Göğe dalgın bakan çocukların şairi
İlhami Çiçek, “Yalnız hüznü vardır kalbi olanın /hüzün öylece orta yerdedir” dediğinde bile hüznü bir hareketsizlik olarak algılamamış, hüznü bir çıkış yolu olarak önermiştir. Bir ayaklanma birimidir hüzün onun için. Onu kuşanan insan için umut vardır.
İlhami Çiçek, bir satranç ustası, tavanın bakışları olduğuna inanmış bir ruh ya da her şeyin eninde sonunda sessiz olacağını bilen bir şair.
1954’te Oltu’da doğan İlhami Çiçek, asla yaşının şiirini yazmadı. Tam burada “ne demek yaşının şiirini yazmadı?” diye sorabilirsiniz, sormayın. Çünkü yazamazdı. Çünkü hüzün, çünkü acı, çünkü çok çiğ bir çağın kapı komşusuydu. Okumaya ve düşünmeye başladığı zaman büyük bir enkazdan geriye kalanların yurdunda yer tuttuğunu anlamıştı. Dünü harap edilmiş, dünden hiçbir iz taşımayan bir zamanda geçmeye mahkûm edilmişti ömrü. Yani onun kurulmasını istediği dünyanın, görgü tanığı olduğu “şimdi” ile yakından uzaktan bir irtibatı yoktu. Bir taraf diğerini nasıl harap edeceğinin yolunu bulmuş, diğer taraf ise karşısındakine benzemeden onu nasıl mağlup edeceğine dair yöntemler bulmaya çalışıyordu. Korkudan yapılmış bir çağdı yaşadığı ve bu çağın insanının ilerleme azmiyle başı dönmüştü. Kutsal olanı, insani olanı, yaratılışın özünde olanı aramaktan vazgeçmişti.
- Kısacası bugün de katlanarak devam eden halimizin, yani eşyanın tabiatına sorgusuz sualsiz bağlı hale gelmeye söz verdiğimiz bir dönemdi yaşadığı. Evet, İlhami Çiçek tam da bu yüzden yaşının şiirini yazamadı.
Onun şiiri, söylenildiği gibi ne geçmişi şimdiye bağlayan bir köprü ne de şimdiden ayrı “ilerici” bir tavırdır. O aslında olması gereken şimdinin peşinde koşar. Her ne kadar şiiri harcını eski günlerden alsa da sonraki günlere kalsın diye söylenmiş olsa da; Çiçek’in şiiri, şairin şimdiye kadar söyledikleri değil; “şimdi” nedir, nerededir ve nasıl olmalıdır sorularına aradığı yanıttır. Necatigil’in de söylediği gibi; “Çünkü Ben’de her zaman bir şimdi anlamı gizli”dir. İlhami Çiçek de en çok çağından sorumludur.
Sekiz bölümden oluşan Satranç Dersleri şiiri, Çiçek’in satranç oyunun elemanlarıyla kurduğu, dünyayı merkez alanlara ve akıl kavrayışı diye bir puta körü körüne bağlı olanlara karşı geliştirdiği bir itiraz şekli olarak okunabilir. Satranç metaforunun kullanılması da oldukça ilginçtir bu şiirde. Oyunun elemanları insanlık serüveninin içinde söz sahibi olan, tarih yazımında da adından sıkça söz edilen kahramanlardır. Onların şimdiye doğru sürüklenmesi, aslında geçmişten günümüze dair bir tarih okuması niteliği de taşımaktadır. Tarih okumasıdır ama asla tarih anlatmamıştır İlhami Çiçek, sadece tarihin şiirinde imgelere dönüşmesine müsaade etmiştir. Zaten satrancı geometrik bir tarihe benzetir, epeydir yüzü gözü çizik bir ‘satıh’ görümünde. Yine de İlhami Çiçek’in sorusu hep aynıdır: Şimdi nerededir?
Daha ilk bölümde “Göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği / bir oyundur satranç” derken, aslında dünyayı bir oyuna benzettiğini daha baştan açıklamış bulunur. Bezgin bakmanın, insanın varlığına aykırı, bilmekten ve şükürden uzak bir eylemin adı olduğunu söylemektedir.
Türkçenin akarsularından biri, içinde bulunduğu vakitle adil dövüşen, intikamın gerçekte içli bir marş olduğunu söyleyen İlhami Çiçek’in şiirleri ve öyküleri Ketebe Yayınları tarafından “Bu Hüznün Mesnevisi” adıyla yayımlandı.
Yine de bezginler için söylenen bir şiir değildir onunkisi. Bezgin olmakla üzgün olmak asla birbirine karıştırılmamalıdır. Onun şiiri üzgün olanlaradır. Yine de bunca üzülmek arasında o asla yenilmenin sürekliliğine kendini kaptırmamış; günü bilmiş, günü söylemiş ve günden asla elini eteğini çekmemiştir. Güne karşı gardını düşürmemenin yollarını aramış ve her seferinde olay mahallinde tanık olarak bulunmuştur. Onun birey olarak tanıklığı, toplumsal bir tanıklığa dönüşmüştür böylece. Belki de bunca tanıklığın onu getirdiği yerin yani trajedinin karşısında insan olanı yitirmemek için sımsıkı bağlı kalmıştır hüzün kelimesine. İlhami Çiçek, “Yalnız hüznü vardır kalbi olanın / hüzün öylece orta yerdedir” dediğinde bile hüznü bir hareketsizlik olarak algılamamış, hüznü bir çıkış yolu olarak önermiştir. Bir ayaklanma birimidir hüzün onun için. Onu kuşanan insan için umut vardır.
İnsanın ilahi buyruktan habersiz bir şekilde yaşamasına içlidir. Bu habersizlik hali bir acıdır; ama acı da bir imkânı içinde barındırır onun şiirinde. İnsana bu acıyı verenin de ilahi buyruğun sahibi olduğunu, onu aşmasını beklediğini düşünmektedir. Belki de bu yüzden zaman zaman geçmişi ve şimdiyi suçlasa da, bu suçlama hali onda ev sahibi olmaz. Kurtulmanın suçlamayla olmayacağını da bilir.
Çünkü sabır, Allah’ın bir kuludur İlhami Çiçek için ve insana bahşedilmiştir.
Eşya sarasına tutulan, çarkların gövdesine ruhunu bağışlayan, düzene dağıtarak değil de toplayarak varacağına inanan insanın günden güne artan Tanrı özlemini bilmektedir. Her şeyin eninde sonunda sessiz olduğunu söylediği gibi insanın da aslında kurtulmak istediğini söyler. Bunca kötülüğün, karmaşanın, incinmenin, yalnızlığın kıyısından geçip, özü örten her şeyden kaçmanın tıpkı İbrahim gibi mümkün olduğunu, buna da ancak sabırla varılabileceğini düşünür: “Ve sabır olmasaydı yeryüzünde bir gün kalınabilir miydi?”
Türkçenin akarsularından biri, içinde bulunduğu vakitle adil dövüşen, intikamın gerçekte içli bir marş olduğunu söyleyen İlhami Çiçek’in şiirleri ve öyküleri Ketebe Yayınları tarafından “Bu Hüznün Mesnevisi” adıyla yayımlandı. Hâlâ çağına kul olan bizler için atını uçuruma sürüyor. Evet, ırmaklardan alanlara taşındık ve yalnızız.