Ev yok evden öte
Ev ile bu bağımızı, belki bir anlamda kader ortaklığımızı ayıran birçok sebep sayabiliriz. Modern insan, evinden koparılmış insandır. Eviyle ünsiyeti gadre uğramıştır. Ne evinde doğabilir ne de evinde ölebilir artık.
"Evdeyim, evdeyim yine. Fırsat buldukça burada olmayı, seviyorum. Üşümüş ve yorgun eve döndüğümde Ateşin başına kemiklerimi ısıtmak iyi geliyor."
Bu sözler ünlü İngiliz rock grubu Pink Floyd'un Time adlı şarkısında geçiyor. Şarkıda ev, içinde olunca mutluluk duyulan, içimizi ısıtan, insana iyi gelen bir mekân olarak nitelendiriliyor. Evde olmak, eve dönmek (uzun yolculukların dönüşünü bir düşünün) herkes tarafından arzulanır. Ama şu soruyu da kendimize bir soralım: "Hangi ev?" Ev, bizim sığınağımızdır, başımızı soktuğumuz çatıdır hem korunağımız hem de bizim koruduğumuzdur, bizi ve bizden olanı sarmalayan bir yapı yani bir yuvadır en basit hâliyle. Fakat bu ev kavramı da dehrin gazabına uğrayanlardan oldu son zamanlarda. Dünün evlerine nazaran bugün daha bir farklı evler. Eksik bir şeyler var olmalı ki duramıyoruz artık evlerde. Türlü bahanelerle kaçmak geliyor içimizden.
- Fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılamaktan öte işimiz yok evlerde. Tabiri caizse evlerimizde ocak tütmüyor artık. Evlerimize yabancıyız adeta. Bir bağ kuramıyoruz artık onlarla.
Mutfağını beğenmeyince değiştiriveriyoruz mesela. Sadece mutfağı da değil sudan bahanelerle evi de değiştiriyoruz hemencecik. Muhitin bir anlamı kalmadı. Muhit bir prestij meselesi sadece. Ev ile bu bağımızı, belki bir anlamda kader ortaklığımızı ayıran birçok sebep sayabiliriz. Modern insan, evinden koparılmış insandır. Eviyle ünsiyeti gadre uğramıştır. Ne evinde doğabilir ne de evinde ölebilir artık. Bugün yeni doğan bir bebeği düşünelim. Ana rahminden itibaren çeşitli cihazlarla izlenen bebek, buz gibi bir ameliyathanede, parlak ışıklar altında gözlerini dünyaya açar. Sonra sarılır sarmalanır ve bir arabayla içinde daha çok sarılıp sarmalanacağı, etrafı duvarlarla çevrili, kapısında güvenlik görevlisi duran bir binaya getirilir. Okul çağının gelmesiyle birlikte ev kavramı zihninde şekillenir: Bu bağlamda ev, çocuğun dimağına insanların işlerinden arta kalan zamanda döndükleri bir mekân olarak oturur. Ardından iş hayatı yahut eğitim gibi sebeplerle birey evinden ayrılır.
Eskiden hastanelere getirilen hastalar umut kalmadığında evine gönderilirdi. "Evinde ölsün." denirdi. Son anlarında soğuk hastane tavanını izleyerek ölmesini kimse istemezdi.
Gittiği yerde yeni bir evi vardır artık. Bu süreç evlilikte de devam eder. Her yeni ev, kopulmuş bir başka ev anlamına gelmektedir. Böylelikle modern insan bu kadar evin içinde evsiz kalabiliyor. Nereye giderse gitsin bir yanı hep eksik. Hep bir şeylerden yoksun devam ediyor. Günü gelip vadesi dolduğundaysa bu yoğun karmaşadan olsa gerek daha önce hiç bulunmadığı bir yoğun bakım ünitesinde kapatıyor gözlerini. Çünkü artık içinde ölünebilecek bir evi yok insanın. Geriye örülü duvarlar kalıyor. Ona da zaten kimsenin gönlü varmıyor "ev" demeye. Dünün insanı evde doğup evde ölüyordu. Bugün ameliyathanede doğup yoğun bakımda ölüyor. Eve doğan değil, evden eve göç eden oldu insan. Bir arabayla geliyor ve bir ambulansla göçüyor artık. Eskiden hastanelere getirilen hastalar umut kalmadığında evine gönderilirdi. "Evinde ölsün." denirdi. Son anlarında soğuk hastane tavanını izleyerek ölmesini kimse istemezdi. Modern insan steril ortamda doğup, steril ortamda yaşıyor ve en sonunda steril ortamda ölüyor. Yoğun bakım odalarında adeta bilimin sözüm ona "güven veren" gövde gösterisi altında ezilerek ölüyor modern insan, sevdiklerini göremeden bir helallik dahi alamadan.
Ev kavramıysa bu şartlar altında belirli bir meblağ karşılığında "anahtar teslim" alınan, iş çıkışlarında gidilen ve zamanı geldiğinde unutulup giden anısız beton parçasına dönüştü. Peki ama modern insanın bu dünyada evi yok mu? Şairin, "tütmesi gereken ocak nerede?" diye sorduğu o acılı soruyu kendimize sorduğumuzda bir cevap bulabiliyor muyuz? Yazı boyunca insanın birçok ev içerisinde evsiz kaldığından bahsettik. Ömür boyunca misafir olunan evlere karşın hakiki bir yuvadan nasıl mahrum kalındığını tartıştık. Mesele derinlemesine deşildiğinde aslında bütün bunlardan öteye insanın hâlâ bir evi olduğu kanısına varılabilir. İçine doğmasa da içine öldüğü bir evi hâlâ var insanın.
Etrafında kimsesi kalmasa da sonunda içine uzandığı bir evi var. Uzanırsın. İçin ısınmaz. Belki havadar da değildir. Çokça ıssızdır ve hatta buz gibidir, orada olmaktan korksa da insan, evi belki de orasıdır. Kapı zilinde olmasa da baş ucundaki bir taşta adın yazılıdır. O kadar da sana aittir hani.