Yol giderken zaman durur mu?
Yolda olma hâli aynı zamanda bir hareket hâlinde olma durumu malûm. Bu nedenle zamanın ruhuyla bir temas hâli gibi bir bakıma. Zaman durmuyor, yoldaki insan da durmuyor. Zaman sanki yalnızca kendisiyle aynı ruhu paylaşmayanlara etki ediyor gibi bir yanılsamaya kapılıyor insan.
Yolda sürekli yeni mekânlar ve yeni insanlarla karşılaşma imkânı doğuyor. Bu mekân ve insanlar için zamanın kurgulanışı da farklı oluyor kimi zaman. Kendine has zamanlarını kurgulayan insan ve mekân hikâyelerini dinledikçe, gündelik hayatlarına dokundukça kendi zaman algımız da dönüşüyor. Belki de gözden kaçıyor.
Sürekli belki de bir daha hiç görmeyeceği insanlarla, belki de bir daha uğramayacağı yerlerde oturup kalkınca insan, zaman bir başka düzlemde akıyor. Bize kendini hissettirmeden, kenardan köşeden gizlice hem de. Her koşulda geçici vasfını kuşanınca insan, zamanın bu konudaki ustalığını unutuyor sanki.
Yolda zamanı yakalayan, belki de onunla aynı frekansta akan insan zamanın geçip gittiğini kaçırıyor. Durduğunda ya da düzenine dönünce ve geride bıraktıklarındaki değişimi görünce ne oluyor peki?
Zaman, insanın yüzüne rüzgârdan bir tokat atıp koşarak uzaklaşıyor. "Hızla geçiyordum da, sana bir görüneyim istedim. Mekânıma hoş geldin!" diyen eski bir dost ya da belki düşman gibi. Sanki biz yola çıkınca zaman orada kalmış gibi.
Aslında zaman elbette her şeye nüfuz ediyor, değiştiriyor, dönüştürüyor. Duran da nasibini alıyor hareket eden de. Ancak hareket hâlindeki insanın geçici olma hâli, zamanın kendi geçmişindeki insan ve mekânlarda oluşturduğu değişim sürecini gözlemlemesini ortadan kaldırıyor belki de. Zamanın bu etkisini hissedemeyen insan, zamandan kendine düşen payı da kaçırıyor. Çünkü yoldayken ona ne kadar değiştiğini hatırlatacak biri de olmuyor.
Yaklaşık 12 yıldır yurtdışında yaşıyorum. Şimdiye kadar 8 farklı ülkede yaşadım. Sürekli yeni insanlar, yeni mekânlar ve hikâyeleriyle yaşıyorum aslında. Kendi hikâyemi bile takip etmek zorlaşıyor bazen.
Uzun bir rüyadayım sanki. Zaman, rüya görürken nasıl flulaşıyorsa öyle hem de. Bu nedenle zamandan hem kendime hem de kişisel hikâyemde yer etmiş mekân ve insanlara düşen payı gözlemlemek zorlaşıyor elbette.
Bu rüyadan uyandığım anlar, memleketime döndüğümde yaşadığım farkındalıklara denk düşüyor. Annem yaşlanıyor, kardeşim büyüyor, arkadaşlarım evlenip çoluk çocuk sahibi oluyor, yaşlanan akrabalarım ölüyor. Belediyenin bir kentsel dönüşüm projesiyle yıkılan hatıraları anımsıyorum doğduğum şehirde. Çocukluğumda dükkâna gelen onlarca koliyi koşa koşa sırtlayıp götüren mahalle bakkalının elinde bastonla iki büklüm yürüdüğünü görüyorum mesela. İşte bahsettiğim tokatlanma hâli bu. İnsanların beni hatırlayamadığını da tecrübe ediyorum artık.
Bazen de “Hiç değişmemişsin Ömer! Gezmek insanı genç tutuyor demek ki! Dönme buralara!” diyenlerle, “Saçlarına ak düşmüş Ömer, memleketine dön artık!” diyenler arasında kalıyorum kimi zaman. Kimisi burada yokken kaçırdıklarımdan, kimisi de burada yokken yakaladıklarımdan bahsediyor. Düşünüyorum arada, acaba beni hangisi tanımlıyor diye.
Yoldayken kaçırdıklarım mı yoksa yoldayken yakaladıklarım mı? Aslında hayat kaçırdıklarımız ve yakaladıklarımızın bir bütünü. Tercihler ve vazgeçişler bir bütünün parçaları. Yoldayken kabullenmeyi de öğreniyor insan. Bu yolculukta varacağım yeri çok da merak etmiyorum ayrıca. Aslında bu yolda varılacak bir yer olduğunu da sanmıyorum. Bu nedenle yolun kendisi güzel. Yoldayken belki Türkiye’de belki de başka coğrafyalarda ‘vardım’ hissini oluşturacak mekânlarda ya da insanlarda soluklanacağım sadece. O his de geçecek zamanla. Elimizi neye atsak bırakmak zorunda kalacağız. Gözümüzü neye diksek, başımızı çevirmek zorunda kalacağız. Hiç kimseyi, hiçbir düşünceyi, hiçbir yeri belki de hiçbir şeyi tam olarak anlayamayacağız. Yeterince zamanımız olmayacak çünkü. Ne kadar yol gitsek de zamandan kaçamayacağız. Ölüm oldukça her şey yarım kalacak bu hayatta.