Yüksek ağaçlar uzun boylar ve coşun sular: Podgoritsa
Eğer bana Balkanları anlat deselerdi ağaçların yüksekliğinden insanların uzun boyundan ve suların coşkunluğundan mutlaka dem vururdum. Fakat, Karadağ’ı ve Podgoritsa’yı özetlemek için sözü uzun olan şeylerin güzelliğine bağlardım. Bu sebepten önce, Podgoritsa’dan biraz ayrılıp, dünya harikası bir coğrafyayı geride bıraka bıraka Çetine’ye varacağım. Çetine, Sovyet zamanında rejimin kendi adamlarını ödüllendirmek için kullandığı bir tatil şehri vazifesi görmüş ama ona asıl karakterini kazandıran Osmanlı ruhu olmuş. Her ne kadar devlet binalarının bazı duvarları Osmanlı’ya başkaldırışın resimleriyle dolu olsa bile sokak ve zaman geçmişini büyük bir özgüvenle sürdürüyor burada. Haziran ayının sonu ile Temmuz’un hemen başında yüksek ıhlamurlar dünyaya meydan okurlar Çetine’de. Rakımsal yükseklik bir yayla havası katar etrafa. Gök billurdandır.
Yüzbinlerce bal arısı orkestra halinde ıhlamur çiçeklerine sarılır. İşte böyle bir zamanda, Çetine’nin çetin güzelliğini içime çekerken karşıdan uzun boylu bir adam geldi. Ihlamurlardan birinin altında durdu. Sonra da burun hizasındaki çiçekleri büyük bir huşu ile kokladı. Benim uzanmam için merdiven veya başka bir yükselti ihtiyacı duyduğum mesafe onun burun hizasındaydı. Çünkü burada her şey birbirini eşit derecede destekliyordu. Dingin ve dünyanın sonuna kadar süreceğini telkin eden bir temiz hava, yüksek ağaçlar, uzun boylu insanlar ve coşkun sular.
Karadağ, başta Kotor’un öne çıkışıyla beraber son yıllarda gözde bir turizm odağı. Bunu çoktan hak ediyor elbette. İstanbul’dan uçakla yaklaşık 1 saat 45 dakikada ulaşabileceğiniz Podgoritsa servilerin dizilişiyle de göz doldurur. Bizde yanlış bir anlayışla mezarlıkla anılan bu ağaç eski şiirde sevgilinin metaforlarından birisidir oysa. Ve Podgoritsa’ya vardığınızda serviler size masal zamanının dünyada sürdüğünü telkin eder. Nüfus bakımından oldukça sakin bir yerleşim yeridir ve Çetine istikametine giderken şehrin isminin neden bir tepeliğin dibi, yanı anlamına geldiği kolayca anlaşılabilir.
Öte yandan Stara Varos semtine yolunuzu düşürdüğünüzde şehri kuran Osmanlı geçmişini yakından duyarsınız. Ayakta kalan iki cami bugün de açık. İrili ufaklı her Balkan şehrinde karşınıza çıkan saat kulesi burada da sizi selamlar. Tek katlı bahçeli evlerin çiçeklerle bezenmiş camlarında kulağınıza aşina sesler çınlar. Duvar resimleri ve grafiti örnekleri göz doyurur. Renk kullanmak ve atmosfer yaratmakta hayli mahir buradaki sanatçılar. Ve biraz yürüdükten hemen yanınızdan Millenium Köprüsünün altından inanılmaz bir coşkuyla akan Moraca’nın maviliğine dalıp gidersiniz. Şehir ile doğanın durmaksızın iç içe girdiği yeniliği ararken eskinin sokaklarına mutlaka bağlı bir yerdesinizdir sürekli.
Her şehrin kendisine özgü bir gurur vardır fakat Podgoritsa inadına mütevazı ve sakindir. Yemek için uygun yerler bulmakta zorluk yaşamazsınız. Pod Vulat’u bulmanız ve buradaki Cevapi köftesini seçmeniz tesadüf olmayacaktır. Börek ortak bir dildir ayrıca buralarda. Bir gülümseme efekti gibi her yeri dolduran börekler balla birlikte yenilen Priganice tatlısı ile gönül yarışına girişir. Podgoritsa bir insanın kalbi gibi Karadağ’ın diğer bölgelerine kan pompalar. Bu bağlamda bir yolunu bulup İşkodra Gölü’ne gidip onun şiirden daha şiir nilüferlerine selam vermeli. Bar şehrine giden yolu ise mutlaka keşfetmeli. Karadağ’ın değişmek kadar gelişmek isteyen ruhunu hissetmek için kendiniz zamanın akışına bırakmalı. Festival şehri de sayılan Podgritsa’nın sokaklarında dolaşırken kulağınıza çalınacak Türkçe seslere da hazır olmalı.