Ben Ukrayna'dayken...

MEHMET ŞEKER
Abone Ol

Dadaş Muhsin’e bir ülkede yabancı biri olarak iş yapmanın zorluklarını sordum. Bir dokunuşa bin ah geldi. Hiç de kolay değilmiş. Dinlerken güzel de o sıkıntıları yaşamak hiç çekilir gibi görünmüyor. Çaylar geliyor, kahveler geliyor, fakat maceralar bitmiyor…

Çay bahçesinde otururken, ön tarafa gemi gibi bir araba yanaştı. Yabancı plakalı. İçinden bizim Dadaş Muhsin indi. Ukrayna’da yıllardır. Görmeyeli çok zaman olmuş. Sarıldık, buyur ettik. Oralarda ne iş yaptığını sordum. “Bir fabrikaya girdim, çalışıyorum.” diyecek sanıyordum. Meğer bizimki Ukrayna’da iş adamı olmuş. Büyük bir yer kiralamış. Lüks bir lokanta açmış. Arazi geniş olduğu için, içinde oyun parkları, eğlence alanları ve bungalov dedikleri türden ahşap kulübelerden yapmış.

Bir kadın savcı vardı, her hafta sonu gelir, yer içerdi. İkramımız olsun, derdik, kesinlikle kabul etmez, hesabı öderdi.

İşler tıkırında görünüyor. Dadaş Muhsin’e bir ülkede yabancı biri olarak iş yapmanın zorluklarını sordum. Bir dokunuşa bin ah geldi. Hiç de kolay değilmiş. Dinlerken güzel de o sıkıntıları yaşamak hiç çekilir gibi görünmüyor.

Çaylar geliyor, kahveler geliyor, fakat maceralar bitmiyor:

“Bir ara o tesisin haricinde bir de sağlık sektöründe pazarlama işine girdik. Orası kendi hâlinde yürüyor nasılsa. Müdürü var, personeli var, belli bir zaman sonra başında devamlı durmanın da anlamı kalmıyor. Ara sıra uğramak yeterli. Kalan vakitte pazarlama işi cazip göründü. Bir arkadaşla ortak işe giriştik. Bir gün bir şehre gittik. Bize uzak bir yerdi.

“Abi, son yıllarda hakikaten işler çok değişti. Eskisi gibi değil. Tamam, oraya göre kazancımız iyi, ama dövize çevirince çerez parası gibi bir şey ediyor. Kıymeti yok. E ben hep orada kalacak değilim ya…


Gece yol yaptık, gideceğimiz şehre sabah erken vakitte vardık. Yolda polis gördüm. Adresi ona sorayım dedim. Açık bir yer yok çünkü. Sabahın altısı. Gayet iyi karşıladı. Kibarca tarif etti. Buradan dönün, şu tarafa gidin, oradan sağa sapın dedi. Dönüşü yaptık, zırt diye durdurdu. Ceza kesmeye kalktı.

‘Sebep?’

‘Burada dönüş yasağı var.’

‘İyi de sen buradan dön dedin.’ Başladık tartışmaya. Hata bende işte. Niye tartışıyorsun elin polisiyle. Yazsın cezayı, kaç paraysa ödersin. Fakat Dadaş’ın tepesi atmış bir defa. Avlanmış tavşan gibi hissettim kendimi. Ceza yazamazsın, dedim. O da horozlandı:

‘Buradan dönemezsin…’

‘Niye dön dedin o zaman?’

Aynı zamanda fena hâlde tahrik ediyor. Alaycı davranıyor, bir harekette bulunmam için ne gerekiyorsa yapıyor. Ben sabrediyorum. Elime koluma hâkim olmanın gayretindeyim. Karşılıklı bağrışırken, bir ara aşağıdan bir tekme savurdu bana. Sen misin vuran? Ben de kaldırdım yumruğu suratına patlattım. Arabadaki diğer polis geldi. Merkezden başka polis de çağırdılar. O arada beni tutup yere yatırdılar, kelepçe vurdular. Daha beter sinirlendim. Yanımdaki çocuk, üniversiteyi orada okumuş, senelerdir orada, dili benden daha iyi biliyor. Fakat hiç karışmıyor. Yan tarafta titreyip duruyor. Aldılar karakola götürdüler. Nezarete atarken saat, kemer, telefon, ne varsa üstümdekileri aldılar. Bir telefon edeyim diyorum, olmaz diyorlar. Savcı görsün, sonra… O delikanlıyı çağırıyorum, ‘Oğlum bizim müdürü arasana.’ diyorum, çocuk pısmış kalmış. O dış kısımda serbest ama çok korkmuş durumda. Uzaktan bana bakıyor. Sonunda razı ettim, harekete geçti, müdürü aradı. Benim söylediklerimi ona tekrar etti. Müdür hemen bazı yerleri aramış. Az sonra polisler yelkenleri suya indirdi.

Penceredeki sarı ışık
Cins

‘Yahu arkadaş, senin madem böyle önemli mevkideki adamlarla ahbaplığın var, niye bunu baştan söylemedin?’ diyorlar. Bizim lokantaya hep seçkin müşteriler gelir. Beni de hepsi iyi tanır, severler. Çünkü bir yamuğum yok. Her şeyim kitaba kanuna uygun. Zerre kadar kusur bulunmaz. Azami dikkat ediyorum daima. Yetkili komiser geldi, şikâyetçi olmazsan çok memnun oluruz, dedi. Seni hemen bırakıyoruz deyip kapıyı açtılar. ‘O polis buraya gelsin, yoksa gitmem.’ dedim. ‘Şikâyetçi olmayacaksan, getirelim.’ dediler. Az sonra polis geldi. O horozlanan herif gitmiş, süklüm püklüm hâlde bir tavuk gibi yaklaştı. ‘Bak,’ dedim. ‘O tekmeyi savurmayacaktın. Yanlış yaptın. Vurduğun yerde kan pantolondan taştı. Sonra yere yatırıp kelepçe de takmayacaktın. Tartışsak da sonunda bir şekilde anlaşırdık. Sen cezayı her durumda yazar gönderirdin, ben de yoluma giderdim. Çok yanlış yaptın. Orada yumruk atarken etrafta kimse yoktu. Bak burada, herkesin gözü önünde, şimdi bir yumruk daha geliyor.’ der demez bir tane patlattım. Hıncımı aldım.”

  • “Yahu,” dedim Muhsin kardeşime, “Sen de yaman davranmışsın.”
  • Çaylar kahveler devam etti.
  • Acıkanlar oldu, atıştırmalık bir şeyler de geldi.
  • Muhsin dolu. “Bu kadar değil,” dedi. “Daha ne hikâyeler var bizde.”

Bazen “Orada bizim durum şöyle, işler böyle…” diye söze başlarken, bazen de “Bizim orada…” diye başlıyor. İyice benimsemiş orayı. Bu ayrıntıyı yakalayınca, ben de özellikle “Sizin orada şu nasıl, bu nasıl?” diye soruyorum:

“Önemli kişiler dedin, kimler var mesela?”

“Üst kademeden yöneticiler çoğunlukla.”

“Ee, sonra?”

Sonra bindik arabaya giderken bizim delikanlıya dedim

Meğer bizimki Ukrayna’da iş adamı olmuş. Büyük bir yer kiralamış. Lüks bir lokanta açmış.

“Niye öyle kenarda durdun da bir telefon etmekte bile zorlandın?” ‘Ne bileyim abi,’ dedi, ‘Ben hiç böyle bir şey görmedim. Ne gördüm, ne duydum. Sanıyordum ki bizi içeri tıkacaklar, on sene çıkamayacağız. Ödüm koptu.’”

Üst kademe dedikleri hakikaten en üst imiş. Valiyle ahbaplığından bahsetti Muhsin.

“Bizim orada tesislerden para toplarlar. Bakım evine, çocuk yuvasına, hayvanat bahçesine. Avrupa’nın en büyük hayvanat bahçesi oradadır. Fakat son yıllarda sıkıntılar arttı. Ülkenin durumu bozuldu. Rusya bastırıyor. Fena oluyor. Ben orada bir dernek de kurmuştum. Birlik içinde olalım, dayanışma içinde olalım, diye. O çalışmalar sırasında da birçok yetkiliyle samimi olduk. Bazen çocukları alıp gidiyoruz hayvanat bahçesine. Bir bakıyoruz ki geçen seneki hayvanların bazıları yok. Ne olduğunu soruyoruz, ‘öldü’ diyorlar. Yahu hayvan niye ölsün? Bakımsızlıktan, gıdasızlıktan. Para yetmiyor.

Bir gün arkadaşları topladım, üç dört kişi çıktık valiye. Dedim, ‘Böyle olmaz.’ ‘Ne yapalım, sıkıntıdayız.’ dedi. ‘Kolayı var,’ dedim. ‘Bizim gibi büyük tesislerden her akşam bir sürü yemek artığı çıkıyor. Bir kamyonet ayarlayın, her akşam toplasın onları.’ Vali, ‘Ben de bunu düşündüm,’ dedi. Fakat riski var. Böyle bir uygulama bazı Avrupa ülkelerinde yapılmış, ama içine cam karışmış, hayvanlar ölmüş.’ ‘Doğrudur da yiyecek bulunmazsa, kesin ölüyorlar zaten. Cam bardak vs için özellikle dikkat edilir. Ayrı bir yerde toplarız. Yiyecekleri verirken de titiz davranılır, yürür gider. Yazık hayvancıklara.’ dedim. Valinin kafasına yattı. Gün aşırı gelmeye başladı kamyonet. Hayvancıklar açlıktan ölmekten kurtuldu. Valiyle böylece yakınlık oluştu. Artık bizden para almaya da gerek kalmadı.”

  • “Ne iyi etmişsiniz.” dedik.
  • Tam hesabı isteyecektik, Muhsin sözün ucunu bırakmadı.
  • “Daha neler neler abi…” diyerek, yeni bir maceraya başladı.
  • Bunca yıl, çok şey yaşamış tabii.
  • Dedi

“Sadece vali değil, savcıyla da hâkimlerle de aramız iyiydi. Bir kadın savcı vardı, her hafta sonu gelir, yer içerdi. İkramımız olsun, derdik, kesinlikle kabul etmez, hesabı öderdi. ‘Eğer makul bir indirim yaparsan, kabul ederim,’ derdi. ‘Daha fazlası olmaz. Bizim vazifemiz bunu gerektirir.’ Saygı duyardım. Dediği gibi indirim yapar, ücretini alırdım. Yüzde yirmi. Derken bir gün bunun tayini çıkmış. Yerine yeni bir savcı gelmiş. O da bize bir yazı göndermiş. Her tesisten kafasına göre bir meblağ istiyor. Ben o yazıyı çekmeceye atmıştım, unutmuşum. Yatırmadım. Az da değil, dört bin avro civarı ediyor. O karakol meselesini hâllettik, işimizi tamamladık, teslimatı yaptık, mekânımıza döndük. Dediler, ‘Savcı adam göndermiş.’

‘Eee?’

‘Para istiyor.’

‘Kimmiş onlar?’ dedim, masayı gösterdiler, gittim yanlarına. Hoş geldiniz, beş gittiniz.

‘Nedir mesele?’

Dediler, ‘Biz size yazı göndermiştik, hesap numarası vermiştik, yatırmamışsınız. Onu tahsil etmeye geldik.’

‘Yahu böyle şey mi olur? Nedir bu? Nereye gidecek bu para? Yaşlı bakım evine mi, çocuk yuvasına mı, hayvanat bahçesine mi? Söyleyin bilelim. Haraç mı istiyorsunuz? Mafya mısınız siz? Ne parası bu?’ diye diklendim tabii. Onlar da şaşırdı epey. Hiç böyle bir şey görmemişler. ‘Ödeyeceksin.’ dediler. ‘Ödemeyeceğim.’ dedim. ‘Burayı başına yıkarız.’ dediler. İyice asabım bozuldu. ‘Demek bir de tehdit ediyorsunuz!’ diye ayağa kalktım.

Arkadaş, her şey üst üste mi gelir? Geldi mi geliyor işte. Daha dün karakoldan çıkmışız. Şunların yaptığına bak.

‘Ne yaparsınız, nasıl yıkarsınız başıma?’ dedim.

‘Buraya itfaiyeyi, polisi, sağlıkçıları herkesi yığarız. Mekânı kapatırız.’

Polisler geldi, dedikleri gibi sağlıkçıları da takmışlar peşine.

Bizim delikanlı yandan yandan bakıyor. Çekingenlik gitmemiş. Bu sefer yandık diye düşündüğüne eminim. Artık mekân da kapanırsa, bizi kesinlikle sınır dışı ederler diye düşünmekteymiş, sonradan anlattı.

Dedim ki ‘Elinizden ne geliyorsa deneyin. Şimdi çıkın gidin.’

Açıkça defettim herifleri.

Vali arıyor. ‘Hayrola?’ dedi, ‘Senin oradan geçiyordum, ortalık karışık. Yangın mı çıktı?’ ‘Yok,’ dedim, ‘Ufak bir sıkıntı var da.’ Bizim konsolosu aramamı tavsiye etti. ‘Yok,’ dedim, ‘Biz aramızda hâllederiz.’


Hakikaten az sonra kapının önüne bir sürü itfaiye aracı geldi bağıra bağıra. Orada itfaiye çok önemli bir kurum. Kral gibiler. Polisler geldi, dedikleri gibi sağlıkçıları da takmışlar peşine. İçeride sekiz on masa müşteri vardı. Her zamankilerden çoğu. ‘Siz de dışarı çıkın.’ dedim. Onlar kalmak istediler. ‘Şahitlik ederiz, her şeyi gördük, sen haklısın.’ dediler. ‘Yok,’ dedim, ‘Sizin de başınıza bir şey gelmesin. Belli ki iş büyüyecek.’

Hesap da almadım onlardan. Ön kapıyı kapattım. Kilitledim.

Personel de çok gerildi. Hepsi korktu işimizden olacağız diye. ‘Merak etmeyin,’ dedim. ‘Sizi mağdur etmem.’

Müdür üzülüyor. ‘Seni sınır dışı ederlerse ne olacak?’

‘Ne fark eder?’ dedim. ‘Zaten işler yavaş. Ha onlar kovmuş, ha ben gitmişim.’”

Dadaş, anlatırken o ânı yaşıyor.

“Niye öyle düşündün ki?”

“Abi, son yıllarda hakikaten işler çok değişti. Eskisi gibi değil. Tamam, oraya göre kazancımız iyi, ama dövize çevirince çerez parası gibi bir şey ediyor. Kıymeti yok. E ben hep orada kalacak değilim ya… Personeli de arka kapıdan gönderdim. Kahvemi aldım, masaya oturdum. Camlar siyah. Ben onları görebiliyorum, onlar beni göremiyor. O sırada telefon çaldı. Vali arıyor. ‘Hayrola?’ dedi, ‘Senin oradan geçiyordum, ortalık karışık. Yangın mı çıktı?’ ‘Yok,’ dedim, ‘Ufak bir sıkıntı var da.’ Bizim konsolosu aramamı tavsiye etti. ‘Yok,’ dedim, ‘Biz aramızda hâllederiz.’ ‘Olur mu öyle şey? Sen bir konuş.’ dedi. ‘Şimdi ben arasam şık durmaz.’ dedi. Ben böyle bir mesele için konsolosu devreye sokmayı kendime yakıştıramadığımı söyledim.

Az sonra valilikten iki arabayla adamlar geldi kapının önüne. Ne oldu, ne bitti dışarıda bilmiyorum ama biraz sonra süt dökmüş kediye döndüler. O efelenen tipler, kuyruğunu kıstırıp birer birer uzaklaştı. Hakikaten vali oradan geçerken mi gördü, yoksa bizim müdür mü telefon edip haber verdi, bilmiyorum. Müdürün çevresi iyidir, istihbarattan, emniyetten, her kesimden dostları vardır. Onlarla zaman içinde ben de tanıştım, dostluklar kurduk. Dürüstçe çalışınca, kanuna aykırı hareket etmeyince, adamlar hürmet gösteriyor.

“Vallahi bravo!” dedim bizim Dadaş’a. “Herkes bu kadar cesur davranamaz.”

“Abi niye korkayım ki? Niye durup dururken rüşvet vereyim ki? Kanun var, nizam var. Eh bende de biraz sinir var. Dayanamıyorum haksızlık görünce.”

Aslında öyle olmak bir meziyet. Haksızlık karşısında cesur davranmak herkesin harcı değil. Fakat bazen başı derde girebilir insanın.

Kalkmaya hazırlanıyorduk. Hesabı istedik. Dadaş, “Abi daha neler var…” demesin mi?

Banktaki ihtiyar
Cins

“Bundan ötesini sonraya bırak Dadaş.” dedim. “Doz aşımı olmasın. Hem yetişmem gereken bir yer var. Merak da ediyorum ama gitmem şart.”

Tekrar görüşmek üzere vedalaştık. Bakalım diğerlerini ne zaman dinleyeceğiz.