Tarihin kendine ilk düğümü: İpliğin tarihi
Tekstil, dokuma, kumaş ve dolayısıyla ipliğin tarihi çok eskidir. En eski ve uzun soluklu dokuma yöntemi olan eğirme, tarihin ilk çağlarında kutsal bir iş olarak kabul görmüştür. Çoğu tasvirde, elinde iplikle gördüğümüz tanrıça figürleri bu bilgiyi destekler. O devirlerde eğirme işlemi kadınların en asil vazifesi sayılmıştır, hatta Hıristiyan inancında ilk iplik eğiren kişi Hz. Havva’dır.
- Terziler geldiler.
- Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri
- Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar.
- Toplu odalarını sevdiler.
- Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
- Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
- Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
- iğnelerine iplik geçirip beklediler;
- Turgut Uyar, Terziler Geldiler
İlk eğirme işlemi elle yapılmıştır. Ele yapılan işlemde ip; iğ denilen ortası kalın ve uçları sivri bir tahta çubuğa sarılırdı. İğ zaman içinde, işlevselliklerine göre değişiklikler göstermiştir. Söz konusu değişikler sonucu eğirme aparatları; kirman ve öreke gibi farklı isimler almıştır. Artan nüfusla dünyada örülecek ve üzeri örtülecek şeylerin fazlalaşması, iplik üretim tekniklerindeki gelişmeleri kaçınılmaz kılmıştır. İğ, öreke ve kirman gibi eğirme aparatlarının yerini, yine aynı çalışma mantığıyla tasarlanan başka bir gereç almıştır: Çıkrık.
Tarihte çıkrığın ilk olarak nerede kullanıldığı bilinmese de Asya’da kullanıldığı düşünülmektedir. Sonraki etap da çıkrığın, tahmini 1280 yıllarda, Avrupa’ya ulaştığı ön görülmektedir.
İplik üretiminde ilk makineleşme 1272 senesinde Bologna’da gerçekleştirilmiştir. 11 yüzyılın sonlarında Bolognalılar, Çin’de kullanılan basit dokuma aletlerini baz aldılar. İpek ipliğindeki büküm ve sarım işlemlerini makineleştirdiler. XIV. yüzyılda ise bu makinelerin su çarkıyla çalıştırmayı başararak tekstile yeni bir soluk getirdiler.
1480’li yıllara gelindiğinde çıkrığın kirmanının -yani masurasının- sarım yapan bölümüne, yarım ayı anımsatan bir parça ilave edilmişti. Bu parça, masuranın üzerine ipliği kendi kendine sarıyordu. Böylelikle iplik herhangi bir el kayması sonucu kopup sökülmüyordu.
İlk başlarda iplik bükümü ve sarımı işlemleri, sanayileşme bakımından dokuma kadar çok gelişmemişti. Zaten söz konusu iplik bükümü ve sarımı işlemleri daha çok kırsal kesimlerde kadın ve çocuklar tarafından aile evlerinde yapılıyordu. Tarlada elde edilen ham ürünler ikinci bir işlem görerek ipliğe dönüştürülüyordu. Zamanla artış gösteren iplik talepleri sonucunda dokumacılar ve tüccarlar eğirme evleriyle bükümhaneler kurmuşlardı. Dokuma fabrikaların ilk hâli diyebileceğimiz bu evlerde, kadınlar ve çocuklar uzun saatlerce düşük ücretlerle çalıştırılmaktaydı. Hatta giderek daha da artan talebi karşılayabilmek için hapishanelerdeki insanlar da bu bükümhanelerde zorunlu görevli olarak yer alıyorlardı.
1700’lü yıllarda dünya genelini etkileyen teknolojik gelişmelerden tekstil sektörü de payını almıştı. 1733 yılında John Kay tarafından seri atışlı mekiğin (uçan mekik) bulunması dokuma makinelerinin kapasitesini büyük oranda arttırdı. Aynı dönemde iplik ihtiyacının artması nedeniyle iplik makinelerindeki gelişmeler de kendini gösterdi. Bu gelişmelerden dolayı insan gücüne olan ihtiyaç azalmış, bu durum dokuma ve iplik üretimindeki çalışanların tepkilerini çekmişti.