Uçak kazası, Tatar kabilesi ve sosyal heykel: Joseph Beuys
1950'lerden 1980'lerin başına kadar Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde aktif olan Almanya doğumlu sanatçı Joseph Beuys, kavramsal sanat ve Fluxus hareketinin en önemli temsilcilerinden biriydi. Beuys, savaşın içinden gelen bir sanatçı olarak, savaş sonrası dünya ile boğuşurken performansları aracılığıyla, psikolojik, sosyal veya politik temaları ele almanın yanı sıra sanatın hem sanatçı hem de izleyici üzerindeki iyileştirici etkisini önemsiyordu.
Kleve'den Alman Hava Kuvvetlerine…
Joseph Beuys 1921'de Almanya'nın kuzeybatısında küçük bir şehir olan Krefeld'de doğdu. Tüccar Jakob Beuys ve Johanna Hulsermann'ın tek çocuğuydu. Çift, Beuys'un doğumundan birkaç ay sonra jeoloji ve kültürel tarih açısından zengin bir kasaba olan Kleve'de taşındı. Kleve’de aldığı ilk eğitimi sırasında çizim becerilerini geliştirirken piyano ve viyolonsel dersleri alan Beuys’un asıl ilgisi doğa bilim üzerineydi. Hayatı boyunca süren bu ilgisi nedeniyle tıp alanında kariyer yapmayı düşünse de liseden mezun olmadan önce hayvanlara daha yakın olmak için bir sirkte bile çalıştı.1941’de liseden başarıyla mezun olduktan sonra gönüllü olarak yazıldığı Alman Hava Kuvvetleri’nde (Luftwaffe) uçak telsiz operatörü olarak askeri eğitimine başladı. Eş zamanlı olarak Posen Üniversitesi’nde biyoloji, botanik, coğrafya ve felsefe derslerine katıldı.
Tatar efsanesi
İkinci Dünya Savaşı sırasında Kırım'da görevlendirilen Beuys, savaş bombardıman biriminin bir üyesiydi. 1944’te yer aldığı uçak Ukrayna'daki Kırım Cephesi üzerinde düşürüldüğünde pilot olay yerinde hayatını kaybetti ama bilinci açık olan Beuys bir Alman arama komandosu tarafından kurtarılarak sahra hastanesine getirildi. Yüzünde derin kesikler oluşmuştu ve beyin sarsıntısı teşhisiyle konulmuştu. Tedavisi üç hafta sürdü; ardından savaş bitene kadar görevine devam etti. Bu olay kişiliğini ve ilerdeki sanat hayatını şekillendirecek kadar önemliydi; çünkü Beuys’un sonraki yıllarda anlattığına göre onu uçak enkazından kurtaran göçebe bir Tatar kabilesiydi. Yaralı vücudunu tamamen hayvan yağı ve keçeye sararak iyileştiren Tatarlara hayatını borçlu olduğunu düşünüyordu.
Beuys'un Tatarlar tarafından kahramanca kurtarılmasının doğruluğu günümüzde hâlâ tartışılsa da bu hikâye İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından kendini sanata adama kararında bir tür mihenk taşı işlevi gördü. Savaş sonrasında Kleve'deki ailesinin yanına döndüğünde biyoloji okuma hevesinden çoktan vazgeçmişti. 1946'da Almanya'da savaştan sonra hâlâ faaliyet gösteren iki akademiden biri olan Düsseldorf Sanat Akademisi'nin anıtsal heykel programına girerek Naziler tarafından sanatı “dejenere” ilan edilen ressam ve heykeltıraş Ewald Matare'nin derslerine katıldı.
- Eurasia Siberian Symphony (Avrasya Sibirya Senfonisi), 1963.
- Fluxus Beuys’un akademide uyguladığı kapsayıcı yaklaşım aynı okulda kendisi gibi profesör olan Nam June Paik’ın ilgisini çekti. Onun aracılığıyla Fluxus’a katılan Beuys, grubun eylem yaptığı vurguyu benimsedi ve sanatı provokatif bir şekilde sunmak için nesne, eylem ve mekânı sentezledi. Sanatçı olmanın sınırlarını kaldırdığı gibi, sanatsal sınırları aşmak için de yaratıcılığı gündelik hayata taşıyarak sosyal ve politik temalara odaklandı. Grubun uluslararası niteliği Beuys'un etki alanını genişletti. 1963'te Fluxus festivalinde sergilediği “Avrasya Sibirya Senfonisi” ile sanatsal kişiliğinin temel unsurlarını geniş bir kitleye tanıtma imkânı buldu.
- Fat Chair (Yağ Sandalyesi), 1964-85.
- Steiner’ın özgür irade kavramının önemini altını çizdiği ve iç deneyimlerin gücünü anlattığı Özgürlük Felsefesi adlı kitabı Beuys için çok önemliydi. Yaratıcı potansiyelin açığa çıkması için iç deneyimleri vurgulayan Steiner, özellikle hayal gücü, ilham ve sezgi üzerinde duruyordu. Beuys 1960’larda bu üç kavramdan yola çıkarak geçmiş deneyimlerini dönüştürdü ve daha önce sanatsal malzeme olarak kullanılmamış olan iki gündelik malzemeyi kullanmaya başladı: Tatar kabilesinin onu tedavi etmek için kullandığı keçe ve hayvan yağı.
Herkes bir sanatçıdır
1950’ler Beuys için sanat felsefesinin temellerini inşa ettiği yıllardı. Matare'nin yanında Rudolf Steiner'ın antroposofik felsefesiyle tanışan Beuys için yaratıcı, özgün ve bireysel olmak giderek daha önemli olmaya başladı. Bunların yanı sıra mistik ve evrensel nitelikleri nedeniyle İtalyan Rönesans ressamlarının çalışmalarından, Galileo'nun bilimsel teorilerinden, James Joyce'un kitaplarından, Goethe, Novalis ve Schiller gibi Alman romantiklerinin yazılarından etkilendi. Çok okudu ve farklı bilim alanlarında kendisini yetiştirip uzmanlaşmak için çok çaba gösterdi. Bu katkıların çıktısı binlerce çizimden oluşuyordu. Beuys, çizim pratiği aracılığıyla sanatı için kullanacağı bir dizi alışılmadık materyali de araştırarak, doğal fenomenlerle felsefi sistemler arasındaki sembolik bağlantılar keşfetmeye başladı.
1953’te Matare'nin sınıfından yüksek lisans öğrencisi olarak mezun olduğunda hem ekonomik sıkıntılar yaşıyordu hem de hâlâ savaş deneyiminin yarattığı travmalarıyla boğuşuyordu. Depresyonla geçen on yılında hayattaki her şeyi sorguladı ve daha sonra bu dönemini “yeniden doğuş” olarak değerlendirdi. Çalkantılı bir erken yaşamın ardından, daha önce eğitim gördüğü Düsseldorf Sanat Akademisi’ne Anıtsal Heykel Profesörü olarak atanmasıyla akademik dünyadan ilk resmî onayını aldı. Beuys bu göreve geldiğinde müfredatı ve giriş koşullarını kaldırarak sanat okuluna gitmek isteyen herkesin bunu yapma hakkına sahip olması gerektiğini savundu. En ünlü cümlesi "Herkes bir sanatçıdır" olan Beuys için bu doğal bir adımdı; çünkü herkes sanatçıysa, herkes de sanat öğrencisi de olabilirdi.
- How to Explain Pictures to a Dead Hare (Ölü Bir Tavşana Resimler Nasıl Açıklanır?) , 1965.
- Sanatın iyileştirici gücüne inanan ve evrensel yaratıcılık dürtüsünü harekete geçirerek gerçek bir toplumsal dönüşüm yaratabileceğine inanan Beuys, 1960’lardan itibaren toplumsal ve siyasi içerikli bir sanat anlayışı geliştirdi. Bu düşünceyle özel bir galeride gerçekleştirdiği ilk performansı olan “Ölü Bir Tavşana Resimler Nasıl Açıklanır?” aynı zamanda sanat tarihine geçen ikonik performatif eylemlerinden birisi niteliğindedir. Kucağındaki ölü tavşan ile sanat galerisinde dolaşarak resimler hakkında bilgi veriyormuşçasına dudaklarını kıpırdatan Beuys, yüzünü bal ve altın ile kaplamış bir ayağına da metal bir levha bağlamıştır.
- Felt Suit (Keçe Takım), 1970
- Sanat dışı ya da buluntu malzeme olan hayvan yağını keşfetmesine paralel olarak kullanmaya başladığı keçe, sonraki çalışmalarının çoğunda önemli bir rol oynuyordu. Keçe onu hayata döndüren materyal olmanın yanı sıra heykelsi bir malzeme, ses yalıtkanı ve şiirsel metafor olarak hizmet eden, sonsuz sayıda forma dönüştürülebilen çok yönlü bir araçtı. Beuys, 1970 yılındaki bir performans için bu kıyafeti giydiğinde, kıyafetin sembolizmini "bireyin dünyadan korunması" olarak açıklamıştır.
Son yıllar
Beuys’un tıpkı sanatsal çalışmaları gibi öğretmenliği de hiyerarşik ilişkiden uzak, dinamik iletişime ve değişime açık bir yaklaşıma sahipti. Derslerinde sanatsal tarzını veya tekniklerini dayatmak yerine öğrencilerinin daima kendi ilgi alanlarını, fikirlerini ve yeteneklerini keşfetmelerini istiyordu. Geleneksel akademik normlara uymayan bu öğretim teknikleri akademiyle büyük sorunlar yaşaması fazla uzun sürmedi. 1972 yılında profesörlük görevine son verildiğinde öğretmenlik görevi hiçbir zaman bitmedi. Öğretmenliğini onun en büyük sanat eseri olarak tanımlayan Beuys, öğretmen ile öğrenci diyaloğunu önemini vurgulayabilmek için 1974 yılında The Free International University for Creativity and Interdisciplinary Research (Özgür Uluslararası Yaratıcılık ve Disiplinlerarası Araştırma Üniversitesi) ve 1980 yılında Alman Yeşiller Partisi gibi birçok siyasi örgüte öncülük etti. Beuys'un sanatı giderek daha politik bir hal alırken, bir yandan da "Sosyal Heykel" (Social Sculpture) kavramını geliştirdi. Silahsızlanma, ekonomik eşitsizlik ve milliyetçiliğin ortadan kaldırılması, Avrupa ve bütün dünyanın birlikteliği, Batı’nın Doğu’yu sömürmesi, dünya hukuku gibi konuları gündeme getirdiği birçok konferans ve performans düzenledi.
Uzun bir hastalığın ardından 1986'da kalp yetmezliğine yenik düştüğünde ardında sanatsal ifadenin sınırlarının tartışılmaya devam edeceği zengin bir miras bıraktı. Etkisi günümüzde de geleneksel sanat alanlarının ötesine uzanarak algılara meydan okumaya davet ederken sanat, siyaset ve toplumun kesişimi üzerine düşündürmeye devam ediyor.
- I Like America and America Likes Me (Amerika’yı Seviyorum ve Amerika Beni seviyor), 1974.
- Beuys’un performansları yaşam, ölüm ve dönüşümle ilgili güçlü semboller içeriyordu. Bunlardan biri olan "Amerika’yı seviyorum ve Amerika beni seviyor" performansı için bedenini keçeye sararak New York'a giden Beuys, ambulans ile havaalanından alındıktan sonra bir çakal ile galeride yaşadı. Vahşice davranan hayvana karşı üç gün boyunca direnen Beuys, sonunda kendisine karşı oldukça hoşgörülü davranan çakala sarıldı ve Amerika'ya hiç ayak basmadan havaalanına geri götürüldü.
- Sweeping Up (Süpürme), 1972.
- Düşüncenin ve konuşmanın birer sanatsal 'form' olduğunu söyleyen Beuys, yaşamamızla bile dünyayı şekillendirebileceğimizi düşünüyordu. Bu nedenle toplumun kendisini gerçek "sanat eseri" olarak görerek bunu "sosyal heykel" olarak tanımlamıştır. Berlin'de 1972 yılının 1 Mayıs gösterileri sonrasında çöpçülere yardım etmek için sokakları süpürmesi gibi eylem-performansları, sanatı toplumsal dönüşüme yönelik bir araç olarak kullandığının önemli bir göstergesidir.