Avrupa birliği destekli şair

İSMAİL KILIÇARSLAN
Abone Ol

Kültürün yerli değil üniversal bir ürün olarak dolaşımda olmasını isteyen Avrupa Birliği için belli ki ideal şair modeli, anadilinde yazmak yerine ‘kabul edilebilir bir kıta Avrupası dilinde’ yazan, kendi ‘yerli duruşu’nu derhal yerleştiği merkez Avrupa ülkesininki ile becayiş eden şair modelidir.

Sanırım Ece Ayhan dile getirmişti Nazım’ın Rusya yıllarında yazdığı şiirlerde dil bakımından bir kartpostal havası olduğunu. Memleketinden uzakta, dilin nasıl işlediğini ‘yerinde’ göremeyen bir şair için kaçınılmaz bir durum aslında bu. Laf aramızda Ece Baba’ya yine de çok katılmam söz konusu Nazım olunca. İlk şiirinden son şiirine kadar Türkçeyi gayet temiz şekilde kullanmış bir şairdir Nazım Hikmet, bu bakımdan istisnadır. Memleketten yani anadilinden uzak bir şairin zamanla anadilinin imkanlarından uzaklaşacağı da su götürmez bir gerçek.

Memleketten yani anadilinden uzak bir şairin zamanla anadilinin imkanlarından uzaklaşacağı da su götürmez bir gerçek.

Anadilden uzaklaşmak falan neyse de, bir insan sonradan öğrendiği bir dilde nasıl şiir yazabilir doğrusu aklım havsalam almıyor. Hadi onu da bir noktada anladık diyelim. İyi de bir şair Romanyalıyken nasıl Fransız taklidi yapar yahu? İşte benim devrelerim orada yanıyor.

Uzatmayayım daha fazla. Makedonya’da bu yıl 54. kez düzenlenen Struga Şiir Akşamları’na Metin Celal ağabey ve Bejan Matur ile birlikte Türkiye’yi temsilen katıldım. İşte aslında yukarıdaki iki paragrafı yazmamın nedeni de orada gördüğüm birkaç ‘Avrupa Birliği destekli şair’dir.

Mesela bir Slovakyalı vardı. Ne evi Nepal’de kalmış, ne de ruhu salyangozdu. Adam şiirlerini İngilizce okuyordu. Niçin?

"Yetimdin: Ömrün kendine bir baba aramakla geçti"
Cins

Bilemedim. Mesela Amerika’da yaşayan bir Hintli şair hanım abla vardı. Aslında şiirleri oldukça dikkat çekiciydi. Son dönemde batı dünyası kadın şairlerinin ‘şiirle hikaye anlatma’ merakına düşmemiş, gayet iyi şiirlerdi. Ancak şiirler İngilizce olunca o ablanın şiirlerinden de soğudum. Senelerce dilini işgal etmiş bir başka dilin şairi olarak var olmayı bir türlü anlamlandıramadım. Yine de bu meselenin en hazin örneği o Romanyalı şairdi. Saçlarını, ayak ve el tırnaklarını yeşile boyamış, boynuna durmadan bir yeşil şal alan bu abla; şairlikle şair pozu kesmeyi birbirine karıştırdığını yüz metreden belli etmesinin yanı sıra, 15 yaşında gittiği Fransa’dan o kadar etkilenmişti ki şiirlerini Fransızca yazıyor, Fransızca okuyordu. Etkinliğe katılan 44 yabancı şairin içinde Avrupa Birliği tarafından en çok desteklenen şairin o hanım abla olması şaşırtıcı mıydı peki? Elbette hayır.

Hanım ablaya her bakışımda memleketlisi Canetti ve Cioran geldi aklıma. Biri savaştan kaçıp gittiği İngiltere’ye, diğeri bir çatı katında hayatını geçirmek üzere Fransa’ya yerleşmişti. Canetti’nin İngiliz, Cioran’ın da Fransız kültür çevrelerinde çekmediği çile, ödemediği bedel kalmamıştı. Canetti, İngiltere yıllarını büyük bir öfke ve hayal kırıklığı ile anlatır mesela anılarında.

Bahar sonu
Cins

Kültürün yerli değil üniversal bir ürün olarak dolaşımda olmasını isteyen Avrupa Birliği için belli ki ideal şair modeli, anadilinde yazmak yerine ‘kabul edilebilir bir kıta Avrupası dilinde’ yazan, kendi ‘yerli duruşu’nu derhal yerleştiği merkez Avrupa ülkesininki ile becayiş eden şair modelidir. ‘Evi Nepal’de kalmış Slovakyalı bir salyangoz’ yerine; bedenini, evini, en önemlisi ruhunu özenle İngiltere’ye, Fransa’ya, Almanya’ya taşıyan ruhsuz, renksiz şairler.

  • Bu taşınma karşılığında Avrupa Birliği’nin ‘etno-multi-kültürel’ kontenjanından nemalanan şairler. Romanyalı, Slovakyalı, Yunanistanlı yerine ‘Avrupalı’ olarak anılmayı tercih eden şairler.

Size bir sır vereyim: Bugün kendisine ‘Türkiyeli’ denmesini tercih etmek yerine ‘Avrupalı’ denmesini isteyen, bunun için yanıp tutuşan, bunun için çekmedik numara bırakmayan o kadar çok şair var ki...

O güzelim memleket şiirlerini yazan Nazım bunları görse ‘höst ulan höst, tepişmeyin’ der, geçer.