Klasik mimarlık neden çağımızda kayboldu?

MUHAMMAD ABDULLATİF
Abone Ol

Kimisi klasik mimarlığı günümüz mimarlığından daha çok seviyor. Oysa bu, birbirine benzeyen rahatsız edici ve sıkıcı mesajlar taşıyan modern tarzdaki mimarlığa karşın, asırlar boyunca ayakta kalabilen, mesajlarla anlam taşıyan bir mimarlıktır. Klasik mimariyi tüm bu katmanları ve çıkmazlarıyla ele alan Muhammad Abdullatif’in deneme yazısı sizlerle…

Bunu düşününce aklımıza birçok yönüyle haklı sayılır bir sürü soru ve fikir gelebilir. Meselâ kimi insanlar; bu binaların, kurulmuş olduğu çağı gösteren bir ayna olduğunu zannederek eski usullere kurulmuş olan “her” klasik bina, “tüm” modern binalardan iyi olmalıdır düşüncesine kapılır. Tamamen yanlış düşünceler bunlar. Çünkü tüm eski binaların tek bir tarza göre yapılıp aynı kalitede olduğunu düşünebilmemiz mümkün değildir. Aynı durum modern binalar için de geçerli olup, bunlar aynı kalite ve tarza göre inşa edilmemişlerdir.

Hiç şüphe yoktur ki asırlar boyunca ayakta kalabilen klasik binalar, başarılı ve nadide örneklerdendir. Şu da var ki o eski dönemlerde nice niteliksiz bina zamanla iz bırakmadan yok olmuş ve günümüze ulaşmamıştır. Neticede bunlarla ilgili pek bilgimiz yoktur. Eski ve klasik binalarla modern binaları karşılaştırma girişiminde bulunmamızla büyük bir hata yapmış oluyoruz. Zira eski olup ayakta kalan binalar adetâ kurulmuş olduğu döneminin en gözde örnekleri olarak gösteriliyor. Bunları modern çağın orta ve az nitelikli mimari ürünleriyle karşılaştırmak adil bile değilken, kırsal bölgedeki bir evin görkemli bir sarayla karşılaştırılması nasıl mümkün olabilir?

Bugünkü yazımızda, klasik mimarlık ya da yalın ifadesiyle “Eski Dönem Mimarlığı”nın çağımızdan kaybolup yerine şimdiki modern mimarlığın ortaya çıkmasının ardındaki muhtemel sebeplere ışık tutmaya çalışacağız.

Klasik mimarlık nerede kayboldu?

Bu sorunun cevabı oldukça karışık. Klasik mimarlığın modern olanla değişmesi, bir sürü ekonomik, siyasal, sosyal ve dinî nedenlere bağlanır. Bir bakıma klasik tarzdaki mimarlık, modern yaşamımıza uyum sağlamamaktadır. Çünkü genel itibarıyla tasarımlara kültür ve toplumlar yön verirler, şu da açıktır ki artık klasik tarzda bir yaşam sürdürmüyoruz. Dolayısıyla bu yöndeki bir mimarlığın hayatımıza büyük şekilde yansımaması doğal ve mantıklıdır. Mimarlık asrın ihtiyaçlarına uygun gelişip değişen, toplumun yargı değerlerini yansıtan bir varlıktır.

  • Modern mimarlığa ağırlık veren nedenlerden bir tanesi; modern çağdaki hayat şartlarımızı iyi karşılamasıdır.

Klasik mimarlığın kaybolmasının başlıca nedenlerinden biri de bu binaların yapımı için harcanan uzun zaman ve yüksek maliyet külfetidir. Bunun yanı sıra söz konusu binaların şimdiki hayatımıza elverişli olmaması da bir diğer etkendir. Günümüz teknolojisiyle yaşam tarzımız ve bina inşa etme yolumuz, el sanatları ve hissî yetenekleri öne çıkaran o eski dönemlerden bir hayli uzaklaşmıştır.

Albertina Müzesi.

Oysa dünyanın sanayileşme ve devasa üretim dönemine değer verdiği andan itibaren -sevsek de sevmesek de- el sanatları dönemi artık geçmiştir. Neticede birçok zanaat bırakılıp unutulmaya yüz tutmuş, emek gücü ücretleri de büyük oranda yükselmiştir.

Ayrıca; inşaatta beton kullanımıyla ilgili kaydedilen gelişmeler sayesinde, tuğla ve taştan yapılan binaların aksine daha yüksek binalar elde etmek mümkün olmuştur. Yalın bir ekonomik açıdan bakıldığında beton kalıp inşa etme külfeti daha az zaman ve beceri ilkesini sağladığı gibi inşaat alanında da az masrafla hızlıca tekrarlanabilmeyi mümkün kılmıştır. Öte yandan klasik tarzdaki binaların yapımı tarihte hayli zaman, yetenek ve masraf gerektirmiştir.

İnşaat yapımının toplam bütçesine uymayan yetenekli emek gücü yüksek masraflı olduğuna göre, binalarda işlemelerle taş yapımı süsler gibi yetenekli emek gücü gerektiren külfetli el sanatlarının kullanım oranı düşüşe uğramış, bunun için modern mimarlığın öncüleri, belli bir işlev uğruna yapılmayan işlemeleri reddetmeye başlamışlardır.

Başka önemli bir husus da bina yapma oranıdır. Bugünlerde eski dönemlerin aksine daha çok bina kurulmaktadır. Eskiden kurulmuş binalar şu anki gibi yüksek kapasiteli değillerdir. Oysa günümüzde bir gökdelen kurmak için -Çin’de olduğu gibi- sadece birkaç aylık çalışma yeterli olabilmektedir.

Bunu Orta Çağ devirlerinde bir katedral kurmakla mukayese etmeyi bir düşünün! Örneğin; Kolonya Katedrali’nin kurulma süreci, 1248 yılında başlamış ancak 1880 yılında tamamlanmıştır (Burada özel bir durum söz konusu olabilir, biliyorum. Çalışma esnasında papaz şehirden kovulmuş, çalışmalar 1473 yılında askıya alınmış. Yine de işin tamamlanmadığı kesintisiz 225 yıllık bir çalışmadan söz ediyoruz).

Bir bakıma binalardaki işlemelerle klasik görünümler, ustalık ve estetiği ön plana çıkarmak için tasarlanmıştır. Bunlar efsanelerin ve dinî ikonaların yüceltilmesi gibi kavramlara değer verildiği için dönemine uygun olarak kullanılmışlardır. Sözü geçen bu işlemeler, tüm dünyadaki mimari kavramların kaynağı olarak sayılan batı ülkelerinin çoğunda artık önemini kaybetmiş durumdadır.

Modern mimarlığın kefesine ağırlık veren başka bir husus ise hali hazırda bu perspektifin modern hayatın gereksinimlerine karşılık vermesidir. Örneğin; klasik binalardaki taştan yapılmış eski duvarlar öyle kalınmış ki yer kaybına neden olmuştur. Pencereler de sanat gereği küçük yapılıyormuş, bunun sonucunda odaların karanlık olup güneş ışığının yeteri kadar girmesinin engellenmesi söz konusu oluyormuş. Oysa işlemeler koymakla binaların dışını hiçbir göreve hizmet etmeden boşuna süslemek para kaybından başka bir şey değildir. Kaldı ki orta çağın ihtişamlı binaları ve büyük kalelerinde aynı durumla karşı karşıya gelinebilir şöyle ki bu modern çağda bile günümüz yatak odasının metre karesi orta çağdaki beyzadelerin yatak odasından daha büyük olabilir.

Şimdiki dönem hızla değişip gelişmektedir. Haliyle inşaatta da kısa vadede çalışma konsepti büyük amaçlardan biri olmuştur. Modern çağımızda bir binanın yaşam döngüsü çok kısadır. Dolayısıyla bu gibi binalar için ekonomik masraf yollarına başvurmak son derece mantıklıdır. Ve modern binaların yapımı hem hızlı hem kolay, hem de ekonomiktir. Ayrıca modern inşaat yapma sistemlerinin sağladığı esnek mimarlık sayesinde daha da kolay kullanılabilir düzeydedirler. Eski binaların yapımında olmayan bir tekniktir bu.

  • Eski binalardan söz edildiğinde çoğunlukla üst düzey tabaka ve yönetimsel binaların mimarlığı kastediliyor. Bu dönemlerde ise halkın çoğu fakir semtlerde yaşamışlardır.

Bu düşünceden hareketle; sayısı sürekli artan halkın barınma ihtiyacını karşılamak için tamamıyla bir yerleşim yerini kurma ya da yeniden yapmanın, eski usullere aykırı olarak çok zaman almayacak şekilde tamamlanması sağlanmaktadır. John Ruskin’nin “7 mimarlık kandili” adlı kitabında ileri sürdüğü gibi:

“Nasıl ki bir ölüyü yeniden diriltebilmenin imkanı yoksa mimarlıkta -her ne kadar harika ve güzel olsa da- herhangi bir yapının yeniden diriltilmesi bir o kadar imkansızdır. Ancak herkesçe hayati bir önem taşıdığı düşünülürse ısrarla diriltme girişiminde bulunmakla olması hariç ki bu bambaşka bir durum olur. Emekçinin eli ve gözünden çıkmış bu ruhu yeniden çağırıp asrımıza uydurması imkân dahilinde değildir”.

Yani bu mimarlığı yeniden inşa etmek istesek de yapamayacağız. Zira gördüğümüz o güzelliği kendi eli ve ruhuyla ortaya çıkaran emekçi artık çağımızda mevcut değildir.

Hangi klasik mimarlıktan bahsediyoruz?

Eski binalardaki güzellik anlayışından söz ettiğimizde çoğunlukla üst düzey tabaka ve yönetimsel binaların mimarlığını kastediyoruz. Halkın çoğu ise bu dönemlerde fakir semtlerde yaşamışlardır. Zira sıradan insanlar için klasik tarzdaki mimarlık çok pahalıydı. Modern mimarlık ise o anki hastalık dolu bu fakir semtlere tek gerçekçi çözüm mahiyetinde gösterilmiş. Modernizm öncüleri de bu yüzden eskiyi reddedip karşı durmakla bir binanın ne kadar fonksiyonlu ve yararlı olabileceğine önem vermişler, yapıda sanatsal değerleri nadiren önemsemişlerdir.

Eski binalardan ayakta kalanı zamanla ayıklanıyor, kötü olanı yıkılıp yerine bir başkası kuruluyor. Bu süreç tekrarlanıp duruyordu. Her defasında kalitesi az olanıyla değiştiriliyor. Bundan sadece birkaç yıl önce Pruitt-Igoe, Biljmer vb. kötü örnek teşkil etmiş yapılar yıkılmıştır.

Wendell O. Pruitt Evleri ve William Igoe Apartmanları.

Asırlardır ayakta kalan binalar ise zamanında iyi kurulmuş, kendilerine büyük çabayla özen gösterilmiş olanlardır. Oysa geçmişte nice gelişigüzel binalar kurulmuş da olsa sanatsal değer açısından pek bir şey ifade etmemiştir. İşte bu nedenle o binaların günümüze kadar kalmaması yadırganacak şey değildir.

Modern mimarlık hala deneme aşamasındadır. Sanatsal değerlere verilen önemle ilgili farkındalığın artmasıyla, gelişip güzelliği önemsemeye başlamış, son yıllarda daha insanî bir mimarlığın var edilmesi hususunda gelişmeler kaydetmiştir.

Klasik mimarlığa dönüş fikrinin ise mantıklı bir seçim olmayıp çıkmaz bir yol olduğu anlaşılmalıdır. Tıpkı seferlerinde modern araba kullanılacağına faytonla gidilmesini tavsiye eden birisi gibi. Çağımızda hoşumuza gitmeyen bu modern mimarlığımızı bir başkasıyla karşılaştırmak istersek, hiçbir yönüyle ideal olmayan Avrupa’nın eski çağ mimarlığıyla karşılaştırmalıyız.

Orta çağdan kalma bir yapı.

Özetle söylemek gerekirse; orta çağ binalarının çoğu, sağlıklı, güneşli, fonksiyonlu, uygun fiyatlı, yüksek kapasiteli gibi şimdiki barınma ihtiyaçlarımıza karşılık verecek kadar elverişli değilmiş.

Şunu belirtelim ki bu yazımızdan amacımız belli başlı bir mimarlık tarzını ötekinden savunmak değil, eski mimarlığın kaybolup yerini modern mimarlığa bırakmasının nedenlerini araştırmaktır. Aklınıza yerinde bir soru gelebilir o da şöyle: Peki çağımızdaki binalar neden kötü ve çirkin görünüyor?

Nedeni şu ki bu binaların çoğu ucuz maliyetle kurulmuş, böyle işlerde artan taleplere cevap vermek için mimarlar, tasarımlarını çok hızlı bir şekilde teslim etmek zorunda kalmışlardır. Ayrıca maddi, sosyal ve siyasal kısıtlamalar da söz konusudur. Zira çağımızda maddiyattan başkası önemsizdir. Her şey maddiyata bağlı ve binanın külfeti genellikle en önemli temadır.

Kuşbakışı şehir görünüşü.

Eski mimarlığın bir takım üstün yargı değerlerine bağlı olması güzel idi. Oysa şimdi mimarlığın laikleşmesi, eskiden mimarlığın kurucusu olan inançlı insanların -ister Allah’a inanmış olsun ister başka herhangi değer yargılarına inanmış birileri olsun- onu özgün tasarımlarından arındırmıştır.

Roger Scruton şöyle der: “Venedik’e giden her kimse onun inançla iç içe olup tövbe için akıtılan göz yaşlarıyla dolu olduğuna şüpheyle bakamaz ki.”

Bugünkü toplumumuzda her ne varsa -düşünürleri ve mimarlarıyla beraber- iki şeyden yoksundur:

İlki dil: Aktarma görevi, sembolik kuralları ve misyon olma durumundan çıkarılmış, üstelik iletişim aracı olmasından uzak tutulmuştur. İkincisi ise bağlam: çağdaş şehirlerimizde parçalar için tutarlı bir çerçeve sağlanmıyor, başka bir deyişle; şehirlerimiz sosyal örgüsünden haber vermiyor, haliyle şehirleşme oluşturan herhangi bir durum aksettirmiyor.

Mimarlığımız kültürümüzün aynasıdır, kültürümüz de hız, etkinlik ve hazır yemek gibi değerleri yansıtmakta; açıkçası tüketim ve değişimden etkilenen bir kültürümüz vardır, ancak durum kimisinin zannettiği kadar da kötü değildir.

Bu yazımızda, sözü geçen bu modern binaların çok daha hızlı ve daha az emekle kurulduğunu, üstelik inşaat malzemesinin eskiye göre çok seçenek verdiğini söylemiştik. Eskiden bu işlerde inşaat alanından çıkartılabilen maddeler, ya da civarda bulunan ormanlardan getirtilen malzemeler kullanılırdı. Ayrıca modern mimarlığın daha ışık alan, ekonomik maliyetli bir konsept sağlaması, özellikle fay hattı üzerinde yer alan ülkelerde bina kurma şartlarına özen gösterilerek uygulandığında daha dayanıklı ve üstün kaliteli binalar yapılmasına olanak tanımaktadır.

İlk denemelerde başarısızlığa ve tekrara hep rastlanır, bu doğaldır. Batı’daki mimarlığın gelişim süreçleri takip edildiğinde mimarlığımızı iyileştirip daha fonksiyonel ve güzel, insanlara ve ihtiyaçlarına hitap edebilecek şekilde yapılması temennimizdir.