Ustalığa başkaldırının ustası: Ülkü Tamer
Şair, çevirmen, aktör, kendisi kabul etmese de öykücü. Ama en çok şair. Türkçenin büyük dil işçilerinden biri o. Cemal Süreya’nın deyimiyle “her şeyin amatörü.” Şiirlerine sinen çocukluk, doğa ve “gerçek” bunlar bile amatör. Ustalığa başkaldırının ustası o.
20 Şubat 1937’de Gaziantep’te başladı hikâyesi. Kitap kurdu bir babanın ve annenin oğlu olarak, tabiri caizse “kütüphanenin içine doğmuştu”. İlkokul yıllarını ve çocukluğunu bir gün tüm edebi gücüyle geri döneceği, “insan yaşlanınca ana yurduna” döner diyeceği Antep’te geçirdi. Sonra İstanbul, Robert Kolej'i. Ardından yarım bıraktığı İstanbul Hukuk Fakültesi, en sonunda İstanbul Gazetecilik'ten mezuniyet…
Sinema tutkunuydu. “Şiirden sonra sinema mı gelir?” sorusuna, “Hayır, at başı gelirler” diyecek kadar tutkun. O, şiirin diğer disiplinlerle beslendiğini düşünüyordu: Çeviriler yaptı, senaryolar yazdı, çocuk kitapları kaleme aldı. Belki de bunların içinden şiire yetişen sadece sinemaydı.
Sanat dallarının birbiriyle ilişkisi konusunda şunları söylüyordu: “Bütün sanatlar birbirini etkiler. Tarihteki önemli sanatçılara baktığımızda, bazı ayrıcalıklar dışında, böyle olduğunu görürüz. Örneğin Picasso ressamdır, son derece önemli bir ressamdır; ama edebiyatla ilgisi vardır, tiyatroyla ilgisi vardır. Hiç olmazsa o çevrelerden yakın dostları vardır; tartışabilecek, görüşebilecek, karşılıklı bilgi aktarımında bulunabilecek… Farklı Sanatlar elbette birbirlerini tamamlar. Tiyatro, her şeyden önce bir gözlemdir. Sinema, bir görselliktir. Bende sinema çok etkilidir. Şiir yazarken bazı şeyleri neredeyse sinema gibi izlerim.”
Şenlikli bir şiirdi onun yazdığı; “imgenin dişisi ve erkeği. Sansarlar, tilkiler, virgüller, terziler ve dülgerler…” Onun şiirinin en önemli özelliği samimiyetti. Çok kendiydi anlatırken, biraz şakalı, biraz gerçek, biraz absürt. Hayatın kendisi gibi. “Yenilirsem yenilirim, ne çıkar yenilmekten?” diyen de “yazın bittiği her yerde söylenir” diyen de virgülün kıştan üşüdüğünü söyleyen de oydu.
Şiirin düşünsel yükünü asla hafife almadı ama kendinden önceki şiirin fazlalıklarını attı. “Sadece şiire özgü söyleyiş biçimleri” onunla belirginleşmişti Türk şiirinde. İsmet Özel’in dediği gibi “kelimelerin şiirde duruşu bakımından benzersiz bir yere sahiptir Ülkü Tamer.”
Birçok dergide yer aldı. Yer aldığı dergilerden biri olan Papirüs’ün kurulma aşamasını ise şöyle anlatıyor:
"Cağaloğlu'nda Eser Han'da küçük bir oda tuttuk. Evlerden getirilen bir-iki eşyayla döşedik. Yazılar hazırlandı. Dizgiye verilecek. Toplam basım gideri 1500 lira. Ceplerde 50 lira ya var ya yok. Bir gün Edip geldi. Çıkarken yerdeki ufacık, eski püskü bir halıya ilişti gözü. ‘Bu iyi bir şeye benziyor,’ dedi. Kapalıçarşı'da ortağı Jak'la bir antikacı dükkânı vardı. Halı da satıyorlardı. ‘Jak'a söyleyeyim, gelip baksın,’ dedi. Yarım saat sonra Jak damladı. Halıya baktı. ‘Siz bunun üstüne basıyor musunuz?’ diye sordu şaşkınlıkla. Halıyı katladı, aldı gitti. Biraz sonra da yardımcıları Hakkı geldi. Elindeki 2000 lirayı uzattı: ‘halının parası.’ dedi. Hayır, ilk sayının parasıydı bu. Cemal (Süreya), ‘halıya teşekkür ilânı koyalım dergiye,’ dedi.”
“En kötü alışkanlığım benim galiba yaşamaktı” demişti. Bunca büyük şiirin, büyük çevirilerin, bir gün şiiriyle birlikte Anadolu’ya dönmenin, Türkiye gerçeğini yeniden kavramanın ve özelde çocukluğa geri dönüp Antep’i anlamanın ardından, 2 Nisan 2018’de en kötü alışkanlığını bıraktı.