Yürüyüşler, protestolar ve gerçekliğin yıkılışı: Julio Cortázar
Edebiyatın gerçeklikle olan ilişkisinisorgulayan, yani "fantastiğin" en büyükyazarlarından biri o. Arjantinli büyükbir dahi, Julio Cortázar. 26 Ağustos1914 tarihinde, 1. Dünya Savaşı’nın başladığıgünlerde Belçika’da doğdu. Babası oradaArjantin Büyükelçiliği görevindeydi.
Pek çok yazarın başına gelen şey onun da başına geldi: o, pek çok yazar gibi şehirlere, ülkelere; başlı başına tüm mekânlara karşı derin bir hassasiyet taşıdı. Yazmanın mekân ve onun içini dolduran insan bütünüyle olan ilişkisini erken kavramıştı. Her ne kadar "gerçekliğin beni sınırlandırmasına izin vermiyorum" dese de… Kendi gerçekliğini inşa etmek için bir mekâna, daha doğrusu izleyebileceği, sezebileceği mekânlara ihtiyacı vardı. O bunu biliyordu.
Ömrünün bir kısmını geçirdiği Belçika, onun ihtiyaç duyduğu mekânların birincisi değilse de listenin başlarında yer alıyordu.
Cortázar, dış dünyayı fazlasıyla ciddiye alan, olayları kişisel algılamaya meyilli, "his odaklı" insanlardan biriydi; bilinen bir gerçek olmasa bile yazdıklarından ve yaşadıklarından oldukça hayalperest bir kişiliği olduğunu tahmin etmek zor olmayacaktır. Kitaplar ve yakınlık duyduğu yazarlar vesilesiyle bildiği şehri tanımak, okuyarak tattığı o havayı gerçekte de soluyabilmek için toparlanıp Paris’e taşınma kararı alacak kadar maceraperest bir kişilik o. Taşındığı Paris’te bir yandan çevirmen olarak çalışıp bir yandan üreterek geçimini temin etti. Ve romanlarda gördüğü, sezdiği Paris’i her yerde aradı.
Mekânın insanın üzerindeki tesiri yadsınamaz bir durumdur. İçinde bulunduğu şehrin sunduğu yaşam formundan insanlarının huylarına, havasının nem oranından suyunun tuzluluğuna değin pek çok etken, kişiyi hem biyolojik hem de psikolojik olarak etkiler. Bu sebeple "Düşlerinin Paris’i"ne, farklı bir yaşantının içine girmek Cortazar’ın hayatında da pek çok yeniliğe neden olur. Bilindik eserlerinin çoğu bu dönemde "düşer" içine…
Kendi hâlinde, çoğunlukla zihninde ilerleyen bir hayat sürer o. Fakat kendi içinde kurduğu düşsel bütünlük dış gerçeklik tarafından mütemadiyen zedelenir ve o da hakikate, vicdani huzursuzluğuna kayıtsız kalamaz. İçerisinde bulunduğu ülkelerin insanlarının dertleriyle dertlenir, mekâna sinen ruhu, koşulları ve durumu özümser. Hayat koşullarının hayali bir dünyayı mümkün kılmayan sert gerçekliği, Cortázar’a âdeta "batmaktadır." Gözünü kapatıp keyfine bakabilenlerden değildir o; duyduğu meydana inme, harekete geçme ve haksızlığa müdahale etme gereksinimi kendi rahatına her zaman ağır basar.
Aktivist yönü gençlik yıllarında gösterir kendini.
Henüz genç yaşlarında pek çok eylem ve protestoda yer alır. İnsanlara, adalete duyduğu karşı konulmaz hassasiyeti sosyal bilincini fark ettirmeden oluşturmuştur. Üniversitede öğretim görevlisiyken Peron yönetimine karşı çıkan bir eylemde bulunması nedeniyle hapse atılması, Fidel Castro ile tanışmak için Küba’ya gitmesi, Sandinista hareketini desteklemesi ve bu uğurda konferanslar verip sayısız yazılar kaleme alması eylemci kişiliğinin yalnızca birkaç yanıdır. Hikâye nasıl bir tomurcuk gibi düşüyorsa düşlerine, zihninde budaklanarak kâğıda çiçek vermesi kaçınılmazsa, harekete geçmesi de öyle kendiliğinden, tüm doğallığıyla gelişir Cortázar’ın. Çünkü yaradılış rahat bırakmaz "oluş"u. Doğanın serpilmede diretişi, sarmaşıkların kendilerini göstermedeki arsızlığı gibi insanın tıyneti de esir alır benliğini.
Çocukluğundan hayatının belirli bir dönemine dek zihni yalnızca hayali, fantastik ögelerle bezenmişken ve eserleri de bu düzlemde ilerlerken, bir noktadan sonra bakışı toplumsal bir çizgide ilerlemeye başlar. Düşlerinden hiçbir zaman vazgeçmediyse de algısında oluşan ve kişiliğini de oluşturan bu değişimin eserlerine sirayet etmesi kaçınılmaz olacaktır.
Cortázar’ın yaşamını oluşturan ve onu eyleme geçiren asıl motivasyon "duyarlılık"tır. Sözden ve vaatlerden oluşan, ancak kimsenin elini taşın altına koymadığı bir toplumda sözü ile duruşu ayrışmayan bir entelektüelden daha kıymetli ne olabilir? İnsanlara, çocuklara ve toplumlara olağanüstü bir şefkatle yaklaşması birçok okurunun da dikkatini çeker. Karakterlerini yalnızca düşlemez, tasarlarken âdeta onların kendisi olur. Yaşamımız boyunca biteviye geri döndüğümüz; davranış, arzu ve korkularımızın temelini oluşturan ama bastırıp küçümsemekten de geri durmadığımız çocukluk dünyamız Cortázar için güncelliğini sürdürmektedir. Bir kurgunun, hele bir de fantastik ögeler içeriyorsa, içimizdeki çocukla konuşarak düş gücümüzü etkinleştirme, arketiplerimizi uyandırma işlevini onu üretenden daha iyi kim tanıyabilir? Bu elbette ancak çocukluğunda kurduğu dünyayı muhafaza etmeyi başarabilmiş bir yetişkinin işidir.
Yazarlık, salt edebi üretimle sınırlı bir vasıf değildir Cortázar için; bir duruş sahibi olmayı, kendinden ve kişiliğinden ödün vermemeyi de gerektirir. Sesini çıkarmak her yazarın vazifesidir. "Fildişi kulelerine sığınıp sırf keyif için yazarlık yapmak" onun duruşuna, toplumdaki aydınların sahip olması gerektiğini düşündüğü konuma ters bir olgudur. Cortázar için ne yaşamının büyük bir bölümünü Fransa’da, vatanından uzak geçirmesi ne de en nihayetinde fantastik kurgularıyla tanınması bir engel teşkil eder: yine de söylemek istediğini söyleyecek, gerekiyorsa bambaşka bir çizgiyi benimseme cesaretini açık yüreklilikle gösterecektir o.
Yazarken kurgu oyunlarına başvurarak biçim yeniliğiyle sınırları zorlayan farklı bir üslup kullanır Julio Cortázar. Başta çocukluk idolü olan Edgar AllanPoe’dan, sonrasında Jorge Luis Borges’ten edebi anlamda oldukça etkilendiğini dile getirir.
Yazar, 1984 yılında Paris’te yaşamını yitirir. Kendini "dünyaya atılmış" bir şekilde bulan ve sonrasında bu kargaşaya bir yerinden tutunmaya çalışan bizlerin ve yolun sonunda kendinin durumunu ne güzel ifade etmiştir Ayak İzlerinde Adımlar’da: "Kim bilir nasıl bitebilirdi başı bile olmayan bir olay, ortalarda başlamıştı ansızın ve belli bir sınırla çevrelenmeden bitiverdi, başka sislerin başladığı bir noktada…"