Türkçeden yapılmış bir şehir: Sofya
Yolunuz Sofya’ya düştüğünde bir an tereddüt edersiniz. Avrupa’nın kapısında mıyım? Balkanların içinde miyim? Yoksa sonsuz kırlarda bir güneş şaşkını gibi dolaşan birisi miyim? Burası Karadeniz’den izler taşıyan bir yakın sığınak mı? Karasal iklimiyle Sofya, kışın dondurup yazın yakarken sizi bu sebepten de tereddütte bırakır. Onu seveceğiniz sebebi ve onu yerleştireceğiniz yeri tam kestiremezsiniz.
Bir yandan alabildiğine kutsal bir şehir olmak ister, diğer yandan özgür ruhunu hiçbir yere bağlanmak dilemez. İsmi her ne kadar kutsal Saint (Azize) Sophia Kilisesi’nden gelmiş olsa bile Sofya, alabildiğine geçişken, yaşamaya dönük ve değişime açık bir şehirdir. Değişim arzusunu bugün Avrupa Birliği’nin en Doğudaki şehri olarak temsil eder. Kendisini Roma’ya kadar yaslasa bile izleri Osmanlı-Rus iktidar çatışmasının kalıntılarıyla doludur. Hatta Bulgar şehri Sofya, Vitoşa Dağı’nın eteğinde 550 rakımıyla en az Osmanlı izini taşıyan şehirdir günümüzde. Kendisi olmak için Osmanlı izlerini Varna, Plevne, Filibe benzeri şehirlere dağıtmıştır.
Aleksandr Nevkski Katedrali bir anıt yapı olmanın ötesinde Osmanlı-Rus Savaşı anısına borçludur varlığını. Vasil Levski anıtı ise rolü Ruslardan alıp Bulgarlara verir. Böylece, Rusya bir hamleyle geri itilir. Banyabaşı Camii ise uzaktan göz kırparak geçmişin yelpazesini renklendirir. "Beni unutmayın" der. Sıcak su kaynakları Mimar Sinan eseri Kadı Seyfullah Cami'nin adını banyobaşından, banyabaşına döndürmüştür. Vaktiyle camiler vardı elbette burada.
Hatta bazıları kiliseye çevrilmiş durumda. Hâlâ varlığını sürdüren nostaljik tramvaylara binerek Sofya’nın Roma’dan bugünlere uzanan çağlarını izleyebilirsiniz. Her ne kadar Parlamento Binası gibi yapılar Soğuk Savaş dönemi havasını canlı tutsa bile Sofya dengesini kaybetmemiş mimari bütünlüğüyle sakin bir neşeye sahiptir. Sveti Nikolay Mirlikiyski Rus Kilisesi’nin önünde durduğunuzda bu soğan kubbelerin renklerinin bile bu neşeye katıldığını görürsünüz.
Ben Sofya’ya adım attığımda parkların temizliği ve güzelliğine şapka çıkartmıştım. Borisova Parkı, Avrupa’da dinginlik arayanlar için süsten ve kibirden arındırılmış eşsiz bir fırsat. Burada gezdikçe insan dünyada hâlâ dinginliğin mümkün olduğuna inanır. Sofya’ya biraz da Balkan ruhu katan bu diri ve yeşil dokusudur.
Ve dünyadaki dört önemli gülden biri sayılan ‘Bulgar Gülü’ bahçesini gezerken de Doğu havası duydum çokça. Altyapısı estetik olduğu kadar hayatla birleştirilmiş Sofya, İvan Vazov Ulusal Tiyatrosu’nun bulunduğu meydandan da ferahlık içinde duyulabilir. İç mekânlarla şehrin dokusu, yoğun nüfus saldırılarına uğramamanın avantajıyla bütünleşir.
Bulgarlar, aslanı simge olarak benimsiyorlar. Köprüler, alanlar yer yer aslan heykelleriyle dolu. Belki de Sofya üzerinde gezmenizden rahatsız olmayan dev bir aslana benzetilir. Gezmenin zevkli, yiyip içmenin damak zevkimizden kopuk olmadığı Sofya bize en komşu şehirlerden biridir. Velhasıl Sofya, son yıllarda her yönden atılımlar yapan Bulgaristan’ın umut dolu ışığı sayılabilir. Ayrıca Türkçe her an bir köşeden kendi neşesiyle çıkıp gelecek kadar tanıdık bir yakınlıkla dolaşır burada.