Bir Nuri Pakdil geçti bu dünyadan eğilmeden
Nuri Pakdil öldü. Ardında binlerce çelik, binlerce çiçek, binlerce merdiven bırakarak öldü. Hepimizin gideceği yere, asıl yurdumuza gitti. Gidişi mübarek olsun.
Şair, yazar, çevirmen Nuri Pakdil öldü. “Doğrudur; dizgi, düzelti yanlışı yok:” öldü. Son büyük ödevini de layıkıyla yaparak, hepimizin karşılaşacağı hakikati hepimize en sert şekilde duyurarak asıl yurdumuza gitti. Ölüm duygusunu hep cebinde taşıyan bir yazar olarak ‘ölüm’le tanıştı. Ses getirmiş büyük bir yazardı Nuri Pakdil. Farklı kuşakları ismi etrafında toplamayı başarmış bir muhalifti. Yazarak var olan bir adam için başlı başına vazifesini yapmış olduğunun ispatı olarak kavramlarını ve kelimelerini herkese duyurmayı başardı. Elde edebilecek olmasına karşın, dünyanın tüm iktidarlarını elinin tersiyle itebilmek bile başlı başına bir kahramanlıktır. Bu demir ve plastik çağının son gerçek kahramanlarından biriydi.
Ardında binlerce çelik, binlerce çiçek, binlerce merdiven bırakarak öldü. Hepimizin gideceği yere, asıl yurdumuza gitti.
Nuri Pakdil öldü. Ardında binlerce çelik, binlerce çiçek, binlerce merdiven bırakarak öldü. Hepimizin gideceği yere, asıl yurdumuza gitti. Gidişi mübarek olsun. Arif Ay’dan Hüseyin Atlansoy’a, Hasan Aycın’dan Rasim Özdenören’e, Hüseyin Su’dan Mevlana İdris’e, M. Fatih Yurdakul’dan Ahmet Edip Başaran’a, Asım Gültekin’den Sid Yavuz’a kadar pek çok isme, tek bir soru sorduk: “Nuri Pakdil ne anlama gelir?” Bu dosyamızda o var. Ve bir kez daha: Gidişin mübarek olsun Pakdil Usta!
Hüseyin Altınsay: Asil yalnızdı o
Asil yalnızdı Nuri Pakdil. Kendisinin oluşturduğu / kendisiyle ilgili oluşturulan granitten ya da çelikten bir yalnızlık kalesinden yani mitten çıkarak yalnız bir insan olmayı seçti. Bu tutumunu ben çok sevdim. Bir hayatı vardı -ki bu çok önemlidir- sözünün karşılığını bulmasında etkili oldu. Rabbim rahmetinde dinlendirsin.
Arif Ay: Yazı ve eylem adamı
Hayatı, sanatını aşan bir insan, Nuri Pakdil. O bir inanç adamıdır. O bir dava adamıdır. O bir yazı ve eylem adamıdır. Nuri Pakdil, yalnızlaşan çağımız insanını elinden tutarak ışığa, aydınlığa çıkarmaya çalıştı: “İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!” diyerek. O büyük sevdaların adamıdır. Onun düşünce ufku, başta Mekke, Medine ve Kudüs olmak üzere tüm yeryüzüdür. Tüm insanlık için yazdı. O, düşünce ve sanat kozasını sabırla, dirençle örerken, tüm yerli ve yabancı zorbalara, karasiyasa cambazlarına, emek sömürücülerine, insanı kendi karanlık ideolojilerinde boğmaya çalışan zalimlere karşı direnen bir insandı. Nuri Pakdil’i bir cümle ile tanımlamam istense, onun için şunu derim: Vicdanı sürekli kanayan adam. Bizi yüce Peygamber’e bağlayan bağı kopardıkları için kanar onun vicdanı.
O, dünyadaki kötülüklerin, yabancılaşmanın, çürüyüşün nedenini Tanrı’dan uzaklaşmada, Tanrı’dan kopmada görür ve insanı özgürleştirecek tek şeyin Tanrı’ya inanmak, buyruklarını hayata hâkim kılmak olduğunu vurgular. O, emek gibi, mülkiyet gibi, İslâm’ın bu temel kavramlarını en sahih, en aslî anlamlarıyla gündeme getirdi yazılarıyla, tiyatrolarıyla, şiirleriyle. Nuri Pakdil “Hiç dönmemiş bir partizan” olarak hep “altıncı yüzyılda durur” Onun için altıncı yüzyıl, aklını, bilincini, vicdanını mütemadiyen İlâhî Öğreti ile yoğunlaştırmaya çalıştığı yerdir. O, özgün bir sanatçı ve düşünce adamıdır. Onun düşünme biçimi, dil kullanımı, metin kurgusu yalnızca ona özgü ve başka örneği olmayan bir özelliğe sahiptir. Nuri Pakdil’in dile getirdiği düşüncenin geçmişte olması, o düşüncenin yeni bir biçimde ifade edilmesine engel değildir.
Sözgelimi, “İslam Düşüncesi” geçmişten bugüne çeşitli coğrafyalarda, çeşitli yazar ve düşünürlerce sürdürülegelmiş kadim bir düşünce sistemi ve düşünme biçimidir. Bu kadim ve evrensel düşüncenin günümüzde Nuri Pakdil’in kaleminden dünden bugüne ifade edilişinden farklı bir biçimde ortaya konur. İşte bu farklılığı sağlayan, düşüncenin özünden ziyade, ifade ediliş biçimidir. Yani, kullanılan dil ve metin kurgudur.
- O, insanın bilincine ve kalbine hitap eder. O, vicdansızlaşan çağın insanını, vicdanıyla buluşturmaya çalışan bir düşünüş biçimini ortaya koydu kitaplarında. Şirke teslim olmamış insanı aradı hep.
Hasan Aycın: Hatırası aziz olsun
Biz seksen öncesi kuşağız. Kendi aramızda Necip Fazıl’a “Üstat”, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve diğerlerine “Abi” deriz. Ortamımız dışında Necip Fazıl’a yine üstat, diğerlerine ise “bey” deriz. Necip Fazıl’a bey demeyiz, her daim üstattır o. Onun dışında sadece Sezai Abi’ye “Üstat” dedik, Nuri Abi’ye de “Usta.”Nuri Abi coğrafya bilincinin, Mekke’yi Medine’yi Kudüs’ü kalbimize, kalbimizi merkeze almanın ve çağa karşı çağı Müslümanca kuşanmanın ustasıydı bizim için. Selam olsun. Rahmet olsun. Hatırası aziz olsun.
Mevlana İdris: Usta
Türkiye’nin iki elifinden biridir. Asla ve daima kelimelerini somutlaştıran devrimci entelektüel derviştir. Nâtık-ı hâmuşanın pîrânındandır. Lailaheillallah derken Ali’nin,
Ömer’in Ebubekir ve Osman’ın safında, onlarla kolkoladır. Diri, ağır bir bilinci bir ömür ödünsüz taşıyandır. Kudüs ve Filistin’in yeryüzü sözcüsüdür. Rikkat ve bilinç medresesidir. Hayatını vererek inşâ ettiği klas duruş kulesinin keskin ışıklı feneridir. Söylediğidir, yazdığıdır. Onurumuzdur. Er kişidir. Nuri Pakdil’dir.
Hüseyin Su: Muhalif bir kavgaydı o
Bazı insanlar vardır ki herkes kendisinden bir şeyler görür ve bulur onda veya öyle olduğunu sanır, dahası buna inanır. Ne denli ayrı düzlemlerde durduklarını, yaşadıklarını ilk anda göremez, görmek istemez, toplum nezdinde de kendisini o insanın yanına yerleştirir. Çünkü o insan, bizim her zaman olmak isteyip de olamadığımızı olmuş, bizim düşünüp de söyleyemediğimizi söylemiş, bizim içimizde düğümlenip kalan, yutkunup durduğumuz öfkemizi, hıncımızı, kahrımızı, kederimizi, umudumuzu dile getirmiş ve bizim eğildiğimiz yerde eğilmemiş, bizim düştüğümüz yerde ayakta kalabilmiş, bizim uzlaştığımız yerde elini hiç vermemiş, kimsenin kirlenmiş elini tutmaya tenezzül etmemiş, herkesin karşıya geçtiği zamanda da mevzilendiği yeri terk etmemiş ve bizim duramadığımız kadar net bir ‘duruşa’ sahip olmuştur.
Bir anlamda bizim onurumuz, vicdanımız olmuş, diliyle veya kalemiyle alnımızdaki lekeyi silmiştir. İşte bu bağlamda Nuri Pakdil, bir insan olarak Türkiye’de kültür, sanat, edebiyat, İslâmî düşünce ve siyasa düzleminde yüz elli, iki yüz yıllık bir zaman dilimine bakıldığında örneğine pek rastlanamayacak muhalif bir imgeyi temsil eder. Kalemi bir inancının kavgasını verir ve sesi de aynı inancın öfkesini ifade eder. O, bu muhalif kavga ve öfke imgesini hayatı boyunca titizlikle kurmuş ve korumuştur. Dışarıdan bakılınca bu imgeyle çelişkili bir durum varmış gibi görünen son yıllarında, rahatsızlığı sürecinde yaşananları ise elbette kendi iradesinin dışında tutmak ve ayrıca değerlendirmek gerekir.
Bu imgenin içeriği her ne kadar yazı, sanat ve edebiyat yöntemi ve araç gereciyle tezahür etmiş olursa olsun, bu örnek, sadece bir ‘yazarlık’ imgesi ve öfkesinden ibaret değildi. Çünkü kendisi böyle görmedi ve son derece siyasa yüklü bir eylem olarak anladı ve anlattı bize. İnanan bir sanatçının, devrimci duruşunun ve adanmışlığının imgesi ve öfkesiydi bu. Bize düşense, onun şahsında tanık olduğumuz bu muhalif devrimci imgeyi yeniden yorumlayarak geleceğe taşımak ve yaşatmak olmalı.
Asım Gültekin: Sınır tanımaz cümleleri vardı
Nuri Pakdil Usta ile Kudüs’e gitmiştik. İlk indiğimizde havaalanına, yanında idim. “Bu topraklar bizimdi” cümlesi çıkmıştı ağzından.
Pakdil Usta’nın cümleleri kural sınır tanımaz cümlelerdir. Çok yazarın kavuşamayacağı bir özgür ifade alanı yaratmıştır kendisine. Cumhurbaşkanının yanında Türkiye özelinde firavundan lanetle bahsedebilmesi bu özgürlüğünün ve cesaretinin göstergesidir. Peygamber Efendimiz için açtığı “Büyük Önder” algısı tam da hadis-i şeriflere din adına pozitivist bir kafa ile savaş açıldığı bir dönemde özellikle işlenmeli, temel yaklaşımımız olmalıdır. Mekânı cennet olsun, çok sevdiği Resulullah Efendimiz ile haşrolsun inşallah.
M. Fatih Yurdakul: Hayata eyvallahı yoktu
Nuri Pakdil hayata eyvallah etmeyen, inandığını ve yazdığını yaşayandır. Zor insandır; yanaşabilirsen babacandır, cömerttir, sevimlidir. Anlayabilirsen örnek insandır, eğiticidir, yol göstericidir. Bakmayın siz son beş altı yılına... Önceki yıllarda topluma sunamadıklarını -acelesi varmış gibi- fuarlar, kültür programları, çeşitli etkinlikler, imza törenleri ve fotoğraf çektirmeler… Belki iki cümle sunarız diye... Nuri Abi uzun yıllar yeme içme konusunda birçok imkân ve fırsata rağmen adeta hep oruç tutar gibi yaşadı. Bir programda üst düzey bir bürokrat “parayı hayatınızdan nasıl attınız” diye sorunca, Gönül Abla’ya sor deme mecburiyeti hissettim. Uzun yıllar eski çevresinden uzak kalsa da sonradan öğreniyoruz ki hayli yakından takip etmiş hepsini.
Siyaset, “Bu güzel insanlar, toplum ve gençler tarafından tanınsın” deyince Nuri Pakdil de dâhil birçoğu ismen de olsa tanınır oldular. Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi amuda kalktılar programlarda, fotoğraf çektirmek ve imza attırmaktan öteye geçemedi ama bunlar… Tabii burada yakın çevresindeki arkadaşların ve yazarların yeterince aktaramayışlarının önemli rolü var. Bakarsınız ölümü sonrası kendini baskı altında hisseden arkadaşlar, birden ferahlayıp bir zemin oluşturup bu güzel insanların tiyatro, sinema, belgesel vs. çalışmalarını devletin bu yakın ilgisini de arkalarına alıp toplumu memnun ederler. Rabbim Hamle Dergisi’nden devrim selamı sürecine ulaşan Nuri Abi’ye rahmetini esirgemesin... Amin.
Ahmet Edip Başaran: Put kırıcı bir mümin
Nuri Pakdil adını ilk kez, on bir on iki yaşlarında babamdan duymuştum. Bir gün söz arasında babam, elinde okumakta olduğu Nuri Pakdil kitabını göstererek “Bu yazar artık kitap yayımlamıyor, insanlara, hayata küsüp susmayı tercih etti.” demişti. Nuri Pakdil adı bu sebeple bende tam da olması gerektiği gibi “sükûtla, suskunlukla” özdeştir. Bir yazarın sustuklarının da yazdıklarına dâhil olduğunu öğrenebilmem içinse ilk gençlik dönemlerini beklemem gerekecekti. Yirmi yaşında gençlik heyecanlarıyla dolu bir mektup yazıp göndermiştim Pakdil’e. Nezaket gösterip cevap yazmıştı. O mektubu, zarfı, kelimeleri özenle nasıl okşadığım dün gibi aklımda.
Pakdil bu sebeple benim için ilk elde bir gençlik ayaklanmasıdır. Bir isyan, bir aşk, bir sorgu, bir arayıştır. Önü sımsıkı iliklenmiş bir ceketle İstiklâl Caddesi’nde, sarhoş bir düşman askeri pervasızlığıyla değil, bir dua gibi, bir şiir gibi, bir medeniyet gibi yürümeye çalışmaktır. Bu benim Nuri Pakdil’im. Ya bizim için? Nuri Pakdil, kâğıttaki, kelimelerdeki ve sözlerdeki putları nasıl sileceğimizi bize öğreten adamdır. Ufukları ve hayalleri çalınmış bir ümmetin çocuklarına bir “bilinç aşısı” yapar sürekli. Dilinde Yunus’tan dizeler Paris’e inerken, İstanbul’u koşarken, Ankara sokaklarında devrimci yürüyüşler yaparken insanın o bitmeyen sorgusuyla doludur hep.
Sorgu, insanı sömüren ideoloji parazitlerine karşı bir kale gibidir onda. Sorgu yoksa ne hayat vardır ne de inanç. İnsan, “Pakdilce”de yürüyen bir ayettir. Bıkıp usanmadan o ayetten parçalar okur. Onun sözlüğünde insan arayışın, adanışın ve bağlanışın merkez üssüdür: “İnsan, seni savunuyorum sana karşı!” Söz ve eylem, yazmak ve yaşamak onda cem olup bir derviş hünerine dönüşür. Öfkeli bir derviştir ama. Tarihi, dili ve kimliği ters yüz eden zihniyete karşı kinle yüklüdür. Onların bir “küfür” gibi kullandığı dili alıp secdeye götürmesini de bilmiştir Pakdil. Bu sebeple sürekli cümleler kurar, onların cümlelerini bozmak için. Her kelimesi, sonsuzu selamlayan bir ruh savunmasıdır. Bizim için Pakdil, dayatılanın muzaffer bir inkârcısıdır. Put kırıcı bir mümin, dertli bir muvahhid, kartal bakışlı bir şahittir. Ruhu şâd olsun…
Sid Yavuz: Suskunluğu bir duruştu
Nuri Pakdil’in pörsümüş insan ilişkilerine bir reddiye olarak suskunluğa çekildiği 13 yılın sonunda yayımladığı ilk eseri Sükût Sureti’nde çıktığında bir radyoda çalışıyordum. İlk gençlik yıllarıydı. Onun suskunluğunu bozması ile peş peşe gelen kitapları sarsıcı bir etki bıraktı üzerimizde. Salt bir edebiyat değildi ondaki. Bir duruştu, bir hayat tarzıydı. Onun sesini böylesi sahih kılan membaı da anmalıyız. Edebiyat dergisinin kuruluşunun yegâne gayesi olan “Sanatla girdi ülkemize yabancılaşma yine sanatla kovulacaktır” sözünün sahibi Fethi Gemuhluoğlu.Pakdil’in ona olan rabıtası. Genç yüreklerimizde devrimci çarpıntılar yaşıyorduk.
İlk yazılarımız, hatta dostluk ilişkilerimiz bile ondaki sahihlik ve yakınlığa doğru evriliyordu. Radyoda bir program yaptık. Nuri Pakdil ve süren uzun yürüyüşü. Mürsel Ağabey Gebze’ye Harem minibüsüyle gelip ustayı anlatmışlardı. Beş kuruş para almadan. Şu yanlışa da çok düşülüyor. Sahih bir duruş edebi bir başarı olarak nitelendirilebilir mi? Nuri Pakdil de duruş ne kadar sahih, yeni ve sarsıcı ise ortaya koyduğu metinler de aynı hususiyettedir. Müslüman genç edebiyatçılar, çağın buhranları, benlik çekişmeleri, yeni yetme sancılardan kendilerini onun çağırısı ve eserlerine sığınarak çekip alabilirler. Çünkü onun yazısı ve yaşamı hiçbir zaman ağıta, bunalıma ve miskinliğe eyvallah etmedi.
Rasim Özdenören: Her şeyden önce bir tavır adamıydı
İlkin Cahit Zarifoğlu (1987), ardından Akif İnan (2000), ikizim Alaeddin Özdenören (2003),Erdem Bayazıt (2008)… Nihayet Nuri Pakdil: 18 Ekim 2019, Cuma, saat: 13.10… Edebiyat ve düşün dünyamız çok yönlü bir yazarını ve renkli ve cerbezeli bir kişiliği yitirdi…
Onu anlamak için onun diline aşina olmak başta gelen ilkelerden biri sayılmalı. Ayrıca onun kişiliği ile ilgili ipuçları da okurun elinde bulunmalıdır. Sıradan bir okur, onun herhangi bir kitabını sıradan bir kitap diye okumaya başlarsa, korkarım hüsranla karşılaşabilir. Onun kişiliği ve duruşu ile ilgili bir ön hazırlık yapılmadan bu metinler ya anlaşılmaz olarak kalır veya en yalın hâliyle yanlış anlaşılmaya hükümlü olur.