Düdüklü tencere!
Daha düne kadar toplu iğneyi bile yurt dışından getirten birtoplumuz aynı zamanda. Geçmişten bugüne yazacak biricadımız, teknolojimiz yok gibi duruyor değil mi? Öyle değil işte.
Adı Dennis Papin. Fransız fizikçi olur kendisi. Aslında tıp eğitimi almış olmasına rağmen buhar makineleri yapmış, 1647’de başlayıp 1712’de son bulan hayatında çok sayıda buluşa imza atmıştır.
Eğer ilk denemesi başarılı olsa, yani yaptığı buharlı gemi, böyle bir makinenin rekabetinden ürken kayıkçılar tarafından parçalanmasa tarihe başka türlü geçmiş olacaktı. Yine de Papin’in 1707’de batan gemisi yüzyıl sonra yeniden ele alındı, 1803’te Amerikalı Fulton buharlı gemisiyle denizlere açıldığında, dünyanın taşımacılık teknolojisi için de yeni bir dönem başladı. Deniz savaşlarındaki güç el değiştirdi.
Neyse kayıkçıların sabotajına kurban giden Papin’e geri dönelim biz. Çünkü kendisi buharlı gemisi batırılan bir bilimci olsa da dünya kadınları ve aşçıların vazgeçilmezi olan düdüklü tencerenin mucididir. Bunu hiçbir düdüklü tencere kullanıcısı bilmez oysa. Anneme söylesem mesela, direkt hayır duası eder. Sormaz “kimdir” diye. Düdüklü tencere yapmış adam. Dua edilmez mi.
Kayıkçıların sabotajına kurban giden Papin, buharlı gemisi batırılan bir bilimci olsa da, dünya kadınları ve aşçıların vazgeçilmezi olan düdüklü tencerenin mucididir.
Biz paça çorbasını düdüklü tencereden sonra mı bulduk ondan emin değilim fakat 300 yıldır yemek pişirilen bu kaplar günümüzde çok gelişmiş olsa da yemekler hala icat edildiği teknikle kaynıyor. Annem ise yine de güvecin yerini tutmadığını söylüyor.
Bir tencerenin icadına neden bu kadar önem verdiğime gelince… Şöyle bir hızlı geçiş yapalım önce. Özellikle son 10 yıldır savunma sanayinde dünyaya hükmeden devletler ile boy ölçüşecek teknolojik geliştirmeler ve üretimler yaptık. Çok heyecanlıyız, fenikiyoruz adeta. Daha iyisini, daha fazlasını ve daha mükemmelini yapmak için çırpınan adamlarımız var. İsrail’in sattığı bozuk Heronlara, ABD’nin satmaya yanaşmadığı Prodatorlere naziremizi yaptık. Bayraktar İHA’yı diktik göğe. Havada bir de Atak yaptık. Bunlar 10 yılda oldu üstelik. Milli gemilerimiz de inecek yakında suya. Füze kalkanları dikilecek. Yerli otomobil sevdamız aşka dönüştü zaten. Hepsi çok güzel gelişmeler, kutlu doğumlar. Almanya’dan gelen eniştenin pilli radyosuna melül melül baktığımız günleri de unutmadık tabi.
Seviyoruz teknolojiyi. Çok iyi tüketiyoruz. Bakmayın siz ‘ayfon 7’ sırasına giren zamane gençlerine. Onların babaları da öyleydi. Ah ah, aşağı mahalledeki bakkalın 4 kapısı otomatik kilitlenen Şahin taksisini ziyarete giden insanların çocuklarıyız biz.
Daha düne kadar toplu iğneyi bile yurt dışından getirten bir toplumuz aynı zamanda. Geçmişten bugüne yazacak bir icadımız, teknolojimiz yok gibi duruyor değil mi? Öyle değil işte.
- Merhum Erbakan Hocamız, askerliğini 1954-55 yıllarında İstanbul’da İstihkâm Bakım Bölüğü’nde teğmen olarak, makinaların bakım ve tamiratları kısmında görevli olarak yapmıştı.
Her yıl Amerika’dan istenilen teçhizatın listesi yapılırdı. O yıl listeyi hazırlamak Teğmen Erbakan’a düştü ve bu liste Amerikan yardım heyetinin dikkatini çekti. Bir Amerikalı albay bu listeyi hazırlayan kişiyle görüşmek istediğini bildirdi. Okul Komutanı da Albayı alıp Erbakan’ın yanına getirdi. Albay, “Siz bugüne kadar Amerika’dan yardım olarak gizleme ağı, kürek sapı ve kazma gibi malzemeleri isterken bu sene iş makinalarının yedek parçalarının üretimi için torna tezgâhları istemişsiniz. Siz nasıl olurda bu tezgâhları talep edersiniz” şeklinde biraz da çıkıştı. Teğmen Erbakan, Amerikan ordusu kuruluş talimatnamesini açarak, “Bizim yaptığımız görevi yapan Amerika’daki aynı birliklerde bu tezgâhlar var, bizde niçin olmasın?” diye karşılık verdi. Amerikalı Albay söyleyecek söz bulamadı ve tezgâhlar geldi.
Kazma sapını Amerika’dan isteyen TSK, makine mühendisi Erbakan’ın girişimi ile yedek parça üretmeye başladı.
İşte o Erbakan’ın, Başbakan Yardımcısı iken 1975 yılında çıkarttırdığı kararnameyle kuruluşuna öncülük ettiği, Türkiye’nin ilk traktör ve dizel motor üreticisi TÜMOSAN, şimdilerde yerli tank projesi Altay’a dizel motor geliştiriyor.
Gelelim düdüklü tencere meselesine. Bizim bir de bir Nuri Demirağ’ımız var. Allah mekânını cennet etsin. 1957’de vefat eden Demirağ, Türkiye’de ilk uçak fabrikasını kuran, ilk sigara kâğıdı üretimini yapan, ilk yerli paraşütü üreten, İstanbul Boğazı üzerine köprü projesini çizen kişidir. Bu ülkede hem de yeni kurulmuş çulsuz bir devlette uçak üretmiş bir adamdır o.
Yaptığı uçakları kullanacak Türk pilotların yetişmesi için havacılık okulu bile açan ve 1943 yılında kadar 290 pilot yetiştiren Nuri Demirağ, 1936’da ilk tek motorlu uçağı üretir. Adı da ‘Nu.D-36’dır. 1938’de çift motorlu 6 kişilik yolcu uçağını yapar. THK’dan sipariş alır. 1941’de tamamen Türk yapımı ilk uçak İstanbul’dan Divriği’ye uçar. NuD-38, 1944’te dünya havacılığı yolcu uçakları A sınıfına alınır.
THK’nın siparişi olan ve son olarak İstanbul’dan Eskişehir’e uçan uçakların teslimi için Cumhurbaşkanı İnönü Eskişehir’de bir kez daha test uçuşu yapılmasını ister. Pilot Selahatin Reşit Alan, Nu.D- 36 uçağıyla iniş yaparken çevredeki hayvanlar havaalanına girmesin diye pistte açılan hendeği görmez ve içine düşer. Reşit Alan’in vefat ettiği bu talihsiz kazadan sonra THK bütün siparişleri iptal eder. Ayrıca uçakların yurt dışına satılamaması için bir de kanun çıkartılır. İspanya, İran ve Irak’ın verdiği uçak siparişleri de bu kapsamdadır. Haliyle sipariş alamayan fabrika 1950’li yıllarda kapanır. Elde kalan uçaklar ise hurdacıya satılır. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tüm baskılara rağmen fabrikaları açtırmaz.
Sonuç; Nuri Demirağ’ın uçak üretip uçurduğu fabrikalar İnönü tarafından düdüklü tencere imalathanesine çevrilir. Uçakların çelikten olan hurdalarında da yüzlerce düdüklü tencere yapılır. Ne kadar hazin değil mi? Toprağı bol olsun, Denis Papin 300 yıl önce düdüklü tencereyi icat etmese o fabrikalar uçak üretmeye devam edecekti belki de...