Bir direnme yöntemi olarak sinema
Resmi tersinden okutan, Hollywood’a rağmen direnen ve coğrafyasına umut veren, küresel politikaları işlemez hâle getiren bir sinema var mıdır? Öyle bir ülke olmuş mudur? Bence cevap EVET!
Sinemanın etkisine dair yazılmadık metin kaldı mı, bilemiyorum. Bu yazacaklarıma dair daha önce kalem oynatan, söz söyleyen olduysa haberim yok. Fakat sinema üzerine kafa yormaktan kafam ağrımayınca, kendimi kötü hissediyorum. Bir süredir sinemanın küresel politikalara etkisi üzerine tefekkür hâlindeyim. Elbette yeni bir şey değil. Sinemanın kitle iletişim aracı olarak varlığını gösterdiği ve yanı sıra sanat dalı olduğu iddiası dillendirildiği dönemden bu yana bir asır geçti. Yani sinemanın nasıl bir güç olduğu herkesin malûmu. Peki, ülkelerin yönetimine ve sosyal mekanizmalarına müdahale etmeyi âdet hâline getirenlerin, sinema sebebiyle bunu başaramadığı olmuş mudur? Sinema katkısıyla küresel politikaların yürüdüğü Hollywood özelinde çokça dile geldi. Doğrudur da...
Ülkelerin yönetimine ve sosyal mekanizmalarına müdahale etmeyi âdet hâline getirenlerin, sinema sebebiyle bunu başaramadığı olmuş mudur?
Hollywood, ABD’nin temsil ettiği küresel kültür politikalarının taşıyıcısıdır (hatta ABD’yi aklama projesidir). Kültür politikasının oluşturulması da sosyal hayatın ve hatta politik manzaranın resmedilmesinin önemli aşamalarından biri... Resmi tersinden okutan, Hollywood’a rağmen direnen ve coğrafyasına umut veren, küresel politikaları işlemez hâle getiren bir sinema var mıdır? Öyle bir ülke olmuş mudur? Bence cevap EVET! Soğuk savaşın son demlerinin ve soğuk savaş sonrasında ABD’ye lazım olan düşman profilinin taşıyıcısı şüphesiz İran oldu. “Fundamentalizm”, “terör” ve “medeni dünyanın düşmanı” nitelemelerinin “yakışıklısı” olması için üzerine en çok oynanan ülke İran oldu sanırım. 2001’deki 11 Eylül saldırıları sonrası bu mihenk biraz kaydı. El Kide ve Taliban, yeni düşman formülünün en güzel yaşatıcısı oldu.
İran bu dönemde belki biraz rahatladı. Ancak bu döneme kadar İran’ın hedefe alınıp yeni kurgular işlenmediği zaman yoktu. Hollywood, İran’daki Molla yönetiminin ne kadar “gerici” ve “yobaz” olduğuna dair insanların ikna olması için elinden geleni yaptı. Öyle ki insanlar neredeyse İran’ı bu filmlerden tanır olacaktı. Olamadı! Çünkü İran’ın da sineması vardı… İran filmleri, Hollywood’un da küresel güçlerin de tahayyül edemeyeceği oranda dünyayı dolaştı, dolaşıyor. 1979’daki İran İslam İnkılabı sonrası herkes, sanatkârların İran’dan çıkacağını, ülkede sanat namına bir şey kalmayacağını ve içine kapanık bir ülkenin dönüşeceğini öngördü. Oysa öyle olmadı. Yönetim, sinemaya -beklenmeyen şekilde- önem verdi. Sinemayı yasaklamadı. Aksine destekledi. Yarı resmi kurumlar oluşturdu. İslami İrşad ve Kültür Bakanlığı oluşturuldu. Sinemaya ekstra önem verildi.
İran yönetiminin sinemaya önem vermesi, sinemanın tebliğ aracı olabilme gücüydü. Mesele de buydu. Sinemanın gücünün farkında olmak. Ülkede yeni yönetimle beraber oluşturulan ortam ve baskı politikaları elbette sinema üretiminde de vardı. Bir film çekmek istiyorsanız senaryonuzu ilgili kurumlara onaylatmak zorundaydınız. Hâlâ öyle. Bu başlı başına bir sansür kuruluydu. Öyle de işlev gördü. Ancak İranlı sinemacılar bu sansürü aşmayı başardı. Evet, yönetim sinemaya önem vermişti. Ancak -tabii kitahayyül ettikleri, bugün İran Sineması dediğimiz manzara değildi.
- Propaganda yapan, resmi ideolojiyi işleyen çalışmalar hedeflediler. Hakiki sinemacılar ise “surda açılan bu gedik”ten çıkışı gördüler. Sinema yaptılar. Sansürü aşacak yöntemler geliştirdiler. Doğrudan, manipülatif ve propagandist eleştiri değil; dolaylı, imgesel ve duygulu tenkit yöntemini seçtiler. Bunu form olarak yansıttılar. Başardılar.
İran Sineması, bu sayede İran Sineması oldu. Peki, bunun küresel politikaların uygulanmasına mani olma işleviyle ne alakası var? Sudan örneğiyle gidelim... Agaçlardan Bahsetmek (Talking About Trees), Sudan’da geçtiğimiz sene çekilmiş bir belgesel. Ömer el Beşir’in askeri darbe ile iktidara el koyması öncesi sinema eğitimi alan birkaç gencin, seneler sonra (yaşlandıklarında) ülkelerinde film gösterimi yapmak için harekete geçmelerini ve başlarına gelenleri anlatıyor. Sudan’da sinema yasak değildir. Ancak üretim imkânları ortadan kalkmış, devlet desteği sıfırlanmış, sinema salonları kapanmıştır. İnsanlar kıt imkânlarla, internetten film izlemektedir. Artık kullanılmayan bir sinema salonunu yeniden düzenleyip gösterim yapmak istemektedirler. Başardılar mı, başaramadılar mı, çok mühim değil.
Bizi ilgilendiren kısmı şu; sinema kadar etkili bir aracı kullanmak yerine yok sayan bir yönetim, kendisini eleştiren bir sinema çalışmasıyla dünyada tanıtılıyor. “Bize ne” diyebilirsiniz. Öyle değil. Siz sinema ve benzeri araçları kullanıp kendi küresel resminizi çizmezseniz, bunu başkaları yapar. Afganistan ve Irak özelinde Hollywood, bütün dünya halklarının zihnine bir intiba kazıdı. Bu ülkelerin yönetimleri (ve elbette halkları) yobazdı. Medeni dünyadan çok uzaktı. Demokrasiye ihtiyaçları vardı ve “demokrasi meleği” ABD’nin yardımı gerekliydi. Bütün dünya kamuoyu buna inandı. Sonuçları biliyorsunuz. İran için de Hollywood’un benzer çabası vardı.
Kısmen etkili de oldu. Ancak panzehiri hesap edemediler: İran Sineması. Afganistan dediğimde zihninizde canlanan resim nedir? Hollywood filmlerinden ne kaldıysa (Sosyal medya ve yeni iletişim araçlarının son dönemdeki etkisi hariç)...Irak dediğimde zihninizde canlanan resim nedir? Hollywood filmlerinden ne kaldıysa (Sosyal medya ve yeni iletişim araçlarının son dönemdeki etkisi hariç)...İran dediğimde zihninizde canlanan resim nedir? İran filmlerinden ne kaldıysa... Diğer taraftan... Dünya festivallerinin “alıcısı” -sinefiller dışındakimlerdir? Entelektüeller, politikacılar, kanaat önderleri, bilim adamları, sanatkârlar... Bu insanların zihninde oluşan İran profili, İran filmlerindekidir. Hollywood değil... Hâliyle, küresel sistemin Hollywood eliyle manipüle etme becerisi burada işlemedi. Panzehiri İranlı sinemacılar sonuna kadar kullandı.
Bütün bu manzara, İran sinemasının, İran üzerindeki politikalardaki etkilerini yeniden düşünmemizi gerektiriyor. Afganistan’da başardılar... Irak’ta başardılar... Mısır’da başardılar... Sudan’da da oldu... Suriye’deki durum ortada... İran’ın etrafındaki neredeyse bütün coğrafyada bu olurken, doğrudan hedef tahtasında bulunan İran’da neden başaramadılar? Elbette Şia inancının, devlet geleneğinin ve daha birçok içsel argümanın etkisi var. Fakat bütün bu başlıklar arasına sinemayı da koymalıyız.
- Dünya kamuoyunda, İran kanaatinin belirlenmesi noktasında küresel sinema endüstrisinin yalnız olmaması (İran’ın bu silahı kullanması), gelinen noktada kesinlikle etkili. İran yönetiminin maksadı bu değildi elbet...
Ancak sanat da budur zaten. En girift ve karanlık ortamlarda bile çıkış sağlar. O hâlde şimdi ülkemizi düşünelim... 10-15 yıl öncesine kadar Türkiye,Gece Yarısı Ekspresi ülkesiydi. Küresel organizasyonlar için paha biçilmez bir etki yapmıştı. Neden sonra Türk sineması güçlendi, kendini ifade eder vaziyete geldi, durum değişebilecek hâle geldi. Peki, geldi mi? Hele kültürel iktidar tartışması... Düşünmemiz gereken bu... Bu denli etkili bir araç olan sinemanın, devlet, kapital ve halk ne kadar farkında? Yeter mi?