Yeşil panjurlu şehir: Cenova
Cenova’yla ilk defa tanıştığımda henüz on sekiz yaşındaydım. Ünlü Türk Şairi Atilla İlhan’ın “Kaptan” şiirinde geçiyordu. Paris’i ve Marsilya’yı da aynı şiirden tanımış ve daha görmeden sevmiştim. Kayıp bir aşkın izini süren şairin peşinden bu kez de Cenova’ya yolum düştü. Şairin sevgilisinin yüzünü görme beklentisinin her seferinde boşa çıktığı lakin gitmekten kendisini alamadığı bu büyülü şehir, bakalım bana hangi sırlarını açacaktı...
“Cenova’ya indiğim sabah seni katiyen göremezdim.” Atilla İlhan
LİMAN ŞEHRİNİN HAFIZASI
TRATTORİALARIYLA CENOVA
İtalyan mutfağı demişken, özellikle Cenova’da tatmanız gerekenleri de kısaca anlatayım. Çünkü şehre vardığım zaman ilk yaptığım kendime bir ziyafet çekmek oldu. Tavsiyeleri, internet önerilerini falan da bir kenara bırakın. Ara sokaklarda yapacağınız kısa bir gezinti sırasında ilginizi çeken yerel bir trattoriaya girin. Trattorialar turistik olmayan, şehir ahalisinin tercih ettiği küçük aile lokantalarıdır. Seçin birini ve girip kendinize bir Farinita söyleyin. Nohut, un, tuz ve su ile hazırlanan bu yemeği tüm İtalya’da en güzel Cenova da tadabilirsiniz. Benim önerim soğanlı olanı tercih etmeniz. Pişman olmayacağınızın garantisini verebilirim.
DAR SOKAKLARI KEŞFEDİN
Cenova’da anahtar kelime; keşfetmektir. İki insanın yan yana zor geçeceği dar sokaklarda yürürken, diğer Avrupa şehirlerine göre oldukça karmaşık yapısı içinde, kendiniz bir anda geniş meydanlarda, köşeyi dönünce aniden karşınızda beliren muhteşem mimari harikalara baş başa bulabilirsiniz. Bir yokuşu inince ansızın, Akdeniz’in tatlı esintisini ve göz alıcı mavisini hissedebilirsiniz.
Sürprizlerle doludur Cenova.
SEN BANA KAPTAN DIYORSUN!
Kolomb’un evinin önünden geçip, şehrin kalbine doğru iniyorum. Piazza De Ferrari’ye varıp, mimarinin tarihin içinden insan ruhuna süzülen estetiğine hayranlıkla bakıyorum. Bir an gözlerimi kapatıp, bir zamanlar kıtalararası seyahatlerin başlangıcı olan, Akdeniz’in dünyaya açılan kapısında kendimi bir kaptan gibi hayal ediyorum. Meydan da kendi içimde yaptığım bu zaman yolculuğuna sert bir espresso eşlik ediyor.
Ünlü kâşif Cristoph Kolomb’un memleketi.
TÜM YOLLAR LİMANA ÇIKAR
Eğer Cenova’da iseniz, şehrin neresinde olursanız olun ayaklarınız sizi daima limana götürecektir. Ben de kendimi şehrin doğal akışına bırakıp, limana doğru gidiyorum. Bu arada İstanbul aşığı bir insansanız, Cenova sokaklarında yürürken bir anda kendinizi Galata’dan Karaköy’e iniyormuş gibi hissedebilirsiniz. Nitekim İstanbul’daki ünlü Galata kulesi de Bizans döneminde şehirde bulunan Ceneviz kolonisine yani Cenovalılara ev sahipliği yapmış. Bu yüzden iki şehir arasında bir ruh ilişkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz.
AKVARYUM VE DENİZ FENERİ
Limana vardığımda meşhur Cenova Akvaryumunu ziyaret ediyorum. Bu şehirde mutlaka yapmanız gerekenlerden birisi de dünyanın ikinci büyük akvaryumu olan bu eşsiz sualtı dünyasına uğramak. Akvaryumda denizin gizemli yaşamını izledikten sonraki durak ise yine liman bölgesinde yer alan Orta Çağ’dan kalma deniz feneri. Torre Della Lanterna isimli bu fener Akdenizli gemicilerin yolunu aydınlattığı yüzyıllardan sonra şimdi de Cenova’nın simgelerinden birisi olarak ziyaretçilerini kabul ediyor.
Bir şiirin peşine takılıp geldiğim bu muhteşem şehir en az Atilla İlhan kadar kendine âşık ediyor beni. Bir sonraki durağıma doğru yola çıkmadan önce mutlaka bir daha bu şehre geleceğimden artık eminim. Yeşil panjurlu evlerine son bir kez daha bakıyorum Cenova’nın…