Penceredeki sarı ışık
Gel de herkese birer bahçeli ev düşün. Konya ovası kadar yer olsa yetmez. Yahut ancak yeter. Güneş görmeden akşama kavuşan evler var bu şehirde. Diktik yüksek binaları. Birbirinin güneşini, havasını kesiyorlar. Şimdi şu karşıdaki gibi bir evimiz olsa… Neler yaparım. Kendimi bahtiyar sayar, oturur, keyfime bakarım.
Sitenin yanından geçen yolun öbür tarafında küçük bir orman vardı. Orman demek belki abartı olur ama bu koca şehir şartlarında gayet makul. Gür, sık, yüksek ağaçlar. Bir de cılız bir dere. Kıvrılarak akıyor, ileriye doğru gidiyor. Ağaçların arasında küçük bir kulübe bulunuyor. Faruk Bey, oraya taşındıktan bir ay sonra fark etti kulübeyi. Kendine şaştı. Hayıflandı. “Tüh” dedi, “İlk bakışta görmem gerekeni, bunca zaman sonra gördüm.”
Hayalinde hep böyle bir yer gezdirirdi. Ağaçlar olacak, dere olacak. Tek katlı bir ev yapacak oraya, kendi elleriyle. Kafasında planını bile oluşturmuştu.
Hayalinde hep böyle bir yer gezdirirdi. Ağaçlar olacak, dere olacak. Tek katlı bir ev yapacak oraya, kendi elleriyle. Kafasında planını bile oluşturmuştu. Ne çare, hayallerle gerçekler kolay kolay uymazdı. Yıllar boyunca yaptıkları tasarrufla temelden girdikleri site içindeki daire, onlar için erişilebilecek olanın en iyisiydi. Daha doğrusu karısı Nimet Hanım öyle düşünüyordu. O müstakil evden hoşlanmazdı. Bin türlü sıkıntısı olur, börtü böceği, yılanı çıyanı…
Site öyle mi? Bir problem olsa, yönetime bir telefon edersin, hâlledilir. Çöp atma derdi yok, merdiven temizliği derdi yok. Kirada oturdukları ev, küçük bir apartman dairesiydi. Apartmanda bir ihtiyaç olsa komşuların birleşip yaptırmak mesele. Mutlaka itiraz eden çıkar. Site olunca, bunların hepsi belli bir sistem içinde hâlloluyor. Yukarıda çatı akmış, aşağıda kanalizasyon problemi çıkmış, asansör arıza yapmış, dert değil. Bahçe peyzajını ne kadar övmüştü inşaat firması. Süs havuzu, yüzme havuzu, açık kapalı otopark, hiç kullanmamış olsa da hamam, sauna, spor salonu… Eh tabii, bütün bunların da bir bedeli var. Yüksek sayılacak aidat ödeniyor. Ziyanı yok.
Taşındıktan bir ay sonra balkona çıkmış çay içerken, ağaçların arasında sarı bir ışık görünce, Faruk Bey“Aha” dedi. “Orada bir ev varmış ya…” “Var” dedi karısı “Bilmiyor musun?” “Yoo… Yeni gördüm. Sen ne zaman fark ettin?”“Hep orada ki… Kim bilir kaç yıllık.”“Ben ne söylerim, tamburam ne söyler” diye geçirdi içinden. Binanın ne zaman yapıldığı, kaç yıllık olduğu ayrı bahis, onun oradaki varlığını görmek ayrı… Gıptayla baktı ağaçların dalları arasından sızan ışığa. Işık da cılız. Karlı kayın ormanında, geceleyin yürürken fark edilen kulübe gibi. “Kayınların arasında, bir pencere, sarı sıcak…” İçeride birileri var. Onların bir hayatları var. Mutlu bir aile olmalı. Bahçesinde domates biber yetiştirirler. Köpekleri vardır mutlaka. Kedileri de. Bir de kümes yapmışlardır. Tavuklar yumurta verir; bahçede, ağaçların arasında serbestçe dolaşırlar…
Kuluçkaya yattıkları zaman, sarı sarı civcivler çıkar. Koştura koştura annelerinin peşinden giderler. Hayat bu işte. Bizimki? Sabah işe git, akşam eve dön. Yemek ye, koltuğa gömül. Çocukların dersleri, kursları, taksitler, maksitler… Baksana bir ay geçmiş, ilk defa görüyorum o evi. Çay içmek için balkona çıkmasam, caddedeki sokak lambası sönmemiş de yanıyor olsa, belki bir ay daha görmezdim. Faruk Bey hayvan delisi. Bir köpeği olsun istiyor, kedisi ve imkân varsa diğerleri de. Ama mevcut şartlarda en doğru olan; “E) Hiç biri”.
Apartmanda köpek bakmak, çile. Hem kendi için, hem köpek için. Her gün serbestçe oradan oraya koşma ihtiyacı olan köpeği apartman dairesine tıkıştırmak yazık, günah. Alt katta iki tane küçük köpek var. Hayvanlar çıldırmış gibi. Her ayak sesine havlıyorlar.
- Asansör durduğu zaman ciyak ciyak bağırıyorlar. Şu küçük köpeklerin huysuzluğu bir başka. Bir yerde okumuştu, nerede okuduğunu hatırlayamadı. Bir köpek, bir günde yirmi beş milyon bakteri salgılıyormuş. Salyası başka, pisliği, tüyleri başka.
Bir hayvan sever kişi o rakamı çok fazla bulmuştu da, bir yazar ona şöyle demişti: “Yirmi beş milyon yerine, on beş milyon bakteri olsa ne değişecek?” Bütün büyük hayalleri (aslında hiç birinin büyük olmadığına inanıyordu. Basit şeylerdi. Sadece bugünkü şartlarda zordu) ertelenmek zorundaydı. Ne zamana kadar? Kim bilir? Belki sonsuza kadar. “Sonsuz ile kadar birbirine ne kadar zıt aslında. Biri sınır çiziyor, diğeri sınır tanımıyor.”
Çocukluğundan beri değişmeyen hayvan sevgisini, sokakta rastladıklarını severek geçiştiriyordu. Bir de belgeseller var tabii, zevkle seyrettiği. Aslında çocuklar da bayılırdı hayvanlara. Hele yavrularına. Hayvanat bahçesine gittiklerinde ne kadar üzülmüşlerdi. “Baba, böyle kafeste tutulmaları, hayvanlar için eziyet değil mi?” İşte işin özü bu. Böyle bir hayat, hayvanlar için de eziyet, apartman dairesine tıkılıp kalmış insanlar için de. Kim anlatacak, kim anlayacak? Herkes anlasa bile elden ne gelecek? Başka yolu var mı ki? Şehrin şartları ortada. Arazi belli. Nüfus malûm. Eee? Gel de herkese birer bahçeli ev düşün. Konya ovası kadar yer olsa yetmez. Yahut ancak yeter. Güneş görmeden akşama kavuşan evler var bu şehirde. Diktik yüksek binaları. Birbirinin güneşini, havasını kesiyorlar. Şimdi şu karşıdaki gibi bir evimiz olsa… Neler yaparım. Kendimi bahtiyar sayar, oturur, keyfime bakarım. Nimet Hanım, çayları tazeledi. Faruk Bey, içinden “Buna da şükür” dedi.
“Geç de olsa bir ev sahibi olduk, kiradan kurtulduk. Belki ileride bahçeli bir ev de nasip olur.” Nimet Hanım, serinlik artınca içeri girdi. Bulaşıklar beklemezdi. Faruk Bey, biraz daha oturmak istedi. Bir hırka olsaydı demeye kalmadan, karısı lacivert hırkayı getirmesin mi? Plastik sandalyeye yaslandı, karşıdaki sarı ışığa daldı gitti.