhlardan, Bakilerden alın. İşte o zincirin son temsilcisi bir adam İbnülemin Mahmut Kemal İnal. Bütün bir imparatorluğa varis, derin ve çok yönlü bir ilmi çaba.

  • Ciddiyet ve titizlik! Döneminde kendisine seslenildiği şekliyle söylersek, “Efendi Hazretleri”nin özetlenebileceği iki kelime bunlardan ibaret. Evet, ciddiyet ve titizlik. Çalışmalarında, insan ilişkilerinde, eşyaya ve tarihe bakışında, devlete ve geleceğe bakışında bu büyük iki kavram özetliyor onu. İlme varis olmanın ciddiyeti ve yorulmak bilmeyen bir titizlik…

Elindeki işi pırıl pırıl yapmanın çiçeği… Her iki kavram da vefat ettiği güne kadar bir an bile ihmal etmediği birer varoluş ilkesi onun için.

Eski İstanbul valilerinden Fahrettin Kerim Gökay’ın, hatıralarında anlattığı şu hikâye sanırım İbnülemin’i biraz olsun tanımaya yetecektir. Diyor ki Gökay: “Valiliğim sırasında bir gün Celal Bayar, Adnan Menderes ve bazı bakanlar İstanbul’a geldiler. ‘Efendi Hazretlerini buraya getir de kendisiyle bir de yüz yüze görüşelim’, diye haber gönderdiler. Derhal Mahmud Kemal Bey’e gittim ve durumu arz ettim. Sinirli ve öfkeli bir tavırla, ‘Ben o heriflerin ayağına gitmem.’ dedi. Israr ettim; yalvardım, yakardım. Sonunda ikna ettim. Bin naz ile ve söylene söylene Florya deniz köşküne götürdüm. Yenilip içildikten sonra sohbet faslı başladı. Bir ara Celal Bayar, Mahmut Kemal Bey’e hitaben şöyle dedi:

- Efendi Hazretleri! Son Sadrazamlar adındaki eserinizi okudum. Hakikaten güzel yazmışsınız. Lakin hep Osmanlı döneminin sadrazamlarını, devlet adamlarını anlatıyorsunuz. Bir eser daha kaleme alsanız, orada da cumhuriyet devri başvekillerini, cumhurbaşkanlarını tanıtsanız acaba nasıl olur? İbnülemin Mahmut Kemal Bey, karşısındakinin cumhurbaşkanı olduğunu düşünmeye bile gerek görmeden ‘Kim o herifler?’ diye sorar ve konuşmasına şöyle devam eder:

- Ben son sadrazamları yazarken öyle rastgele hareket etmedim. Hepsini yakından tanıdım. Kimisinin hizmetinde bizzat bulundum, kimisiyle birlikte görev yaptım. Merhum babam Mehmet Emin Paşa sayesinde birçoğunun aile mahremiyetine kadar sokuldum. Meziyetlerine, kusurlarına, bir aile ocağı samimiyeti içinde şahit oldum. Onlarla düştüm onlarla kalktım. Hâlbuki yenileri tanımıyorum. Zaten yazılacak yönlerinin bulunduğuna da inanmıyorum. Hem eskiden bir adam sâdaret makamının çıkacağı zaman belli bir kademeden geçer, belli bir merhale kat ederdi. Mesela önce vali olur, sonra nâzır olur, derken sadrazamlığa kadar yükselirdi. Şimdi öyle mi? Ne idiğü belirsiz bir adam, beklenmedik bir anda milletin başına geçiyor. Sonra o nevzuhur şahıs, âlimi, ulemayı ayağına çağırıyor.”

İbnülemin, sadece büyük bir tarihçi, arşivci ya da biyografi yazarı değil. Büyük de bir düşünür aynı zamanda.

Önce bir yanlış anlaşılmayı düzeltmemiz gerekiyor. İbnülemin, sadece büyük bir tarihçi, arşivci ya da biyografi yazarı değil. Büyük de bir düşünür aynı zamanda. Hususen döneminin -ki büyük kırılma dönemlerinde yaşadı- en önemli ve aşılmaz görünen sorunlarına dair yazdığı yazılar ve ürettiği teklifler büyük ilgiyle takip edilmişti. Döneminde, bir birikim hâlinde ortaya çıkan sorunlara güncel ve politik bir alandan değil, ahlâki sahadan verdiği cevaplar ve “Medeniyet-i Sahiha” diye sistemleştirdiği bir teklifler bütünü sunmayı bildi.

İlk gençlik yıllarında Sahih-i Buhari ve Fars edebiyatının yanı sıra, tefsir, hüsn-i hat, usul ve Fransızca dersleri almış, genç yaşına rağmen pek çok sahada kendisini ilerletmişti.

Babası; Sultan Abdülaziz’in sadrazamlarından Yusuf Kamil Paşa’nın uzun yıllar mühürdarlığını yapmış Mehmet Emin Paşa, annesi; eşsiz ahlâk ve terbiyesini borçlu olduğu Hamide Nergis Hanım’dı. Çocukluk yıllarını Yusuf Kamil Paşa’nın konağında geçiren İbnülemin, ilk eğitimini Mercan Ağa Sıbyan Mektebi’nde aldıktan sonra Mekteb-i Mülkiyye’nin yatılı kısmında okudu. Bu yıllarda Hukuk Fakültesine de devam etmiştir. Fakat asıl eğitimini devrinin tüm büyük adamları gibi, önce aile ocağında sonra da camilerde devam eden ders halkalarında almıştır. Ayrıca evlerine gelen devrin önemli isimlerinden de istifade etme fırsatı yakalamıştır. Mehmet Akif Ersoy’un babası, İpekli Tahir Efendi gibi…

İlk gençlik yıllarında Sahih-i Buhari ve Fars edebiyatının yanı sıra, tefsir, hüsn-i hat, usul ve Fransızca dersleri almış, genç yaşına rağmen pek çok sahada kendisini ilerletmişti. Babasının emekli olmasının ardından, 17 Kasım 1889’da Bâbıâli’ye stajyer olarak girmiş ve Ankara Hükümeti’nin kurulup, Bâbıâli’nin ilga edilişine kadar aralıksız otuz üç sene farklı kademelerde bürokrasinin içinde kalmıştır. Bu zaman zarfında edindiği devlet görgüsü ve hafızasını, Cumhuriyet’in ardından yeni kurumlara da taşımış ve pek çok kurum için kurucu öncülük vazifesi yapmıştı.

Osmanlı’nın en kritik devresinde doğrudan imparatorluğun merkezi başkentte bulunmuş, devletin pek çok kademesinde görev almış olan İbnülemin, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinden sonra, 29 Kasım 1911’de, Yıldız Sarayı evrakının tasnif ve tetkikiyle vazifelendirildi. Sekiz yüz sandık dolusu evrakı büyük bir titizlikle elden geçirerek bugünkü adı Başbakanlık Osmanlı Arşivi olan Hazine-i Evrak Dairesi’ne teslim etti. Daha sonraki büyük çalışmalarının temelini, bu arşivi düzenlerken oluşturdu.

Harb-i Umumi başladığında tüm devlet ricali tarafından tanınan ve saygı duyulan bir isim olmuştu.

1914 büyük savaşının hemen öncesinde kültür hayatımızı kurtaracak çok önemli çalışmalara girişti. Tarih: 27 Nisan 1914. Vakıflara ait sanat eserlerinin kaybolmasını ve yurt dışına kaçırılmasını önlemek amacıyla Evkaf-ı İslamiyye Müzesi’ni kurdu. Gayretleri dolayısıyla Osmanlı nişanıyla taltif edildi. Daha sonraları müzeyi ziyarete gelen Almanya ve Avusturya-Macaristan imparatorları tarafından da nişanlarla taltif edildi. Aynı yıl ilgisizlikten dolayı yok olma tehlikesi yaşayan hat sanatını ihya etmek için Medresetü’l-Hattâtîn’in kurulmasına öncülük etti. 1916’da eski eserleri koruma komisyonunda görev aldı. Nadir ve önemli yazma eserlerin baskılarını hazırlamak için kurulan Âsâr-ı Müfîde Kütüphanesi heyetinin en üretken üyelerinden biri olarak divan şiirinden neşirler yaptı.

Bunları ve çok daha fazlasını savaş sürerken yaptı. Cihan Harbi sona ererken başlayacak barış müzakerelerinde başbakanlık temsilcisi olarak kurulan olağanüstü komisyonda görev aldı. Devletin resmi gazetesi Takvîm-i Vekâyi’nin müdürlüğü görevini de üstlendi. Savaş sonrası mütareke devri İstanbul’unda Fransız askeri makamlarınca oturduğu konak yağmalandı. İbnülemin’in eline bile almaya kıyamadığı nadir bir sürü kitap, gazete ve koleksiyon parçası, işgal askerlerince parçalanıp talan edildi.

  • Burada anmadığımız birçok engellemelerle, birçok sıkıntılarla karşılaşmasına rağmen çalışmalarını ısrarla sürdürdü. Ta ki 7 Kasım 1922’de Bâbıâli’nin Ankara Hükümeti’ne devredilmesine kadar. 33 yıl boyunca verdiği hizmetlerin ardından cüzi bir maaşla emekliye sevk edildi.

1924’e kadar süren geçim sıkıntısı, Fuad Köprülü’nün milli eğitim müsteşarı olmasının ardından bir tasnif heyetinin başına getirilmesiyle biraz olsun giderildi. Burada otuz cilt tutan 47 bin vesikayı gözden geçirip tasnif etti.

Cumhuriyet devrinde de pek çok kurumda görev alan İbnülemin, en son yaş haddinden dolayı 1935’te emekli olduğu Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin müdürlüğünü üstleniyordu. Ertesi yıl Prenses Hatice Abbas Halim’in davet ve himayesiyle hac farizasını yerine getirdi. Bunu şunun için anıyoruz burada: büyük kafalarına ve gayretli ruhlarına kıymet vermeyen Cumhuriyet, İbnülemin gibi birinin bile, çağrıldığı pek çok uluslararası kongreye katılmasını sağlayamamıştı.

İbnülemin her şeye rağmen, koca bir tarihi tek başına kurtaracak denli büyük iş yapmayı da bilmişti.

1939’da Mısır veliahdı Prens Mehmet Ali Tevfik’in daveti üzerine İstanbul’da kurduğu Türk ve İslam Eserleri Müzesi benzeri bir müzenin düzenlenmesi ve müzeye konulacak eserlerin seçilmesi göreviyle Kamil Akdik’le birlikte Mısır’a gitti. Müzeyi kurup 1940’da geri döndü. Vefat edeceği 24 Mayıs 1957 tarihine kadar, meşhur konağında ilim ve musiki meclisleri düzenledi, çalışmalarını sürdürdü. Ömrünün her devresinde engellemelerle, sıkıntılarla karşılaşmış olan İbnülemin her şeye rağmen, koca bir tarihi tek başına kurtaracak denli büyük iş yapmayı da bilmişti.

İlk şiir denemelerini çocukluk yaşlarında Mehmet Akif’le birlikte yapmış olan İbnülemin, eski şiirin izinde yürümeyi tercih etse de hece vezniyle yazmayı da ihmal etmedi. Hayatı boyunca pek çok gazete ve dergide yazılar yazmış; edebiyat, tarih, ahlâk, İslam düşüncesi, biyografi ve benzeri daha pek çok tür içinde geniş oylumlu makaleler kaleme almıştı. Özellikle biyografi çalışmaları için “tarihi ve hafızayı kurtarmak” tarifi yapılabilir.

Anlatıların yazıya geçirilmesi şeklinde oluşturulmuş bir eser değil bu, titiz arşivciliğe ve belgelere dayanan bir kıymet.

Yaşadığı zamanın hızlı değişimine, insan hafızasının unutkanlığına şahitlik eden İbnülemin, tanıştığı ve tanıdığı büyük simaların sonraki kuşaklar tarafından da bilinmesine olan arzusu, onu biyografi yazarlığına ve tarih sahasına yöneltmişti. Bu arzusu tek başına, hafızamızı kurtarmaya yetmişti. “Efendi Hazretleri”nin pek çok çalışması var ama biz burada sadece bir kısmını analım:

Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar: Son asır siyasi tarihimizin toplu bir fotoğrafını da veren 2192 sayfalık bu anıt eser, 37 sadrazamın hayat hikâyesini ve önemli hususlarını içeriyor. Anlatıların yazıya geçirilmesi şeklinde oluşturulmuş bir eser değil bu, titiz arşivciliğe ve belgelere dayanan bir kıymet.

Son Asır Türk Şairleri: 566 şairin hayat hikâyelerinin de olduğu 2352 sayfalık bu devasa eseri, 20. yüzyılın en geniş şiir antolojisi olarak da görmek mümkün.

Gökkubbenin hoş sadası
Gerçek Hayat

Son Hattatlar: Tuhfe-i Hattatin’e Zeyl olarak yazılan eser, 11’i kadın olmak üzere 329 hattatın, meşhur oldukları yazı disiplinine göre sınıflandırılmış bir ansiklopedi. Hattatların hayat hikâyelerine ve yazılarından seçilmiş örneklere de yer verilen bu büyük eser, Türk hat sanatının son iki yüzyılının bütün resmini göstermektedir.

Hoş Sadâ - Son Asır Türk Musikişinasları: İbnülemin’in 85 yaşını geçmiş olduğu hâlde Türk kültür tarihine sunduğu son büyük eseri. Müzik ve Türk müziği üzerine yaptığı değerlendirmeler açısından da oldukça önemli bir eser. *Hüseyin Vassaf’ın, Dursun Gürlek’in ve Ömer Faruk Akgün’ün gayretleri olmasaydı belki de onun hikâyesini de bilmeyecektik.