Ey atını uçurumlara süren çocuk İlhami Çiçek

“Bu hüznün mesnevisi yazılmadı” diyen İlhami Çiçek, Nuri Pakdil’in cenazesinde söylediği sözün tam karşılığıdır belki de.
“Bu hüznün mesnevisi yazılmadı” diyen İlhami Çiçek, Nuri Pakdil’in cenazesinde söylediği sözün tam karşılığıdır belki de.

Gazali’nin Kimya-yı Saadet’ini tek oturuşta, toplam on yedi saatte okuyup bitirmiş. Şimdiki gibi değil. Ödünç alınmış daktiloyla yazardı şiirlerini. ‘Görünür gerçeği hep aşar’ dediği şiir, hayatının merkezindeydi ve hep öyle kaldı.

"Döndü halk ve cüzzam ne gün yürüdü ve hep bir yaprak değil miyiz ki bir zaman yarıp çıkmak serüveninde özdalımızı topu topu bir mevsimi yaşarız işte müşa’şa bir sonbahar figüranıyız hepimiz de."

Zamanla şiir, bu içe kapanık çocuğun tek evreni olacak.
Zamanla şiir, bu içe kapanık çocuğun tek evreni olacak.

Parasız yatılı değil! Ama kendisi gibi öğretmen bir babanın oğlu. 1954 yılında Erzurum’da, bir önceki kuşağı göç etmiş bir ailenin ferdi. Rus Harbi’nde Kafkasya’dan Erzurum’a... Çocukluğu Erzurum’un kışı. Çocukluğu destanların efsanelere karıştığı hikâyelerin yanı başında. Beş kardeşin en büyüğü. Çocukken geçirdiği bir kazanın da etkisi var deniliyor, içe kapanık bir çocukluk yani. Etrafta henüz ve hala varlığını güçlüce hissettiren âşık geleneğinin izleri. Ozanları dinliyor ilkin. Evin de bereketi var elbette. Büyük halk ozanı Âşık Sümmani, büyükdedesi Mehmet Ağa’nın yareni. Sık sık evlerine gidip geliyor. Şiire ilgisi ilk oradan başlıyor ve artarak devam ediyor. Zamanla şiir, bu içe kapanık çocuğun tek evreni olacak. Güneşe henüz var.

Geometrik bir tarihe benzetiyor satrancı şair. Yaşama denk düşen bir geometrik tarih aslında. Yaşamla bu açıdan benzeşiyor, tarihle benzeşen satranç.


İlkokulu, Ortaokulu, Liseyi ve Üniversite’yi Erzurum’da. Şiir hikâyesi önce ortaokulda bir şiir okuma yarışmasında. Lisededir ve ilk şiiri Otel Odası’nı bir cesaretle Adımlar dergisinin şiir yarışmasına gönderir. Birinci olur ve ilk kez şiiri bir edebiyat dergisinde yayınlanır. Lisede tiyatroyla da ilgilenir bir süre. Şiir, dünyaya açılan kapısı olmuştur çoktan. Üniversite sıralarındayken Halk Edebiyatı’na ilişkin yazdıkları yerel gazetelerde yayınlanır. Bir yandan üniversite devam eder, bir yandan da vekil öğretmenlik yapar. Bu sıralarda kütüphanesi de oluşmaya başlar. “MEB’in klasiklerinin tamamı evde vardı ve abim okurdu” diyor kardeşi Latif Çiçek. Deli gibi okunan yıllar. En çok Dostoyevski tabi. Öncesi de var elbette: 1971. Üniversite’ye başlamadan bir yıl önce Hareket Dergisi’nin Erzurum’da açtığı Kitabevi’ni çalıştırır bir süre. Yeni ve güzel kapılar. Nurettin Topçu’yu hatmetmeye bu sıralar başlar.

Keder, yaşadıklarından ve halk edebiyatından bulaşır gözlerine.
Keder, yaşadıklarından ve halk edebiyatından bulaşır gözlerine.

Keder, yaşadıklarından ve halk edebiyatından bulaşır gözlerine. Şiire olan ilgisi zamanla Divan Edebiyatı’nda yoğunlaşır. Zihninde ayırmış da değildir zaten. Peşi sıra divanları ezberler farkında bile olmadan. Üniversite bitince tayini çıkar: Kırıkkale Lisesi. 1978’de görevine başlar. Bu tarihe kadar Nuri Pakdil’in Edebiyat Dergisi’nin sıkı bir okuru olan şair, artık düzenli yazarı olmuştur. Şairdir. Ama bugün çeşitli vesilelerle binlercesini gördüğümüz şairlerden biri gibi değil. Günlerce yemeden, içmeden sadece çay ve sigarayla şiir çalışmak gibi düşün. Sağlığındaki bozulmalar ilk bu yıllarda kendini gösterir. O gün de bugün de kıymeti hala fark edilmemiş olan Satranç Dersleri tam da bu sıra gelir: Büyük şiir.

Sonra İstanbul’a tayini çıkar. Pendik Lisesi’nde görev alır bir dönem. Evlenir. Daha sonra beyninde baş gösteren hastalığı ilerler. 1983 yılının Mart ayında askerlik vazifesini yapmak için Tokat’a. Bu sıralarda ilk kitabı Satranç Dersleri matbaadadır. Askerlik hastalığını iyice artırır. Bir süre hastanede tedavi. İyileşmemiştir ama tekrar kışlanın tel duvarları. Askerliğin bitmesine çok kısa bir süre kala geçirdiği şiddetli bir kriz sonucunda vefat eder. Haziran’ın 14’üdür. 1983’te. Henüz 29 yaşında. Vefat edip dünyadan çekildiğinden kısa bir süre önce ilk kitabı Satranç Dersleri basılmıştır bile. Neyse ki hüznün şairi, ilk kitabını görebilmiştir. Şahidiz ki güzel bir şair, güzel bir Müslüman’dı.

Kısa bir hayat hikâyesi bıraktı belki bize ama ömründen çok daha uzun konuşabileceğimiz bir şiir bıraktı geride.
Kısa bir hayat hikâyesi bıraktı belki bize ama ömründen çok daha uzun konuşabileceğimiz bir şiir bıraktı geride.

“Göğ ekini biçmiş gibi” diyen Yunus Emre’nin kastettiğidir. Kısa bir hayat hikâyesi bıraktı belki bize ama ömründen çok daha uzun konuşabileceğimiz bir şiir bıraktı geride. Dostlarından öğrendiğimiz şu; “Kendi hayatını anlatmayı sevmezdi.” Sağlığında kendinden bahsetmeyi sevmeyen, kendini anlatmaktan hazzetmeyen şairin arkasında elbette, ömrü gibi kısa bir biyografisi kalacaktı. Öyle de oldu. Nefesi biraz daha yetseydi kendi şiir evrenini kuracağını görecektik. Işıldayan bir şiir. Yepyeni bir şiir.

  • Gerçek bir şairdi. Şimdilerde şair enflasyonundan geçilmeyen Türkiye’ye bakıp da aldanmayınız. Divan Edebiyatı’nın hiç değilse yarısını ezbere bilen bir modern şairdi. Şair ama çokları gibi değil, Edebiyat Dergisi girdiği ekonomik krizden çıkabilsin diye eşinin bileziklerini satacak kadar şair.

Dağınık bir adam, okumaktan başka meşgalesi olmayan bir adam. Ve elbette çay ve elbette sigara. Büyük şair ya, daha önce büyük okur. Gazali’nin Kimya-yı Saadet’ini tek oturuşta, toplam on yedi saatte okuyup bitirmiş. Şimdiki gibi değil. Ödünç alınmış daktiloyla yazardı şiirlerini. ‘Görünür gerçeği hep aşar’ dediği şiir, hayatının merkezindeydi ve hep öyle kaldı.

Ödünç alınmış daktiloyla yazardı şiirlerini.
Ödünç alınmış daktiloyla yazardı şiirlerini.

Geometrik bir tarihe benzetiyor satrancı şair. Yaşama denk düşen bir geometrik tarih aslında. Yaşamla bu açıdan benzeşiyor, tarihle benzeşen satranç. Satranç Dersleri’nde yapmaya çalıştığı şey, an’lardan oluşan tarihi anlatmak değil, onu kesip yeniden anlamak sadece. Kırıp, yeniden ortaya çıkarmak. Duymaya çalışıyor çünkü şair. Kendi çağını duymaya... Tarihi yontarak bir akım çıkarmak istiyor oradan. Yoksa tarihi anlatmaya çalışıyor değil. Şiir, zaten bunu yapmaz. İstese de yapamaz.

Arif Ay şöyle seslenmişti ona: “Ey atını uçurumlara süren çocuk.” “Bu hüznün mesnevisi yazılmadı” diyen İlhami Çiçek, Nuri Pakdil’in cenazesinde söylediği sözün tam karşılığıdır belki de. İlhami Çiçek’i tam da özetler bu aslında: “Bugün bir şiir sandığını toprağa gömüyoruz.” Ruhu şad olsun, Satranç Dersleri yazarının...

“Çağımız korku çağıdır. Umut’la dengelenmediği için, erdem’e yer yok bünyesinde. Korkunç bir biçimde ‘sınırsız ilerleme’ melankolisiyle başı dönmüş. Bu yüzden hiçbir kutsal tanımıyor."