Torino'da bir Pavese
‘’Milano'ya kaçamak bir yolculuk, Roma'ya yolculuk. Dolaşmaktan, yolculuk etmekten hoşlanmaya mı başladım? Yirmi dört saat bir aynılıktan sonra Milano'dan dönüşte, Torino'yu yeniden keşfettim. Yolculuğun en güzel yanı bu olabilir mi: İnsanın kendi memleketini yeniden keşfetmesi?’’
Alman filozof Friedrich Nietzsche, 3 Ocak 1889’da Piazza Carlo Alberto’nun 6 numaralı kapısından sokağa doğru adımını attığında, biraz hava almayı düşlemiştir sadece, belki postaneye uğrayıp mektuplarına da bakacaktır en fazla. Ama, elinde zehir gibi şaklattığı kırbacıyla, huysuzluk yapan atının bedenine derin acılar veren o faytoncuya rastlamıştır işte. Buna dayanamaz. Atın kara derisindeki kırbaç izlerini ve acı içinde kaskatı kesilişini görür. Sonrası uzun ve malûm. Hıçkırıklarla örülmüş bir merhametle atın boynuna sımsıkı sarılan filozof, çok ağır bir manevi kriz yaşar orada.
Nietzsche’nin, sahibi tarafından acımasızca kırbaçlanan o atın boynuna kollarını dolayıp ağladığı bir şehirde, uzak bir kuzeyde, Torino’da dünyaya gelmiştir Cesare Pavese. Filozofun soğuk bir Torino kışında başına gelenlerin farkında olarak elbette. 1908’de Torino yakınlarındaki Santo Stefano Belbo’da doğan Pavese için, bu köydeki çiftlik evinde ailesiyle birlikte geçirdiği güzel günler, babasının ölümüyle sonlanan uzun bir çocukluğa doğru açılmaktadır. Kırlar, bayırlar ve tepelerle beslediği yalnızlığı, ona içe dönük bir huzursuzluk armağan edecektir. İlk şiir kitabı Lavorare Stanca (Çalışmak Yorar) yayımlandığında, Pavese, kitabının insanın bırakıp gitse de sonra yeniden döneceği bir yer olarak tanımladığı Torino'yla ilgili şiirlerle başlayıp bitmesinin bir rastlantıdan ibaret olduğunu söyler. Yine de şiirlerinin Santo Stefano Belbo'nun bir uzantısı, yani bir çeşit Torino'yu ele geçirişi olduğunu kabul edecektir. Şöyle der Pavese: “Şiir’in çeşitli açıklamalarından biri de budur. Köyün kente, doğanın insan hayatına, çocuğun adama dönüşmesi. Gördüğüm kadarıyla, ‘S. Stefano'dan Torino'ya’ bu kitap için düşünebilecek bütün anlamların bir mitosudur.’’
Pavese’nin Ay ve Şenlik Ateşleri’ne ev sahipliği yapan Santo Stefano’dan ayrılması, Piemonte kırlarını, çocukluğunu ve çiftlik hayatını geride bırakarak başka bir dünyaya atılmasını çağrıştırır. Bu yeni dünya, Nietzsche’nin “gözler ve ayaklar için zamansız bir ülke” dediği Torino’dur. Turistlere hiçbir şey vaat etmeyen o tatsız kara parçası ya da İtalya’nın ilk başkenti. Po ve Dora nehirlerinin aktığı kalbinden Alpler’e el sallayan Torino, Pavese’nin anlatıcı olarak manzarasından hiç ayrı düşmediği bir mekândır. Çok cezbedici bir şehir imgesi sunmaz bize ama atmosferin varlığı ziyadesiyle hissedilir.
Yaşama uğraşı’ndan muaf olmanın yolları
Pavese, Torino Üniversitesinde edebiyat okumasının akabinde, antifaşist çalışmaları sebebiyle bir yıl süreyle cezaevinde yatmış, cezaevinden çıktıktan sonra da Einaudi Yayınevi’nde editör olarak görev almıştır. Yani Torino’nun her köşesini görmüş, her çilesini çekmiş ve bu şehirden payını fazlasıyla almıştır. Kendisi olmaya çalışırken, bu yaşama uğraşı sırasında yanında hep Torino vardır: “Gerçekten kendin olduğun bir yer varsa, o da Torino'daki o caddedir; her zaman ya bahar ya da yaz olan, şiirlerini yazdığın o soylu ama gösterişsiz, geniş, sessiz, gürültüsüz cadde. Kullandığın malzemenin birçok kaynakları vardı, ama biçim aldığı yer orasıydı. Bu cadde ve bu caddedeki küçük kahve senin çalışma yerin, dünyaya açılan pencerendi. İçinde şiir yazma isteği uyandığı zaman, böylebir yer arıyorsun; ama hikâye yazarken aramıyorsun burayı. Hikâye yazmak düşüncelere dalmayı daha az gerektirdiği için mi? Oysa "İki Mevsimin Anıları"nı ve "Senin Köylerin"i çoğunu bu kahvede yazmıştın. Öyleyse... İşin doğrusu, görme, duyma, yeni yaşantılar bulma hevesini yitirdin, kendi kendini kemirmekten başka bir şey yapmıyorsun artık.’’
27 Ağustos 1950. II. Dünya Savaşı’nın bitimi, Mussolini’nin ölümüve hiç bitmeyen hayal kırıklıkları. Nietzsche’nin meydanda bir atın boynuna derin bir merhametle sarılmasının üstünden geçen 61 yılın sonrasında, Torino tren garının karşısındaki Carlo Felice Meydanı’na bakan Roma Oteli’nde, yaşama uğraşının orta yerinde gardını düşürmüş bir yazar. Her şeyi geride bırakıp, aldığı uyku haplarıyla kendi hayatına ve Torino’ya veda etmeyi tercih edecektir işte. Başucunda baş sayfası açık bir şekilde duran “Leuko ile Söyleşiler” kitabının içindeki şu not: “Herkesi bağışlıyorum ve herkesten sadece bağışlanmayı diliyorum. Tamam mı? Çok fazla dedikodu yapmayın.”