Sözün ve mimarinin şehri: Edinburgh

Edinburgh.
Edinburgh.

Edinburgh denince gidip görmeyenlerin bile aklına muhteşem bir doğa, Orta Çağ ve Georgian dönemlerine ait tarihi yapılar geliyor. Birleşik Krallık’a bağlı dört ülkeden biri olan İskoçya’nın başkenti ve en büyük ikinci kenti olan Edinburgh, kültürel seviyesi sebebiyle “Kuzeyin Atinası” olarak anılıyor. Eski şehir ve yeni şehir olmak üzere iki bölgeden oluşan şehir, hem UNESCO Dünya Mirası listesinde hem de edebiyat alanında UNESCO’nun yaratıcı şehirler ağına dahil. En baştan şunu belirtelim: Evet, kartpostallarda görüp mimarisine âşık olduğunuz o şehir Edinburgh.

Edinburgh, başkent olmasının etkisiyle ziyaretçilerini yıl boyunca pek çok cazip etkinlikle karşılıyor. Fakat yine de kuzeyin bu pek güneş görmeyen, her daim bulutlu şehrini ziyaret etmek için en uygun mevsimin genellikle nisan-haziran veya temmuz-ağustos ayları olduğunu söylemeden geçmeyelim. Çünkü Edinburgh, bahar aylarında doğasıyla, yaz aylarında çeşitli kültür-sanat etkinlikleriyle ziyaretçilerini mest eder. Bu bilgileri verdikten sonra hazırsanız şimdi 18. yüzyıla ışınlanıyoruz.

Calton Hill
Calton Hill
 Edinburgh Kalesi.
Edinburgh Kalesi.

İskoç tarihine yolculuk

Zengin kültürel mirası ve tarihî dokusuyla birçok müze bulunan Edinburgh’da ilk durağımız Edinburgh Kalesi. Burası İskoçya’nın tarihi hakkında bilgi edinmek ve üzerine inşa edildiği kayalıklardan şehri izlemek için mükemmel bir yer. Sonraki durağımız ise antik dönemden günümüze İskoçya tarihini ele alan Ulusal İskoçya Müzesi ve ülkenin tarihi isimlerinin portrelerini içeren İskoçya Ulusal Portre Galerisi. Klasik ve modern Avrupa sanatının önemli eserlerini; bilhassa Monet, Van Gogh ve Botticelli gibi sanatçıların eserlerini görmek isteyenleri ise hemen akabinde İskoçya Ulusal Sanat Galerisi’ne alalım.

Şehrin kalbi: Royal Mile

Royal Mile.
Royal Mile.
Arthur’s Seat.
Arthur’s Seat.

Royal Mile Edinburgh’un en ünlü ve tarihî caddesi. Kalenin hemen alt tarafında yer alıyor. Burada ilk önce İskoçya’nın daha farklı bir yüzüyle tanışmak isteyenler için Mary King’s Close’a uğruyoruz. Burası 17-19. yüzyılları arasında vebanın kol gezdiği, terk edilmiş dar ve dolambaçlı sokaklardan oluşuyor. Vitray pencereleri, tarihi mezarlarıyla Royal Mile’ın merkezinde yer alan St. Giles Katedrali şehrin en önemli dini yapılarından biri ve oldukça ihtişamlı gözüküyor. Geçmişte halk toplantıları ve duyurular için kullanılan cadde üzerindeki Mercat Cross anıtı da şehrin sembollerinden.

Edinburgh için “edebiyat şehri” demiştik. Şimdi biraz buna değinelim. Yine Royal Mile’da yer alan Lady Stair’s House’da bulunan yazarlar müzesi, üç önemli İskoç yazarı olan Robert Burns, Walter Scott ve Robert Louis Stevenson hayatlarına ve eserlerine adanmış. Ayrıca Harry Potter serisinin yazarı J.K. Rowling de bir zamanlar Edinburgh’un sakinlerindenmiş. Hatta Rowling eserlerini bu şehirde, özellikle Victoria caddesinde yer alan The Elephant House’da kaleme almış. Günümüzde bu mekân da edebiyat müzesi olarak ziyaretçilerini ağırlıyor.

Doğanın sesi Gayda

The Elephant House.
The Elephant House.
St. Giles Katedrali.
St. Giles Katedrali.

Edinburgh’un bizce Avrupa’nın en yeşil şehri. Çünkü parklarla dolu ve muhteşem doğal alanlarla çevreleniyor. Gezerken gayda çalan birine denk gelmeseniz bile böylesine yeşil bir doğayla karşılaşınca insanın zihninde otomatik olarak puslu İskoç havalarını anlatan gayda melodileri yükselmeye başlıyor zaten. Edinburgh doğasının keyfini çıkarmak için ilk durağımız, şehir merkezinin doğusundaki volkanik bir tepede konumlanan Arthur’s Seat ve yakınındaki Calton Hill. Buralarda şehir manzarasının tadını çıkardıktan sonra merkeze iniyoruz ve yürüyüş yolları, göletleri, çiçek bahçeleriyle ünlü Princes Street Gardens’a geliyoruz. Şehrin kuzeyinde ise çeşitli bitki koleksiyonlarına ve özel bahçelere ev sahipliği yapan Royal Botanic Garden bulunuyor. Edinburgh’a yolunuz düşmüşken bu doğa harikası parklarda ruhunuzu dinlendirmeden dönmemeniz kesinlikle tavsiye edilir.