Bir suikast aracı olarak: Medya ya da Newsweek'in Türkiye düşmanlığı
Medyada ‘olay’, anlamı unutturan şeydir! Medya, kimse bir şey görmez oluncaya kadar veya ipucunu bile aramaz hâle gelinceye kadar binlerce haber yağdırır üstümüze: Hindistan’da raydan çıkan bir tren, Brundi’de bir katliam, Beyaz Saray’da skandal, Paris’te öldürülen yaşlılar… Bu felaket tufanı içinde bir bağ, bir anlam var mıdır?
Roger Garaudy-Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum
Aslında hikâyenin hiçbir yerinde en ufak bir değişiklik yok. Başlangıcından itibaren bu böyle. Hemen neredeyse tüm ‘şeyler’, ortaya çıkışından itibaren belirli bir ‘amaç’a matufturlar.
Bu amaç, söylenegeldiği gibi ‘yüksek insanlık idealleri’ falan da değil üstelik. Aslında burada da haklılar, amaç; yüksek insanlık idealleridir. Fakat devamlı ‘sık kullanılanlar’da duran o ‘yüksek insanlık idealleri’nin içeriğini de –dünyanın geri kalanını hayal kırıklığına uğratacak olsa bile– kendileri belirliyorlar. Dolayısıyla orada bize düşen bir yükseklik de, bir insanlık da yok. Biz o ‘ideal’in içinde değiliz yani. ‘Biz’ derken Türkleri ya da Müslümanları kastetmiyorum sadece. ‘Onlar’ dışında kalan her şeyi kastediyorum. ‘Onlar’ dışında kalanlar günün birinde ‘onlardan biri’ olabilir mi peki? Elbette hayır. ‘Onlar gibi’ olabilirler belki ama ‘onlardan’ olamazlar. Biraz karışık mı oldu?
‘Medya araçlarının asıl atılımını yapması, İkinci Dünya Savaşı’na denk geldi.’ cümlesi iyi niyetli bir cümledir. Denk falan gelmedi. Kendi doğasını reddedip, kendi türünü yok etmek isteyen barbarlık, kitlesel propaganda, algı yönetimi, ikna, yıldırma, korkutma, tedhiş etme gibi amaçları önceleyerek aklını buraya yatırdı.
O zaman Cins’in geçen sayısındaki Prof. Dr. Tahsin Görgün söyleşisini okumanızı rica edeceğiz. Açıklayıcı olacak çünkü. Yine de devam edelim; ‘Medya araçlarının asıl atılımını yapması, İkinci Dünya Savaşı’na denk geldi.’ cümlesi iyi niyetli bir cümledir. Denk falan gelmedi. Kendi doğasını reddedip, kendi türünü yok etmek isteyen barbarlık, kitlesel propaganda, algı yönetimi, ikna, yıldırma, korkutma, tedhiş etme gibi amaçları önceleyerek aklını buraya yatırdı. “Bize ne!” diyebiliriz. Ama radyo ve tv teknolojisinden tutun da internet teknolojisine kadar insanlığın iletişim konusundaki büyük atılımının arkasında ‘birleşik ve büyük Almanya’ düşünün sahibi, Hitler olduğunu bilmemiz gerekiyor. O olmasaydı, iletişim teknolojilerimiz bu kadar gelişemezdi, kabul edelim. O ve muarızları.
İnsanoğlunun gördüğü ilk dünya savaşında da durum aynıydı; grafik sanatı ve gazetelerin asıl atılım yatağı, savaşın bizzat kendisiydi. Bunları niçin anıyoruz burada? Şunun için; medya iletişim ve propaganda araçlarının ortaya çıkışının hikâyesi, amacı, niyeti oldukça net. Savaşan barbarların savaşta galip gelme arzuları. Bu amaçla icat ve inşa edildiği için, bu amaç dışında ya hiç kurgulanmadılar ya da bu amaç her zaman başat unsur olarak varlığını sürdürdü. Dünyanın en objektif, en iyi, en güçlü, en hızlı ve daha bir sürü bu çağın parlak ‘en’lerini dâhil edip de övebileceğimiz BBC mesela. Son tahlilde, ‘Tanrı Kraliçe’yi korusun.’ dan başka şarkı bilmiyor, bilmeyecek. Bu net. Bilmesinler, bize ne!
Buraya kadar olan kısımda herhangi bir tuhaflık yok. Adamların dükkânı, adamların kararı… Saygı duyulur ya da duyulmaz, bu da kişinin meşrebine ya da mezhebine kalmış bir şey. Biz duymuyoruz mesela. Neden? Çünkü başlangıçta ‘Batı’ ya da ‘Batılı’ denilerek bir yön, bir coğrafya, bir fikir atfı yapılan şey, medya iletişim araçlarının etkisiyle giderek artık ‘dünya’nın kendisi gibi paketleniyor. Bir tercih özgürlüğü de sunulmuyor size, zorunlu olarak alıyorsunuz.
Dünyanın en büyük ve en önemli sinema ödül müessesi Oscar mesela, orada dünyanın neredeyse altı buçuk milyarının alabileceği en yüksek ödül, ‘yabancı film’ dalı dışında bir seçeneğe yerleşemiyor. Ama diğer taraftan ürettikleri bütün değerlerin ve kavramların ‘evrensel’ olduğuna da inanmamızı bekliyorlar. Evren sensin, ödül de sana gelsin…
Sözü uzatmayalım diyorum ama söz uzuyor. Çünkü dert çok. Derdin çokluğu, gâvurun gâvurluğu değil. Gâvurluk yapsa da, gâvurun, ‘kendi’sinden kabul etmeyeceği gâvur adaylarının gâvurculuğu. Bakın gâvur deyince ‘onlar’ın yaptığı ve bizim kullanmak zorunda olduğumuz ‘word’ bize diyor ki, ‘Ne kadar kaba kelime.’ Elbette kaba. Onlara ne. Şimdi, normal şartlarda bu yazı ve bu satırlar da ‘Dünyayı biz ve öteki diye kamplara ayıran, marjinal bir yerden sürekli hamaset ve gerilim üreten, çağın gerçekleri ve modern insanın ulaştığı evreden uzak bir kabalık ve saldırganlık.’ diye paketlenecek.
- Başa dönelim, ‘Onlar’ın yapıp ettikleri her şeyi tüm insanlık adına ve ‘yüksek insanlık idealleri’ diye sunmalarını ciddiye alacak kimseler olacak. Kim onlar? ‘Onlar’ dediğimiz şeye bakarak, onlardan olmaya çalışan ama asla onlardan olamayacağını, belki sadece en fazla ‘onlar gibi’ olabileceğini hâlâ fark edememişlerdir.
Daha da açık söyleyelim: Batı’nın ve Batılıların ‘insani değerler’ diye paketlediği şey, gerçekten insani ve insanca değerlerdir ya da olabilir. Burada sorun yok. Sorun olan kısım, ‘insani’ diye kastettikleri tanımın içerisine sadece kendilerini alıyor olmaları bile değil. Asıl sorun, bunu ısrarla fark etmeyenlerin o ‘hastalıklı batı parantezine’ girmeye çalışmalarıdır. Üstelik ne yaparlarsa yapsınlar, gâvurlukta onlardan bile ileri gitseler yine de asla ve asla ‘onlardan’ olamayacaklarını fark etmiyorlar. Üç tez var bu paragrafta, üçünü de anlatmaya çalışalım; Bir:Batı’nın mesela sadece Suriye mültecileriyle olan ilişkisini düşündüğünüzde ‘nerede kaldı o değerler’ demeniz mümkün ki o değerler, sadece kendileri insan oldukları için, kendilerini kapsıyor. İki:‘Hastalıklı batı parantezi’ dedim ya ‘onların yaptığı word’ ifadesini boşa kullanmadım. Hitler mesela, çağı itibariyle insanoğlunun üretebildiği en yüksek teknolojiyi ortaya koymuştu, bugün bile hayranlık uyandıracak işler. Ne yapalım, saygı mı duyalım ‘büyük Yahudi soykırımı(!)’nın katiline? Üç: Çünkü ırkçılık, 21. yüzyıla sadece ve sadece Batılılar tarafından taşınmış bir hastalıktır.
Yazıdan memnun kalmayıp hâlâ başlığın gelmesini bekleyip, tüm bu konuştuklarımızın Newsweek’in Türkiye düşmanlığıyla ne ilgisi var diyecek olanlara da demeliyiz ki, Newsweek alt tarafı bir dergi. Konumuz elbette o değil. Ama tekrar edip hatırlamakta fayda var çünkü unutuyoruz. Batı’da genel olarak kitle iletişim araçları, özel olarak da yazılı ve görüntülü medya, günün sonunda sadece ve sadece ‘Batı değerleri’ni tehdit edenlere yöneltilmiş ya da yöneltilecek bir suikast silahıdır. Başkaca bir anlamı da yoktur. ‘Batı değerleri’ deyince de iyi bir şeyden söz etmiş gibi oluyoruz değil mi? O da, o araçlar sayesinde. Ama söz ettiğimiz şey, ‘ticarete atılmış ve kurumsallaşmış Hitler’den başka bir şey değil. Bugün, Amerika da, Avrupa diye belirtilen rezalet de bundan ibarettir.
- Toplayalım; hep söylüyoruz: Klişeler, asıl konuya dönmek için asıl araçlardır. İşte size doğrudan bir klişe, ciddiye alsanız da almasanız da hakikat; Batı’da medya, ortaya çıkışına da uygun olarak kendisinin ve temsil ettiği ilkeler dışında hiçbir şeye ve hiç kimseye yaşam hakkı bile vermeyecek bir barbarlıktır.
Size demokratikleşmenin, şeffaflaşmanın, eşitliğin en büyük taşıyıcısı gibi sunulmasına aldanmak istiyorsanız yapacak bir şey yok. Ayrımı fark edelim ama bu son tahlilde tamamıyla ‘araç’ın suçu değil, büyük oranda kullananın yorumu. Ve kullanan, ‘değişmek’ fikrinin oldukça uzağında. ‘İzleyen’e ‘Boş bulunup da aldanma!’ demek için var bu yazı. Ve elbette, parlak sloganlarına, ışıltılı reklamlarına, inandırıcı filmlerine, şefkatten yapılmış gibi verdikleri pozlara aldanmamak için ‘Batı’nın ve Batılıların hastalıklı iç dünyasını takip etmenin en etkili yoludur medya!’, demek için.
Üç tezi çok sevdim. Tekrar edelim:1) Batılılar dışında herhangi bir şeyin ya da kişinin ‘Batılı’ olabilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Şu kadarını söyleyeyim; Osman Kavala bile günün sonunda Batılı değildir ve olamaz ve asla olamayacaktır. 2)Batı’da medya, icadına ve yorumcularının tıynetine de uygun olarak Batı dışındaki herkese ve her şeye yöneltilmiş bir suikast silahıdır. Batı’nın Batı’daki eleştirmenleri dâhil… 3) Bunlar gerçekten hastalıklı bir zihne sahiptir. Konuşulamaz ve düzeltilemez… Önce onlara sahip oldukları ‘değer’leri sunan dini tahrif edip, sonra da o tahrif ettikleri dini bile kenara atan kafadan bahsediyoruz burada. Yani önce kendi eliyle put yapıyor, sonra onu da beğenmiyor. Sembolizm meraklısı, hasta ırkçılar…
Not: ‘Biz ve Öteki’ diye ayrım yapan bu barbarca tutumumuz dolayısıyla bizi kınayacak ve marjinal olmakla itham edecek olanlar varsa, onlara nezaket kurallarının da dışına çıkmadan ikna edici bir cevap verelim hemen: Sen mazursun gerizekâlı!