Futbol 11 kişinin oynadığı ve sonunda kalecinin Nobel aldığı bir oyundur!

SERKAN AKKOYUN
Abone Ol

Maçlarda kalesinin içine Kuran-ı Kerim koyan, Sovyet döneminde milli takım kalecisi olan Rinat Dassaev, “kaleci hassastır, kırılgandır. 11 kişilik oyunda yalnızdır” der. Yalnız bir adamın, kalecilikten Nobel’e uzanan öyküsüne buyurun...

1970’lerin ortaları… Afrika’da bulunan Rodezya Cumhuriyeti’nde işler karışmış ve siyahlarla beyazlar arasında bir savaş başlamıştı.

Jorge Campos gol atan kaleye...
Cins

Beyazlar Cumhuriyet’in askerleri, siyahlar ise gerilla tipi savaşı yürütenlerdi. Taraflar belliydi ve herkes en iyi isimlerini sahaya sürmüştü; beyazların kozu birkaç yıl sonra İngiltere’ye gidecek ve 14 yıl boyunca Liverpool kalesini koruyacak olan Bruce Grobbelaar’dı!

Bruce, tarihin en iyi görüşe sahip gözleri ile Rodezya Cumhuriyeti Ordusu adına iz sürme görevini yürütüyordu. Düşman askerlerinin ayak izlerine ve bıraktıkları yemek artıklarına bakarak ne zaman, nereden geçtiklerini tahmin ediyordu.

Kalecilerin gözleri kadar hafızaları da iyi olur. Çünkü bir önceki pozisyonda rakibin yaptığı hamleyi, bir sonraki pozisyonda hatırlamalı ve köşesini iyi seçmelidir!

Birkaç yıl sonra savaş bitti, Bruce da İngiltere’ye gitti. İngiliz hâkimiyeti altında bir kalede doğmuş olmanın verdiği avantajla kolayca çalışma izni alarak, uzun yıllar boyunca Premier Lig’de Liverpool forması giydi. Şu sıralarda da ülkesi Güney Afrika’nın en meşhur beyazı: Bir zamanlar siyahlara karşı savaşmış olsa da!

“Bugün bile oturup kendi kendime futbol kariyerimi düşündüğümde aklıma gelen 3 şeyden 1’i savaş” diyor Bruce. Kalecilerin gözleri kadar hafızaları da iyi olur. Çünkü bir önceki pozisyonda rakibin yaptığı hamleyi, bir sonraki pozisyonda hatırlamalı ve köşesini iyi seçmelidir! Albert Camus boşuna mı, “Hayatta ahlaka dair öğrendiklerimi futbola borçluyum, çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeye gelmiyordu” demişti. Bir zamanlar siyahlarla savaşmasına rağmen şimdiki siyahların en sevdiği beyaz futbol adamlarından Bruce ve Fransızların ‘müthiş’ yazarı; Cezayirli (hani şu soykırım yaptıkları) Albert… İşte uzun süredir hikâyelerini aklımda tuttuğum bu iki adam, birbirlerini tanımış olsalardı ortaya nasıl tartışmaların çıkacağını düşünürken, aralarına bir üçüncü isim daha sandalye çekti zihnimin karanlık odalarında:

Nobel Kimya Ödüllü Aziz Sancar!

Nobel Ödüllü bilim insanı Aziz Sancar 8 Eylül 1946 tarihinde Mardin'in Savur ilçesinde dünyaya geldi.

Yılmaz Erdoğan yıllar önce, “Ama benim insanlarım bir şeyi sevmekle, o şeyi sevmeyenlerden nefret etmenin aynı şey olduğunu zannettiler” demişti. Aziz Sancar’ın ödül haberi gelince de, hakemin ilk düdüğü çalınmışçasına başladı mücadele: “Türk değilmiş…” “Aslen Kürt’müş…” “Yok, canım Arap’mış Arap…” “Amerika’da üye olduğu derneğin %93’ü ateistmiş yahu…” Aziz Sancar’ın adını ilk defa duyanlar onun bir Nobel ödülü aldığından haberdardılar ama neden aldığını öğrenemediler; çünkü nüfus memurlarından fırsat kalmadı! Sonradan ortaya çıktı, hiç hoşumuza gitmese de Aziz Sancar kendisini Türk olarak tanımlayan, ABD’de kurduğu Türk Evi’nde bayramlaşmalar organize eden bir Müslüman bilim insanıydı…

Onunla ilgili haberleri okurken bir detay daha çıktı karşımıza: Gençliğinde futbol oynamıştı ve en büyük hayali Milli Takım’da kaleci olmaktı!

  • Futbolu alt tabakanın oyunu olarak nitelendiren, hatta Kral Lear’da Kent Kontu’nu, “Sen! Aşağılık bir futbolcu oyuncusu...” diye bağırtan William Shakespeare’e inat Aziz Sancar için futbol, en büyük aşktı.

Lise yıllarında hem memleketi Mardin’in yerel takımı Mezopotamya Spor’da hem de okulun takımında kalecilik yaparken, odasında asılı duran Turgay Şeren fotoğraflarına bakarak iç geçiriyordu. Belki de, bir gün ikinci ‘Berlin Panteri’ olmayı hayal ediyordu ama kaderi öyle tecelli etmedi. O da Nobel Panteri oldu!

Aslında çok yaklaşmıştı hayaline… Lise döneminde kaleciliği nam salmış, onu Milli Takım antrenörleri de fark etmişti. Bruce Grobbelaar’a orduda izcilik görevi kazandıran, 41 yaşında bile 100 metreden trafik tabelalarını net bir şekilde okuyabilmesini sağlayan keskin bakışları gibi; Aziz Sancar’ın da mükemmel refleksleri vardı. Zaten bu yüzden kaleci olmuştu ve belki de bu sayede kanser hücrelerini kendi sahasına hapsedip atak yapmalarına izin vermiyordu...

Evet, hayaline yaklaşmıştı ancak futboldan, büyük aşkından, kalecilikten vazgeçti. Çünkü hayal kurmak en büyük intihardı.

Aziz Sancar’ın ise bu hayatta daha yapacak çok işi vardı: “Ciddi düşününce, çok iyi bir kaleci olmak için yeterince uzun boylu olmadığıma karar verdim ve çalışmalarına odaklandım” Aziz Sancar, kaleci olamadı. Fakat dünya büyük bir bilim insanı ile tanıştı. Boyu kalecilik için kısa kalan liseli Aziz’den, boyu tıp ve kimya dünyasını fersah fersah aşan Prof. Dr. Aziz Sancar’a uzandı. Kendisi de bir kaleci olan yazar Vladimir Nabokov’un da dediği gibi ‘kaleci yalnız kartaldır.’

Darbecilere 'bacak arası' yapan forvet
Cins

Aziz Sancar da kimliğine, inancına, kökenine doğru çekilen tüm şutları müthiş refleksleri ile tek başına kurtarıp, 3 puanı ülkemize kazandıran isim oldu. Artık önümüzdeki Nobellere bakacağız...