Tanrı'nın kapısı: Babil

Babil.
Babil.

İki bin yıl yaşadı Babil. Övüldü ve lanetlendi. Ağzından çok kan geldi, kandilinden ateş çalındı, bedeni hırpalandı, yüzü dağlandı, varlığından vazgeçildiğinde güçlü kemikleri eritildi. Hiçbir şeye aldırmadan yeniden doğacaktı: Eski Babil, Yeni Babil, Ölümsüz Babil. Adının tarihten silinmesine razı olmadılar yine de. Kılıçların gölgesiyle taçlandı, güneşin ışığıyla aydınlandı. Yeryüzünde kurulmuş en görkemli şehirlerden biriydi. Öyle de kaldı.

İki bin yıl yaşadı Babil. Tanrı’nın Kapısı dediler adına. Fırat Nehri’nin kıyısında parlayan o ölümsüz şehir. İki bin yıl boyunca nice krallıklar, imparatorluklar, uygarlıklar büyüttü koynunda. Sokakları taş döşeli, etrafı dev surlarla çevrili, yolları, asma köprüleri, su kanalları ve kuleleriyle antik dönemin en cazibeli evi’ydi. Sekiz büyük kapısı vardı Babil’in. Şehre ayrı adımlarla farklı kapılardan en az sekiz kere girmeden ihtişamını anlamak olanaksızdı.

İştar Kapısı’ndan başlayan büyüleyici güzelliğine şahit olan Fatihler gözünü ona dikti, yıkımlara, kaoslara, savaşlara, işgallere alıştı. Yıkıldı, yaralandı. Kapılarına ordular dayandı, yağmalandı, fethedildi, defalarca düştü. Yeniden kuruldu, kölelerin çığlıklarıyla dehaların sesi birbirlerine karıştı. Taştan, kerpiçten, çinilerden, yağmur oluklarından, altın işlemelerden, teraslardan yapıldı. Matematikten, astronomiden, mimariden, kil tabletlerden yapıldı. Yıldızını en çok Kral Hammurabi parlattı. 282 yasayla Babil’in görünmez toplumsal duvarları ustalıkla örecekti.

İki bin yıl yaşadı Babil. Kulesi, asma bahçeleri, kitaplığı, icatları, kanunlarıyla. Akkad Kralı Sargon’dan beri hep yan gözle bakıldı toprağına, kılıçla nizam verildi adına. Mezopotamya’nın geleneksel mabed kuleleri olan zigguratların en büyüğü Babil’deydi. Amorlular, Hititler, Kassitler, Keldaniler, Aramiler, Asurîler, Persler ve nihayetinde Makedonyalı Büyük İskender gelip oturdu tahtına. Miletli Thales Babil’de öğrenciydi. Venüs tam 21 yıl boyunca buradan izlendi. Bin tanrıya hediyeler sunuldu. Marduk’a selam gönderildi. Tarih kil tabletlere kazındı. Gündoğumu dağında, ölüler diyarında, kehanetler kayasında, güneş taraçalarında sabah oldu. Epik şiirler, ilahiler, şarkılar yüksek duvarlarında çınladı.

İki bin yıl yaşadı ibretlik şehir Babil. Bâbel, Babylon. Küçük şehir devleti, imparatorluk payitahtı, bengi başkentler yıldızı. Övüldü ve lanetlendi. Kibrin şehriydi namı, ilmin merkezi. Yüceltildi ve derine gömüldü. Krallar, fatihler, sürgünler, yıkımlar, ihtişamlı yıllar geçti başından. Anlattı ve dinledi. Kılıçla, kalemle büyüdü. Kanla, kemikle, ilimle. Nihayetinde parlak günleri sona erip yavaşça terk edildiğinde, kalabalık sokaklarında hiç kimseler kalmamıştı… Bağdat’ın 88 kilometre güneyindeki Hille kasabası yakınlarında, Fırat’ın doğu kıyısında yer alan yedi tepe üzerine yayılmış şehir kalıntıları, bugün Babil şarkısının elimizde kalan son notalarıdır. Antik dönemin en şanlı şehri uyuyor artık orada.

Babil kimin rüyasıydı?