Bu karanlık çok karanlık
Sokak ve karanlık. Kuytu bir köşe, dolambaçlı yollar ve sokak lambaları. Köşede bekleyen kedi, caminin ışığı altında uyuklayan evsiz, karanlık sokağın en sonunda titreyen bir karaltı. Hareket ediyor gibi ama aslında etmiyor. Sallanıyor. Her şey kendi halinde. Tuhaf gecelerin anlamsız karanlığında bir kenara bırakılmış ve unutulmuş umut kırıntıları gibi bir sessizlik.
Karanlığın korku ile bir bağı var, bu kesin. Hele de sessizlik ile birleşince sahipsiz bir ürperti gelip konar yanı başımıza.
Gece vakti, karanlığın sessizlikle harmanlandığı saatlerde bir mezarlık yolundan yürümek yürek ister. Her cesaret sahibinin harcı değildir bu. Hem de kimsenin yoluna çıkmayacağını bilse bile. Derste öğrencilere sordum bunu; mezarlığın ortasına iki yüz lira bırakıyorum, gidip alabilen çıkar mı dedim. Kimse çıkmadı. Neden? Sebepsiz bir korku bu. Karanlık, sessizlik ve toprağın koynunda yatan ölüler. “Keşke dirilse ölüler, yitip giden sevdiklerimiz onlar.” dedim. Gündüz vaktinde bütün gözler korkuyla daha bir büyüdü.
Karanlıkta yürürken dilimde hep aynı dize; “Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.” ( Necip Fazıl)
Karanlığın sonu hep bir gizemi saklar içinde. Adı ne olursa olsun bilinmeyen bir hayal vardır ötelerde. İyice bastıran karanlık ve ayaklarımın altında eriyip giden kaldırımlar. Şiirin de karanlıktan beslenen bir yüzü var.
Karanlık ve şiir deyince Ahmet Hâşim’in silueti belirdi gözümde. Gündüzden daha çok akşamı, aydınlıktan çok karanlığı seven Hâşim, Nil kıyılarında herkesten kaçarken aslında kendi içine saklanma telaşından başka bir şey değildi yaptığı.
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde sema kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam! (Ahmet Hâşim)
Lise yıllarındaydım. Yani her şeyin anlamsız olduğu yıllar. Ya da anlam verme gereği hissetmediğimiz zamanlar. Sadece yaşamak vardı ve bunu başarmak için bir şehri karış karış gezmek bile yetiyordu bazen. Anlam aramaya ne hacet.
80’li yılların sonu. Her şeyin anlamını kendimiz verdiğimiz zamanlar. Aşktan çok kitaplara sarıldığım bir zaman dilimi. Meslek lisesinde olup da işi gücü şiir, edebiyat olan birkaç kişiydik herhalde. Kütüphanelerde kitap bırakmadan okuma yarışındaydık. Hem de sadece kendimizle yarış.
Boş zamanlarımda bir kasetçide çalışıyorum. Boş vakit ise staja gitmem gereken zamanlar. Ben kaynak makinasının yerine kitapları tercih etmişim çoktan. Müslüm Gürses çalıyor sürekli. Öyle derinden söylüyor ki sanki bir yer altı çağlayanı gürül gürül şehri kuşatacak. En çok da “Güldür Yüzümü” kaseti çalıyor. İşyerinin sahibi hiç değiştirmiyor kaseti. Bazen sesi açıyor, Çark Caddesi Kundakçıoğlu Pasajı Müslüm’ün sesiyle doluyor. Şarkılar geçiyor tek tek. Sıra Unutamazsın’a gelince birden her yerin havası değişiyor. Hava kararıyor, karanlık çöküyor. Bir aşık, hoparlörün dibine geliyor, öylece dalıyor kendi karanlığına.
Karanlık çökünce sokağınıza
Köşede ben varım unutamazsın
O mutlu günler hep gelir aklına
Sen beni ömrünce unutamazsın
Şarkı bitiyor. Gündüz oluyor birden. Kasetçinin önündeki evsiz, yalnızlığına daha bir sıkı sarılarak kalkıp gidiyor. Nerde gezer, ne yapar bilinmez, bu şarkı başlayınca gelip kıvrılıyor hoparlörün dibine. Dertli dertli dinleyip gidiyor. Karanlık gibi geliyor. Geldiği gibi de gidiyor.
Sessizlik başını alıp gitmiyor. Bakıyorum caddeye. Her yer karanlık. Sadece sokak lambalarının altı aydınlık. Bir Nerval şiiri kadar soğuk ve karanlık her yer.
Müslüm’den Nerval’e keskin bir geçiş yapmak şart. Bir yanda “Mektupları yırtıp attın diyelim / Resimleri bir bir yaktın diyelim / Bir mazi var onu nasıl sileyim / Sen beni ömrünce unutamazsın” diyen Müslüm; diğer yanda aşık olduğu kadını mutlu bir şekilde ailesi ile gören ve buna dayanamayıp kendini sokak lambasına asan Nerval. Karanlık çökünce sokağa, aşkının ardına düşen Müslüm ve teyzesine “Bu akşam beni bekleme, çünkü gece; kara ve ak olacak…” deyip karanlıkta, sokak lambasına kendini asan Nerval.
Karanlığı üzerime çekiyorum. Her şey ardımda kalsın. Acemi bir ürperti iyi gelecek tüm telaşlarıma. Ağır bir şarkı gibi ilerlesin akşam. Bu karanlık çok karanlık geliyor üstüme.